Farklı coğrafyalarda hüküm süren Müslüman devletler medeniyet adına asırları aşıp günümüze kadar ulaşabilen pek çok iz bıraktılar. Bazı memleketlerde bırakılan bu izler nispeten korunsalar da özellikle kaybedilen topraklardakiler büyük bir kıyıma uğratıldılar ve neredeyse bir elin parmakları kadar azaldılar. Her şeye rağmen ayakta kalabilenler içine düşürüldükleri bu mahzun durumdan kurtulmayı bekler gibiler. Ne var ki onların bu bekleyişleri asırlar alacak kadar uzun sürebilmektedir. Sadece mevcut tarihi eserlerin fotoğraflan bir araya getirebilirse Asya’dan Afrika’ya, hatta Avrupa’ya uzanan bugünün modern ülkelerinden alınacak her bir kare resimde bile güçlü bir iktidarın damgası, ustaların göz nuru, el emeği ve sanat anlayışının gizlendiği rahatça fark edilir.

İşte bu eserlerden bir tanesi var ki adeta her şeye meydan okurcasına: “Ben ölmedim, beni inşa eden sultanları ve nesillerini düşmanları yok ettiler ama ben ayaktayım, beni inşa eden ustaların hatırasını daha nice nesillere aktaracağım” edasıyla yapıldığı dönemin gururunu taşımaktadır. Bu eser, bugünkü İspanya’nın büyük bir bölümüne 800 yıl hükmeden Müslümanlar tarafından inşa edilmiş olup Musa b. Nusayr komutasındaki ordu tarafından 712 yılında fethedilerek kendilerine ilk merkez yaptıkları İşbiliye şehrindeki bir minaredir. İslam dünyasının bir zamanlar en batı ucu olan güneybatı Avrupa’da yer alan ve İspanyolların Sevilla adını verdikleri, devrin Müslümanlarının ise İşbiliye dedikleri şehrin ortasında bütün ihtişamıyla göklere uzanan minare 900 yıldır dimdik ayakta durmaktadır.

Camilerin hemen yanı başında, bazen dört bir tarafında uzanan çoğu zaman ince ve alımlı bir mimari unsur olarak ilk göze çarpanlar daima minarelerdir. Minaresiz cami olmadığı gibi camii inşa edilmeden de tek başına minare zaten yapılmaz. Ama öyle zaman olur ki ya camii veya minareden birisi ayakta kalıyor ve mütemmimi konumundaki en yakın unsur tabii bir afetle veya bir düşman eliyle yıkılabiliyor, veyahut başka bir yapıya dönüştürülebiliyor. Bir zamanlar Arusu Bilâdi’l-Endelüs, yani “Endülüs Yurdunun Gelini” olarak vasıflandırılan İşbiliye’nin Ulu Camii ve devasa minaresi 150 yıl Müslümanların ibadet ettiği mekân olarak kaldılar Çünkü Ulu Camii İşbiliye’nin 1248 yılında Hristiyanların eline düşmesiyle katedrale dönüştürülürken, minaresi ise çan kulesine çevrilerek buradan okunan ezanlar susturuldu, üstelik minareye bir de isim bulundu: Giralda.

Bütün Endülüs’te yapılan en görkemli camilerin başında Kurtuba Ulu Camii gelirken büyüklük bakımından İşbiliye Ulu Camii de ondan geri kalmıyordu. Bugün bile onun sureta değiştirilmiş hali bile Roma’daki Sen Pierre ve Londra’daki Saint Paul’den sonra üçüncü büyük katedraldir. Minaresinin mimari tarz olarak Kuzey Afrika yani Mağrib mimarisi özelliklerini taşıması bir rastlantı değil, bilakis aynı döneme ait olmanın bir sonucudur. Çünkü 11. yüzyılın ortalarından itibaren Endülüs’te gittikçe artan Hıristiyan bas-kınları karşısında çaresiz kalan Müslümanlar dönemin Kuzey Afrika’daki en güçlü iktidarlarının idaresine girmekten başka çare bulamadılar. Önce 1091 yılında Murabıtlar’ın hakimiyetinde kalan bu İslam diyarı daha sonra bunları yenerek bütün Kuzey Afrika’yı tek idarede toplayan Muvahhidlerin’in eline geçti. Endülüs mimarisi ile Mağrib mimarisinin ayakta kalabilen nadide eserlerinden bu minare Muvahhidler dönemine aittir.

Endülüs’ün en görkemli Ulu Camisi inşa edilmeden önce yerinde daha önceki asırlarda burada mabetler inşa edilmişti. Hatta Vizigotlar burayı alınca ilk kiliselerini ibadete açtılar. Müslümanlar ise İşbiliye’yi alınca yaptıkları camilerin inşaatı için yıkılan kiliselerin malzemelerini kullandılar.

İşbiliye’nin ilk Ulu Camii Endülüs Emiri İkinci Abdurrahman tarafından dokuzuncu yüzyılda bugünkü Salvador Kilisesi’nin yerinde inşa edildi. Fakat şehrin sembolü haline gelecek olan Giralda’nın yanındaki Ulu Camii Muvahhidler dönemine ait olup halife Ebu Yakub Yusuf b. Abdülmümin (1163-1184) bugünkü katedralin bulunduğu yere bu şehre layık muazzam bir camii yapılmasını istedi. 1172 yılında mimar Ahmed İbn Baso’nun başlattığı caminin inşaatı dört yılda tamamlandıysa da açılışı 1182’de oldu.

