Edebiyatçıların yaşadıkları çağa tanık olmak gibi bir sorumlulukları belki keskin kurallarla belirlenmiş bir kıstas değildir ama yazmak aynı zamanda şahit olmaktır da. Kurulan her cümle aslında yaşanan çağın bir nevi aynasıdır. Geçmişi bırakın, günümüz için de geçerli bir yargı bu. Günümüzde de yaşanan iç ve dış gelişmeleri bir şekilde eserlerine taşıyan edebiyatçılar, yarınlar için bir kaynak bırakmış da oluyorlar ister istemez.
Çanakkale bir zaferdir ve tarihimizde de millet olarak Çanakkale dendiğinde içimizde çırpınıp duran heyecanın ve coşkunun tarifine bazen kelimeler bile kifayetsiz kalır.
Çanakkale savunmasının devam ettiği yıllarda Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın, Osmanlı entelektüellerine yönelik Çanakkale cephesine bir daveti var. Davetin tam metni şu şekilde: "Vazifelerini, askerlerimiz gibi maatteessüf ciddi ve fedakârane ifaya muvaffak olamayan genç şair ve ediplerimizden bazılarını mevki-i harbe davet buyurmuşlardır. Aynı zamanda bir iki ressam, bir iki musikişinas, birkaç fotoğrafçı ve sinemada med’uvven sahne-i harbe azimet edeceklerdir. Arkalarında haki renkte elbise ve kollarında beyaz zemin üzerine gayet zarif yapılmış yeşil yapraklardan ibaret bir nişan bulunacaktır."
Bu davete uyan şair ve yazarlar yollara düşüp Çanakkale’ye gidiyor. Bu yolculuk ile ilgili ayrıntıları Beşir Ayvazoğlu, Kapı Yayınları arasından çıkan (2015) “Edebiyatın Çanakkale’yle İmtihanı – Arıburnu ve Seddülbahir’de 10 Gün” adlı eserinde anlatıyor.
Çanakkale yoluna düşen edebiyatçılar
Edebiyat adamlarının Çanakkale’ye gitme sebebi belli. “Vazifelerini, askerlerimiz gibi maatteessüf ciddi ve fedakârane ifaya muvaffak olamayan genç şair ve ediplerimizden” diyor davetiye. Beşir Ayvazoğlu; şair-yazar, ressam, musikişinas, birkaç fotoğrafçının 10 gün süren bu yolculuğu hakkında kaleme aldığı kitabında hem yaşananları hem de günün şartlarını anlatıyor.
Mehmed Emin Yurdakul, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf Razi, Nazmi Ziya, Çallı İbrahim, Ömer Seyfeddin, Celal Sahir Erozan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Yekta Madran, Müfid Ratib, Ali Canip Yöntem, İbrahim Alaettin Gövsa, Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Hıfzı Tevfik Gönensay, Hakkı Süha Gezgin, Muhiddin Bey ve Selahaddin Bey Çanakkale’ye giden heyetteki isimler.
Beşir Ayvazoğlu’nun bir tespiti var kitapta. Bu isimlerin ideolojik yakınlık içinde olduğunu söylüyor Ayvazoğlu. Bunun da listeyi hazırlayan Ziya Gökalp’in tercihi olduğunu vurguluyor. Peki neden? Ayvazoğlu bu uygulamanın yolculuk esnasında bir tatsızlık çıkmaması için yapıldığını söylüyor. Süleyman Nazif ve Cenab Şahabeddin gibi isimlerin bu sebepten tercih edilmediğini de ekliyor.
