Tarihi sevdiren tarihçilerin başında gelen Reşat Ekrem Koçu, Dursun Gürlek’in ifadesiyle ikinci Ahmet Mithat Efendi’dir. Türlü sıkıntı içinde kaleme aldığı mühim eseri İstanbul Ansiklopedisi’ni ancak “g” harfine kadar getirebilir ve tamamlayamadan vefat eder. Farklı bir tarihçi üslubu görürüz onda, daha çok bir öykü anlatıcısı gibidir. Amacının da zaten insanlara tarihi sevdirmek olduğunu anlıyoruz. İyi de tarihi sevdirmek nedir? Tarih nasıl sevilir? Bir şeyin sevgisi zaten kişinin içinde değil midir? İşte İstanbul Ansiklopedisi bize bunun biraz da çabayla olacağını göstermiştir.
Yıllarca gazete ve dergilerden biriktirdikleriyle bir arşiv oluşturan Koçu, derlediği bu malzemeyi İstanbul Ansiklopedisi'ni yazarken fazlasıyla kullanır. İstanbul’a olan hayranlığını bu şekilde 1944 yılından itibaren fasiküller halinde yayımlayarak ifade eder. Eski İstanbul’a dair aklınıza hiç gelmeyecek her şey var bu ansiklopedide. Eski zamandan beri adı anılan şeyhlerden tutun da kabadayılarına, meczuplarına varıncaya kadar şehrin kimlik haritasını çıkarır Reşat Ekrem.
Bir tarafı kır, bir tarafı bahçeli Bağrıyanık Sokağı duruyor mu hâlâ?
Bugün ismini hiç bilmediğimiz cami, tekke, türbe, kahvehane, çeşme, hamam ve sanatoryumlara yer verir ansiklopedisinde. Mesela orada sokak sokak, mahalle mahalle başka bir Üsküdar vardır sanki. Zannımca Koçu’nun farklı anlatımıyla başkalaşır sokak, mahalle, semt. Mesela bir sokağı şöyle tarif etmektedir: ‘Güneş alan, havadar, sessiz bir sokaktır.’ Bir romanın ilk cümlesi olmaya aday bir cümle. Ya da ‘İki araba geçecek genişlikte bir sokak.’ Bugün yaşadığımız sokağı nasıl tarif ederiz diye düşünelim: Birkaç ev, evlerin önünde insanlardan fazla araba, yine ev ve yine araba. Bir konutta oturuyorsanız durum bundan pek farklı değil tabii. Sokağı süsleyen, hayata dair nelerden bahsedebiliyoruz; önemli zatlar, camiler, türbeler, çeşmeler, ince zevkle yapılmış sanat eserleri… Üsküdar’ın Selâmsız semtindeki 1951 yılında bir tarafı kır, bir tarafı bahçeli, toprak yollu Bağrıyanık Sokağı’nı -ismi değişmediyse- bugün görenler manzarayı bir yorumlasın. Orayı bilemem ama buralar hep otopark.
On cami, yedi mescid, dokuz tekke, beş kahvehane, üç mektep, iki ayazma ve saymakta zorlandığım kadar çeşme Koçu’nun Üsküdar’a dair aktardıklarından sadece bazıları. Üsküdar camilerinin çoğu yıkılmış ya da harap olmuş. Bugün acaba yerinde duruyor mu diye gidip bakmak isteyenler için birkaç cami adı verelim: Babüssaadeağası Camii, Çinili Camii, Ağa Camii, Ayazma Camii… 1506 yılında yaptırılan Babüssaadeağası isimli bu cami, 1926’da çıkan bir yangında yanar. Mimar Sinan’ın eseri Vâlide-i Atik adıyla bilinen Eski Vâlide Camii... Bir rivayete göre yaptıracağı caminin yerine bir türlü karar veremeyen Nurbânu Sultan’a rüyasında şöyle denir: “Yaşmağını Beşiktaş iskelesinden bırak, camiini rüzgârın yaşmağı götüreceği yere yap.” Bu rivayet halk arasında çeşitli şekillerde anlatılır. Üsküdar’da İmrahor ile Şemsipaşa arasında Ahmed Çelebi mahallesinde Ahmed Çelebi Camii ise sadece dini yönüyle değil, Anadolu’ya neferlerin gönderildiği siyasi bir merkez olma özelliği ile de önem taşıyor.
Kimler yok ki bu ansiklopedide...
Koçu’nun bu önemli eserinde ilginç ayrıntılarla birlikte birçok şahıs göze çarpıyor. Mesela İstanbul’un okumuş, kahve parasına herkesten evvel davranan bir Alâeddin Bey gibi, bir de ayaktakımından yüzünde kavgasının izlerini taşıyan Ahmed (Şeyhcamili Tabak) gibi kabadayılarına da yer verir. Said Halim Paşa’nın kardeşi, Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa suikasti, Abdülâziz devrinin ilk fotoğrafçıları Abdullah Şükrü Efendi ve kardeşi, Abaza modasını başlatan Abaza Mehmed Paşa, ‘Nevruziye’ adında bir sarı zerrin yetiştiren Galatalı Abdullah Çelebi... (Bu çiçeğe Nevruziye denmesinin sebebi, ilk çiçeğini bir Nevruz günü vermesindendir.) “Bir kere bilse o şûh hâli perişânımızı / Rahmedip yakmaz idi bu derece cânımızı” şarkısının bestekârı Ahmed Ârifi Bey… İstanbul Ansiklopedisi’nde adı geçen şahıslardan sadece bazıları.
Ahmet Rasim’den etkilenen Koçu için ‘edebi bir tarihçi’ denir. 6 Temmuz günü Sirkeci’de bir apartmanda vefat edinceye kadar araştırmaya devam eden Reşat Ekrem, hiç evlenmez. Lâkin evlat edindiği genç, öldükten sonra bütün arşivini satar. Ressam ve şair yönüyle de tanınan Koçu, vakâları hikâye üslubu ile anlatmasına rağmen yazdıklarında tarihi gerçekleri değiştirmeden aktarır. Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde geçen tam ibareyle Osmanlı’nın tesir ettiği son yüzdür o.
Sevâl Günbal yazdı