Fotoğraf şöyle:
Kırk kişilik bir sınıfta kara tahtanın önünde, yazılı sorularını tahtaya yazdıktan sonra sınav süresince gözlüğünün üstünden arada bir çocuklara bakıyor. Masada o ayın edebiyat dergileri… Çocukların Fransızlara “Fransız” olduklarını biliyor da, yine de mevut müfredatı ne kadar aşabilirse o kadar öğretecek. Kapı kapalı… Pencerelerden yüzüne yansıyan gri ışık, o yağmurlu havanın hüznü, orta yaş bir Sezai Bey portresine benziyor profilden… Masaya bırakılan soru kağıtları ve sessizce çıkan öğrenciler. Son öğrenci de çıktıktan sonra, dışarda gittikçe kararan, gittikçe yağmurlanan hava, içeride ölgün ışıklar…
Kalkıp ışığı kapatıyor…
O loşlukta, kara tahtada tebeşirin bir ölçüde fosforlandığı o “sınıf” havasında, sınıfsız bir yüreğin şiirini yazmak için, bir a dört çekiyor alttan, dolma kalemle, kendi hayatının şiirini yazıyor. Mürekkep de yanıyor gibi bir hisle…
Fazla sözcüklere, dikiş atarken parmağına bulaşan kana, sözcükleri uçururken avuçlarındaki tırnak izlerine, sözcüklerin peşinden koşarken ruhunun giysilerinin dünya çalılarına takılmasına aldırmadan, hüznünü de yağmurlaştırarak, izlerine can dökerek, doğal olana, insani olana, asıl yurda ait olana meftun bir sarhoş gibi şiirini bitirip, ışıkları yakıyor.
Çantası elinde ağır adımlarla evinin, kütüphanesinin yolunu tutuyor.
Uzun bir sızıyla söyledi şiirlerini
Evinin yolunu tutarken, onlarcasına rastladığınız bir taşra insanı sadeliğinde, tanıdığı bakkala, manava, memura selam verirken, az önce içini dökmüş olmanın rahatlığı yanında, bu kadere kayıtlı insanlar arasında acıya kayıtlı olmanın yalnızlaştırdığı iç dünyasına da köprüler kuruyor yahut köprüler atıyor dizelerle…
O dizeleri, Hacı Taşan dinlerken, Çekiç Ali, ne bileyim Muharrem Ertaş dinlerken, Neşet’in o her söyleyişte kendini tazeleyen türkülerine dalarken efkarlanan insanların gözbebeklerine bir gülümseme olarak bırakıp, kendisi de dışarıdan bakınca dünyası şehrinden ibaret bir Orta Anadolu insanı donunda evinin kapısına varıyor.
El ayak çekilince, evinde de el ayak çekilince kendi yalnızlığına çekiliyor usulca…
Cahit Yeşilyurt bu, şairimiz.
Can Dökerim İzlerine ve Yağmurlar Kitabı’nın şairi…
Uzun bir sızıyla söyledi şiirlerini…
Toplu Şiirleri “Yıkıldı Bak Güneşin İskelesi” adıyla kitaplaştı…
52 yıllık dünya hayatında eli de dua gemilerinin yanaştığı bir iskele oldu.
Yüzü de ülkemin karanlık dönemlerinde bir güneş iskelesiydi.
Böyle biliriz.
Mehmet Aycı yazdı