Peygamber (s.a) aşkının ete kemiğe bürünmüş haliyle, nesir ve şiirlerinde bir ömür bu aşkı terennüm eden Mustafa Necati Bursalı, sönüp giden bir devrin ardından otopsiye en fazla muhtaç isimler arasında gelir. Muhtaçtır, çünkü sahteliklerle örülü modernizm ve inkılâpların atbaşı gittiği devirde tamamladığı hafızlık eğitiminin ardından bütünüyle ilme vakfedilmiş ömrünü ‘güzel bir ölüm’le noktaladı. Hastalıklarla geçen ilk çocukluk ve gençlik çağlarından sonra, maveranın dünyadan daha çok güzellikler bahşettiğini akıl süzgecinden geçirmiş, kalp gözünden seyretmişti. Öyle ki hastalığının bir döneminde, Peygamberi (s.a) rüyasında görmüş, Peygamberin (s.a) ona, ‘korkma, iyileşeceksin’ dediğini nakletmişti.

Rivayet muhtelif olmakla birlikte, Bursalı’nın yirmi küsur yıl süren memuriyet hayatında yazmadan geçirdiği bir tek gün olmadığı söylenmektedir. Öyle ki Peygamber (s.a) delisi bir âşık olarak Mustafa Necati, eserlerinde yoğunluğuna ve derinliğine hâkim kudretli kalemiyle bu aşkın cisimleşmiş örneklerini verdi. Bu örnekler şiir başta olmak üzere, tasavvufla yoğrulmuş araştırma ve incelemelerden mürekkep eserlerdir. Özellikle 1965 yılından sonra hayatının verimlerini günlük gazete ve aylık dergilerde okurla paylaşırken sığındığı iman kalesinden peygamber sevgisinin nasıl olması gerektiğine dair numuneler neşretmiştir.

Onun yakınında bulunanlar, evsaflıca ilim, dirayetkâr hilm ve yüksek ahlak sahibi olduğu hususunda hemfikirdirler. Teslimiyetinin nişanesi olarak, eserlerinde ‘ben’ ifadesini kullanmadığı belirtilir ki, önemli ölçüde bir gerçeği barındırmaktadır bu görüş. Zira ona göre ‘ben’lik, şeytanın fısıldadığı bir cinayet vasıtası olarak ‘ümmet’ bilincini unutturmakta ve insanları o eşsiz sevgiden mahrum bırakmaktadır.

‘Al eline kalemi, yap bir vav harfi bakayım’

Şiirlerinde daha çok düşünce ekseninde Mehmed Akif ve Necip Fazıl etkisinin gözlendiği, ayrıca Yunus Emre’nin ayrıcalıklı olduğu; nesirlerinde ise tasavvuf temelinde yükselen bir yol izlediği belirginlik kazanmıştır. Tasavvuf konusunda, “Tasavvuf, insanları İslâm dinine ulaştıran bir yol, Allah’a, Peygamber’e yaklaştıran bir kapıdır.” cümlesi içerisinde eserlerini bir ömür boyunca bıkmaksızın vücuda getirir.

Bu arada hat sanatının ustalarından da icazet alır. Öyle ki bu konuda kendisiyle yapılan bir söyleşide, mütevazılık edip kimliğini gizler ve şöyle bir olay nakleder: “Eskiden kitapçıların bulunduğu Bedesten’de büyük bir çınar ağacı vardı. Bütün edebiyatçılar o ağacın altında toplanırlardı. Orada bir dükkânda Hâfız Osman’a ait bir ‘vav’ harfi asılıydı. Adamın biri gelip onu saatlerce seyredip giderdi. Bu durum dükkân sahibinin ilgisini çekti ve adamı içeri çağırarak, ‘Al eline kalemi, yap bir vav harfi bakayım.’ dedi. Adamın yaptığını görünce ‘Tamam, sana bakmak serbest.’ diyerek adamın dükkândan çıkmasına izin verdi. Sonra o adam bu sanatı öğrendi, o ‘vav’ harfini oradan satın aldı.”

Mustafa Necati Bursalı’nın çok yönlü bu kişiliği, onun âşıklık istidadının anadan doğma olduğuna en büyük delalettir. Çünkü Bursalı’nın sanatçı kişiliği, aynı zamanda sanata duyduğu aşkı peygamber (s.a) sevgisiyle birleştirebilme maharetini gösterebilmesinden kaynaklanmaktadır. Bütün eserlerinde, yakıcı bir arzunun bitmek tükenmek bilmeyen kaynağını paylaşır cümle okurla. Bıkmaksızın okur ve yazar. Hastalıkların tükettiği bünyesinde pırıltılı bir kalp ve keskin bir zekâ taşımaktadır. Eserlerinin dili zarafetle süslü, hitabeti oldukça kuvvetli ve naif kalemiyle gönülleri fetheder mahiyettedir.

29 Eylül 2009 tarihinde özlediği maveraya, peygamber (s.a) âşığı bir divane olarak göç eden Bursalı, bir şiirinde manada vefanın terkibine atıfta bulunur gibidir. Allah gani gani rahmet eylesin. Amin.

Yıllar var, ben O’nu hiç unutmadım

O beni sorar mı, hatırlar mı ki?

Büsbütün silinip gitti mi adım,

Gönlünün vefası bu kadar mı ki?

Arif Akçalı yazdı