Halide Edib’in de kadın olduğundan dolayı davet edilmediği bilgisi yer alıyor kitapta. Bir de şu notu var Ayvazoğlu’nun Halide Edip ile ilgili olarak: “Ne var ki Halide Edip, Türk Ocağı’nda Ermeni meselesi hakkında İttihat ve Terakki erkanını ve Türkçüleri rahatsız edecek görüşler ileri sürmüş, Ermeni bestekar Kütahyalı Gomidas Vartaped’le yakından ilgilenmişti. Daha da önemlisi Çanakkale muharebeleri bütün şiddetiyle devam ederken, İtilaf donanmasının Boğazlar’ı geçmesi ve İstanbul’un işgal edilmesi halinde neler yapılması gerektiğini tartışmak üzere Merkez-i Umumi tarafından Bilgi Derneği’nde düzenlenen gizli toplantıda bazı Türkçülerle ters düşerek şiddetli bir tartışmaya girişmişti.”
Çanakkale’ye dair neler yapıldı?
Heyet-i Edebiye’den beklenen neydi? Çanakkale’den döndükten sonra oradaki izlenimlerini kaleme almaları ve bunların tarihi bir belgeye dönüşmesi. Elbette döndükten sonra izlenimlerini aktaranlar var. Ayvazoğlu kitapta bunlardan bahsediyor.
En ayrıntılı yazanlardan biri Hamdullah Suphi. “Çanakkale Serüvenini Gördüklerimiz” adıyla İkdam gazetesinde sekiz bölüm halinde yazıyor bu geziyi. Hamdullah Suphi’nin anlatımından Çanakkale’nin nasıl bir savaş alanı olduğu apaçık belli oluyor: “Yollarımızın iki tarafında, başları kefiyeli taburlar akıp gidiyordu. Cenup güneşlerinin yaktığı bu mütenasip, güzel çehreler, kızgın bir sıcağın havalara gerilmiş beyaz alevi içinde sessiz sessiz sarı bir dumana karışarak bir bulut ortasında cenk yerlerine koşuyordu. O yanık kalabalık arasında öyle kartal burunlu, şahin gözlü delikanlılar vardı ki, bakışlarındaki o eski vakar ve temkin, tunçtan vücutlarındaki o çalak, ince endam ile onları birer birer ayırıp başka milletlere ‘Bunlardan daha dinç, daha sağlam, daha yakışıklı erkekleriniz var mıdır?’ diye gösterebilirdik.”
Kitapta öyle bir ayrıntı var ki tam da bugün Afrin’de yaşadıklarımızı anlatıyor gibi. Afrin’e doğru giden askere sorulan “Nereye gidiyorsunuz?” sorusuna askerimizin verdiği “Kızıl elmaya.” cevabı gibi bir diyalog yaşanıyor Çanakkale yolunda. İbrahim Alaettin’in anlattığı bir olayı aktarıyorum. Gelibolu yolunda arkadaşına nereye gittiğini soruyor. Arkadaşı “Arıburnu’na bal yapmaya” diye cevap verince İbrahim Alaettin bu cevap üzerine şu dörtlüğü yazıyor: “Kıvırıp o cansız bileklerini/ Kaçırıp İngiliz bebeklerini/ Ürkütüp kafirin sineklerini/ Şu Arıburnu’nda bal yapacağız.”
İbrahim Çallı da döndükten sonra “Yaralı Asker” adlı bir resim çizer Çanakkale’ye dair.
Heyet tam anlamıyla savaş ortamına uygun haldedir. Askeri kıyafetler ile asker çadırlarında kalırlar. Cephedeki ilk günleri “Tayyare geliyor” sesleriyle başlar.
Cepheden dönen heyet Çanakkale’de yaşadıklarını gazetelerde yayınlar. Beşir Ayvazoğlu yazılanların çoğunun kuru, zorlama metinler olduğunu söylüyor kitabında. Bunun sebebi olarak da ödenmeyen telifleri ve yazarların savaşın gidişatına dair umutsuz olmalarını gösteriyor.
Beşir Ayvazoğlu’nun bu kitabı, özellikle savaş ve edebiyat konularına meraklı okuyucular ile Çanakkale’deki dünyada ses getiren bir mücadeleyi anı tadında okumak isteyeceklerin tercih edecekleri bir çalışma.
Beşir Ayvazoğlu, Edebiyatın Çanakkale'yle İmtihanı, Kapı Yayınları
Mustafa Uçurum