İslam dünyasının üç kule minaresi

Mağrib camii mimarisinde Tunus’taki Kayrevan Camii’nde şekillenen yeni unsurlar giderek olgunlaşmış ve özellikle minareler Muvahhidler döneminde devasa kuleler şeklinde inşa edilen bir yapı olarak tezahür ettiler. İçlerinden üç tanesi hala ayakta olup bunlara yapıldıkları 12. yüzyılda “Üç Kızkardeşler” denilmekteydi. Bunlardan ilki Merakeş’i kendilerine Mağrib’teki payitaht merkezi yapan Muvahhidler’in 1158’de inşa ettikleri Kütü biye Camii’nin minaresi olup kaidesinin her bir kenarı 12,5 met re uzunluğunda kare planlıdır, yani 156,25 metrekarelik bir alan üzerinde başlayıp gittikçe daralan ve zeminden itibaren 67 metre yükselen oldukça görkemli bir yapıdır. İkincisi yine Muvahhidler’in Endülüs’teki ikinci payitaht merkezleri olan İşbiliye’de 1172-1182 yılları arasında arasında inşa ettikleri Ulu Camii’nin minaresi olan bugünkü adıyla Giralda’dır. 13,61 metre uzunluğunda kenar ölçüleriyle kare planlı ve 185 metrekareden biraz fazla bir zemin üzerinde bugünkü uzunluğuyla 97,5 metre yükselmektedir. Roma eserlerinden getirilen taşlarla inşa edildi. Üst kısmı ise bütün Muvahhid eserlerinde görüldüğü gibi tuğla ile örüldü. Aslında Giralda üst üste bindirilen iki kuleden ibaret olup her ikisi arasında basamak yerine hafif meyilli çıkış yolu yapıldı. Minarenin tepesine kadar ise, adeta duraklama yeri olarak 35 aynı bölme konuldu. Bunun sebebi ise şerefeye yaşlı müezzinlerin katır sırtında çıkabilmeleri içindi. Üçüncüsü ise bugün Fas’ın başkenti olan Rabat’ta 1195-1196 yıllarında kaidesinin her bir kenarı 16 metre uzunluğunda yine kare bir zemin üzerinde ve 256 metrekarelik bir alan üzerinde 80 metre yükselen Hasan Camii’nin minaresidir. Ancak bu minare Giralda’dan sonra yapıldığı halde onun yüksekliğini yakalayamamıştır.

Giralda’nın mimari bakımdan Kütübiye’den etkilenmişse de süsleme olarak ondan daha da zengin olduğu biliniyor. Bu tarz da inşa edilen dördüncü minare ise Cezayir’in Tilimsan şehrinde daha geç bir döneme rastlamaktadır. Ebu’l-Hasan Ali tarafından 1331-1348 yılları arasında inşa edilen Mansura Camii’nin bu minaresi ise Rabat’taki Hasan Camii’ninkinden izler taşımaktadır.

İspanyollar 19 Kasım 1248 tarihinde ele geçirdikleri İşbiliye’nin Ulu Camii’ni derhal bir katedrale çevirdiler. Hristiyan ordularının başındaki kral Üçüncü Fernando atıyla minareye çıktığında bu esere hayran kalmıştı. Caminin 1356 yılında yaşanan bir depremle yıkıldığını iddia etmektedirler. Onun temelleri üzerinde bugünkü yeni bir katedralin inşasını ise 1402 yılında başlattılar ve 1506 yılında tamamlayarak adını “Catedral de Santa Maria de la Sedea” veya “Catedral de Sevilla” yani Azize Meryem veya Sevilla Katedrali olarak değiştirdiler. Oysaki bugün bile katedralin inşasında kullanılan malzemelerin yıkılan camiye ait olduğu bilinmektedir. Hatta giriş kapısının arka planında gizlenen mimari unsurların camiye ait olduğu kolayca görülmektedir. İspanyollar sadece Ulu Camii tahrip etmediler, Giralda dedikleri minareyi de kendi anlayış biçimlerine göre değiştirmekte sakınca görmediler. Ama onu yıkamadıkları için ana özelliğini korumak zorunda kaldılar. Bugün İşbiliye’nin en yüksek yapısı olma özelliğini koruması ondan daha uzun bina inşa edilmesinin şehir idaresince yasaklanmasından kaynaklanmaktadır.

1356 yılında İşbiliye’de yaşanan deprem ile minarenin bakırdan taç kısmı kayboldu ve camii de büyük hasar görünce 1401 yılında yıkılmasına karar verildi. 1558 yılında Giralda’nın tepesi ne mimar Hernan Ruiz adlı bir mimar tarafından on yıl süren bir işçilikle Rönesans mimarisine uygun haç kulesi yerleştirildi. Minarenin tepesine yerleştirilen ve 1288 kilo ağırlığında hava fırıldağı tarzında rüzgarla birlikte kendi etrafında dönen bir bayan heykeli yerleştirildi. Mimar Ruiz heykele Giraldillo, minareye ise Giralda adını koydu.

16. yüzyılda yapılan bazı ufak değişiklikler dışında minarenin yapıldığı özellikleri korunurken 19. yüzyılda Muvahhidler’den kalan minareye özellikle bazı süslemeler silindi. Günümüzde sadece çan kulesi ve turistler için şehri oldukça yüksek bir noktadan seyretmeye yarayan bir kule olarak kullanılmaktadır.

1928 yılında İspanya devletinin milli kültürü eserleri arasında sayılan Giralda 1987 yılında ise Dünya Kültür Mirası arasında alındı.

Kristof Kolomb’un mezarı da Giralda’nın yanındaki Katedral’dedir.

Ahmet Kavas

Kültür dergisi, Sayı: 8