Yassıada Saati için henüz hazırlığı olmayan merhum Menderes’in Eskişehir yolundan Kütahya istikametine kıvrılan otomobili, ‘makam’ sahibini artık son kez ağırlamaktadır. Çevrilen otomobile yaklaşan ihtilalin kudretli generallerinden Muhsin Batur’un tok sesi, meseleyi kavramakta bir an zorlanan merhumu ansızın çaresiz bırakmıştır: “Sayın Başvekil, Milli Birlik Komitesi’nin kararı üzere sizi tevkif ediyorum!..” Manzaranın koyu renklerinden habersiz Menderes, gönül rızası(!) ile bindiği ‘ihtilal otomobili’nde sunulan filtreli sigarayı reddetmiş ve fakat Enis Batur’un babasının ikramı, filtresizin dumanını sessiz ve derinden çekmiştir içine. Dar kapının eşiğinde bekleyen hayat bir vekilin, hem de başvekilin aynadan yansıyan aksine hüzünle karşılık vermektedir.
Bu sevdadan vaz geçildi mi artık?!
27 Mayıs’ın gadrine uğramışlar için memleket sevdası, namlunun ucunda siyaset yapan seçilmişleri, atanmışlar nazarında pek küçük düşürmüş, koltuğun hakkı bir tarafa, yağlı urganın parası dahi canına kıyılanların acılı sahiplerinden bilahare tahsil edilmiştir. Amaç da bu değil midir zaten? Ruhuna sinen korkuyu beklemektense hasmının ruhundan söküp çıkaracaksın!..
Yakın dönemde “Ordu Göreve!” pankartı altında sözümona demokratik haklarını kullanan üniversitelerde yuvalanmış cübbeli takımı için mesele sanıldığı gibi öyle laiklik filan değildir. Kulluk haklarından mahrum bırakılan Müslüman kimliğin karşısında cansiperane savunma psikozunda seyreden sözde ilim erbabının filimleri, Batı’nın yazılı kültürüne sarılanlar arasında alabildiğine komik kaçmıştır. Kemalist rejim, varlığını borçlu olduğu ordunun çetelere, kumpaslara tav olması karşısında bocalamış ve kutsandığı değerleri inkâra kalkışmıştır. Konuşulması gereken de budur aslında. ‘Savaşta aslan Mehmet, barışta asılan Mehmet’e dönüşmüş ve de ‘Savaşta çiğnetmedim hilalimi ama / Barışta düştü üzerime gölge gölge haç’ çıkarımına izahat getiremeyen rejim, ordu başta olmak üzere Pinochet kuklalığından bıkmışa benzemektedir. Acaba öyle midir gerçekten?..
Bir acı broşür!
Yenilerde elime geçen, 1960 yılının Ekim ayında T.C. Milli Birlik Komitesi İrtibat Bürosu tarafından yayınlanan Yassıada Broşürü, 36 sayfadan ve dört bağımsız bölümden oluşmaktadır. 1. İnkılâbın Sebepleri, 2. İnkılâbın Gerekçesi, 3. 27 Mayıs’ın Mânâsı, 4. Yassıada tarihçesi.
Cübbeli takımından dönemin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Rektörü Sıdık Sami Onar başkanlığındaki heyetin imzasını taşıyan broşür, adaya gelir-giderken binilecek geminin bölümlerine, ilgili talimatnameye ve de Yassıada’da yargılamanın yapılacağı mekânın krokisine varıncaya kadar işinin ehli tarafından incelikle hazırlanmış. Bu utanç vesikası, günümüz eğitim ve askerî sistemine hakim zihniyetin (Kemalizmin) meselelere bakışında bir değişiklik yaratmış mıdır pek bilinmez ancak 27 Mayıs 1960 süreciyle gelişen darbe zihniyeti; inanç, kültür, değer, ortak kanaat, hukukun üstünlüğü, medeniyet algısı ve insan hakları açısından şu an itibarıyla gelinen Türkiye fotoğrafında önemli bir yer işgal etmiş ve etmektedir. Yaptıkları ihtilali ‘okumuş çocuklar’a yazdıracak kadar goşist, gözü dönmüş tavırlar sergileyen dönemin kurmayları ve hakimleri için esas mesele, Menderes’te remz haline gelen onurlu bir geçmişe sahip ve fakat unutturulmaya çalışılan ruh kökünün bağlı bulunduğu medeniyet hamlesinin tez elden başının ezilmesiydi. Acaba öyle olmuş muydu gerçekten?
Demir urganlarla ördük Anayurdu dört baştan!
Türkiye tarihi uzak ve yakın planda ezilmişlerin tarihidir. Cumhuriyet’in inşa sürecinde girilen bu yol, şiddeti merkeze alarak ‘kanla, irfanla kurdurulan’ rejimin biricik yol haritası olmuştur. Bütün yıllar boyunca, taşları yerine oturtmak ülküsü, rejim bekçilerinin detaya indirgenen hamleleri eşliğinde, önemli ölçüde ‘Müslüman avcılığı’ üzerinden bir seyir izlemiştir. Zira modern oldukları ileri sürülen sözde rejimlerin bir noktada mevcut rejimle omurgalı veya omurgasız mutabakatı sağlanabilirdi. Yani bir sosyalistin, faşistin veya liberalin sistem içerisinde angajesi mümkün iken İslâmî tavrı doğru orantıyla sergileyebilen bir Müslüman için sistem içerisinde erimek gibi bir şey söz konusu dahi edilemezdi.
Bu noktadan hareketle, geçmişin hesabını yapan yeni rejimin bekçileri, durumdan vazife çıkarmakta elbette gecikmeden provokasyonlar eşliğinde, yığınları darağaçlarında sallandırmaktan bir an olsun geri durmadılar. Şeyh Sait İsyanı başta olmak üzere, sözde Menemen tiyatrosu ve diğerleri, bütünüyle bir ümmetin asil bir sınavı olarak tarihteki yerini çoktan almıştır. Fakat 27 Mayıs ihtilali, bir milletin topyekûn ıslahı yolunda emir-komuta merkezli, askerî zevatın organizasyon ve silaha dayalı gücünü gösterircesine tertiplenen ilk hamle olması bakımından önem taşımaktadır. İslâm davasının devlet katında göreceği imtiyazın bir bakıma sınanışı olarak 27 Mayıs ihtilali, bürokrasinin asker karşısında söz geçiren olmak istidanın vahşice tırpanlanışı olmuştur.
Son dönem siyasî provokasyonlar üzerinden ikbal elde edebilmenin sayrılığına düşenler için ‘laiklik’, posası çıkmış bir zihin kontrolünden başka bir şey değildir. Zira ihtilalin namlusu millete doğrulduğu an hak ettiği tokatı uzunluğuna bakılmaksızın milletten görecektir!..
Arif Akçalı yazdı