7-8 Kasım 2014 tarihlerinde Akdeniz Üniversitesi ve İSAV tarafından organize edilen ‘İslam ve Sanat Sempozyumu’nun üçüncü oturumu ‘Edebiyat ve Söz Sanatları’ üzerine gerçekleştirildi. Doç Dr. Hikmet Atik, ‘Naatlarda Hz. Peygambere Yapılan Teşbihler: Fuzuli’nin Su Kasidesi Örneği’ adlı tebliğinde Türk İslam edebiyatı geleneğinin şairlere naat yazma gerekliliği hissettirdiğini belirtti. Bu nedenle hemen hemen bütün divân şairlerinin naat yazdığını, bu naatların en sanatlı, en güzel ama aynı zamanda da acziyeti de hissettiren ifadelerden meydana geldiğini söyledi. Fuzuli’nin su kasidesinde kullanılan ‘su’ metaforunun rahmeti simgelediğini, suyun anasır-ı erbaadan olması hasebiyle de ayrıca önemli olduğunu ve Nurullah Genç’in “Yağmur” adlı şiirinin de aynı simge üzerine bina edildiğini aktardı.

Prof. Dr. Ali Bakkal, ‘Kâbe ve Sembolizm’ adlı tebliğinde şunları kaydetti: “Allah soyuttur. İnsanlara ait sıfatlardan, özelliklerden münezzehtir. Fakat Allah kendisini insanlara, onların anlayacağı şekilde anlatmıştır. Allah kendisini ‘melik’ olarak tanımlamıştır. Kralın tahtı, hazinesi, orduları ve geniş arazileri vardır. Yüce Allah Kur’an’da çeşitli ayetlerde kürsüsünden, hazinesinden, ordusundan, yeryüzünün kendisine ait olduğundan bahseder. Arazi çok büyükse bir baş şehri olmalıdır. Allah’ın arazisinin baş şehri, ümmü’l kurası Mekke’dir. Kralın vatandaşları olur ve bu vatandaşlar krala biat ederler. Hacerü’l esved taşı Allah’ın sağ elidir, müminler orada Allah’a sadakat yemini ederler. Bir kral vatandaşına çok güvenirse onlara sarayı koruma görevi verir. Müminler de Kâbe’nin etrafında tavaf ederek orayı korurlar. Bir tavafta yedi kez dönülür. Yedi sayısı çokluktan kinayedir, devamlılığa ve sonsuzluğa delalet eder. Kâbe madde olarak çok basittir, özel bir şekli yoktur, rengi yoktur, yapı olarak şaheser değildir. Bu da bize Allah’ın mücerret, soyut olduğunu gösterir. Mana olarak ise insanların yaptığı sanat eserleri ile Kâbe mukayese dahi edilemez.”

Eskiden meslekler sanatı da ihtivâ ederdi

Beşinci oturumun ana konusu ‘Tasavvuf- Psikoloji’ idi. Hacı Bayram Başer, sanat ve estetikle alakalı olarak çokça zikredilen ‘Allah güzeldir, güzel olanı sever.’ hadis-i şerifini tasavvuf metinleri üzerinden değerlendirdi. Öncelikle tasavvufun, ahlaklı yaşamayı zorunlu kılan eğitim süreci olduğunu belirtti. Gazali’ye göre hayâ, takva, yiğitlik gibi beş duyu organı ile hissedilemeyen özelliklerin de ‘güzel’ olarak tanımlandığını ve burada mecâzî bir anlamın değil, bizzat ‘güzel’in gerçek anlamında kullanıldığını söyledi. Zikredilen hadisin genelde yanlış değerlendirildiğini, bu hadisin maddî estetikten değil, davranış estetiğinden bahsettiğini söyledi. Bu problemin ise özellikle son 200 yıldır Batı’nın etkisinde kalarak estetiği sadece dış dünyaya yönelik olarak kabul etmemizden kaynaklandığını vurguladı. Batı’nın yargılarını bırakıp, kendi düşünce yapımızı oluşturmamız gerektiğini belirterek sözlerini tamamladı.

Yrd. Doç. Nurullah Koltaş, ‘Gelenekçi Perspektiften Sanat ve Maneviyat’ adlı tebliğinde şunları dile getirdi: “Sanatkârın yaptığı şey dünyevî amaçtan ziyade iç âlemdeki esrarı ortaya koymaktır. Sanayileşme devrimi ile zanaat ortadan kalkmış, insan makinaya dönüşmüştür. Zanaate vurulan darbeyle sanat bitmiştir, İslamî yaşam da etkilenmiştir. Eskiden meslekler sanat ve marifeti de ihtiva ederdi. Zanaat ve sanat aynı şeylerdi, artık farklı şeyler. Bu nedenle modern devirde sanat dar bir alana itilmiştir. İslam gündelik fiilleri bile kapsayan bir dindir. Bu nedenle sanat, İslam dininden ayrı düşünülemez. İslam sanatında güzelliğin ölçütü, ortaya çıkan ürünün ‘hakikat’in ifadesi olmasıdır. Hakikati ifade etmeyen eser, İslam sanatına göre değerli değildir. ”

Müslüman sanatçı narsist olmaz

Yrd. Doç. Orhan Gürsu ise, ‘Sanat ve Psikoloji Etkileşimi’ adlı tebliğinde kısaca şunlara değindi: “İnsanoğlu, yokluğunu hissettiği şeyleri tamamlamak için sanata yönelir. Sınırlıyız ama sınırsızı istiyoruz. Sanat bunları ifade etmeye yarıyor. İslam sanatının diğerlerinden ayıt edici yönü ise İslam sanatkârının taşıdığı sonsuzluk fikridir. Bu nedenle İslam sanatında somuttan soyuta kaçış vardır. Yapılan araştırmalar ruhsal hastalıklarla sanatsal eser üretme arasında ilişki olduğunu söylüyor. Meşhur Batılı sanatçıların çoğunda teşhis edilmiş rahatsızlıklar vardır. Fakat Müslüman sanatçı için durum biraz daha farklıdır. Sanatçılarda en çok görülen rahatsızlık narsist kişilik bozukluklarıdır. Müslüman sanatçı, Tanrı ile yarışta değildir; bu nedenle onda narsist özellikler gelişmez. Batı’da sanatsal eser üretmek için dünyevî heyecanlar tetikleyici olarak görülürken, İslam sanatında heyecanın kaynağı uhrevîdir. Sûfî gelenekte bu heyecan vecd hali ile zirvesini bulur.”

 

Şerife Nihal Zeybek haber verdi