Sınıfları şenlenen okullar... Cefakâr ve vefakâr öğretmenler… Mütebessim öğrenciler… Taze hedefler… Ders, müfredat, imtihan ekseninde umutlu yolculuklar… Kısaca eğitim ve öğretim serüveni…
Eğitim ve öğretimin okul, aile ve öğrenci faktörlerinin hepsinin ayrı ayrı öneme sahip olduğu disiplin ve inanç gerektiren bir süreç olduğunu hemen hemen herkes kabul eder. Öyle ki bu paydaşlardan bir tanesi görevini layıkıyla yerine getirmezse süreç işlemez olur ve tıkanır. Gidişattan da en büyük zararı yeni nesiller görür. Bu durumun vebalinin büyüklüğü tahmin bile edilemez. Zira söz konusu olan çocuklarımız ve geleceğimizdir.
Öğrenci bir bakıma taptaze bir tohumdur. Önce ekilecek, gerekli hassasiyet gösterilerek bakımı yapılacak, sonra da bereketli topraklar üzerinde yetişecektir. Akabinde millete ve memlekete faydalı olacaktır. Aydınlık yarınlar için gaye bu olmalıdır, çalışmalar bu doğrultuda yapılmalıdır.
Öğrenci her hâliyle talep edendir. Öğretmenlerinin, ailesinin gözlerinin içine bakmakta, onlardan hep bir şeyler beklemektedir. Talepleri karşılandığı oranda yenileriyle mutlaka gelecektir. Eğer doğru bir hedef ve yol gösterildiyse bu talepler; kendisini yetiştirme, topluma faydalı birey olma yönünde gerçekleşir. Derslerine her zamankinden daha çok önem verir, ödevlerine ayrı bir ehemmiyet gösterir, okula koşa koşa gider, öğretmenlerine saygıda kusur etmez. Memleketi adına hoş hayaller kurar. Ne kadar güzel bir durum, ne hoş bir manzara değil mi?
Talepler karşılanmaz ve doğru bir yol da gösterilmezse eyvah ki ne eyvah… Öğrenci zamanla okuldan, aileden kopar ve kendince yeni hedefler dolayısıyla da yeni yollar bulma çabasına girişir. Hele ki uygunsuz insanları arkadaş edinip, lüzumsuz mekânları mesken tutmaya başladıysa geri dönüş artık çok zordur. Telefon, televizyon, tablet, internet, sigara vb. bu yolun iştah kabartan yasaklı meyveleri olur. Kalem, defter, kitap, okul lügatlerden de hayallerden de çıkar. Ne kadar kötü ne kadar acı.
Öğrencilerin başarılı olup ülkesine faydalı bir evlat olmasında da başarısız olup yük olmasında da en önemli iki etken okul ve ailedir.
Okulun temel taşını teşkil eden öğretmen mesai kavramından sıyrılıp çabasına çaba katmadıktan, dersi sadece sınıfa has görmeyi bırakmadıktan, her bir öğrenciye kendi evladıymış gibi hususi özen göstermedikten, başarısız olup sınıfta kaldığı zaman üzülmedikten sonra eğitim, gerçek manada hayat bulmuş sayılamaz.
Bir öğretmen düşünün ki öğrenciler soru sormaya korkuyor, oturduğu yerden ders anlatıyor, derste bile elinden telefon düşmüyor, öğretmenler odasında ev, araba borsa dilinden düşmüyor, ders dışında öğrencilerin hiçbir sorunuyla alakadar olmuyor, öğrencilerin kişilik özelliklerinin gelişimi adına hiçbir sosyal-kültürel etkinlik düzenlemiyor. Okula gelen velilere surat asıyor, onlara vakit ayırmıyor, öğrenciyle ilgili görüşme gerçekleştirmiyor. Kendisini yenilemiyor, kitap dahi okumuyor. Bu kapsama okul idarecilerini de dâhil edebiliriz. Böyle bir ciddiyetsizlikten ortaya ne çıkabilir ki! Hiçbir şey.
Eğitim süreci sadece öğretmen ve öğrenci ile bitmemektedir. Bu süreçte aileler de en az onlar kadar önemlidir ve sorumludur. Çocukların maddi ihtiyaçlarının karşılanıp okula gönderilmesiyle mesele tamamlanmış olmuyor ne yazık ki. Asıl mesele ondan sonra başlıyor. Aileler, eğitim ve öğretimde çok önemli bir kontrol mekanizmasıdır. Öğrencinin her hâlini takip etmekle mükelleftirler. Çocukları kendi hâline bırakmak hiç de insanî bir yaklaşım değildir. Bu mantık çocukları göz göre göre ateşe atmaktır. Aileler, okul ile birlikte çocuklarına bir hedef belirlemeli ve bu hedefe giden yolda onları asla yalnız bırakmamalıdırlar. Karşılaştıkları her zorlukta düştükleri her umutsuzlukta yanlarında olmalıdırlar. Derslerini, okula devamını, ödevlerini, ilgi ve istidatlarını, davranışlarını, sosyal hayatlarını bilhassa takip etmeleri gerekir.
Günümüzde maddî imkânsızlıklar sebebiyle okula devam edememe durumu yok denecek kadar azdır. Hatta yoktur diyebiliriz. Çok şükür devletimizin vatandaşlarına sunduğu imkânlar artmıştır. Tam donanımlı okullar, öğrenci sayıları azalan sınıflar… Her alanda olduğu gibi eğitimde de ülkemiz çağ atlamıştır.
Asıl sorun evin içindedir. Bir aile düşünün ki ortak hiçbir noktaları yok. Hiçbir paylaşımları yok. Anne sürekli ev işleriyle ve televizyonla/sosyal medyayla meşgul, baba işten eve yahut işten kahveye şeklinde bir hayat idame ettirmekte, çocuk/lar ise kendi hâlinde… Anne-baba çocuğun hiçbir meselesinden haberdar değildir. Okula gitmiş mi, derslerini yapmış mı, arkadaşları kimdir, nereye gider, nereden gelir hiç bilmemektedirler. Bunlara ayıracak zamanları dahi bulunmamaktadır. Böyle bir şey olabilir mi? Sağlıklı ve bilinçli bir toplum böyle meydana gelir mi? Bu durumda okulun da öğrencinin de yapabileceği pek fazla bir şey yoktur aslında. Sonuç hüsran. Hem aile hem de ülke adına… Ne yazık ki günümüzde böyle vakalarla çok fazla karşılaşmaktayız.
Eğitim gibi hayatî bir yolculukta yapılması gereken bellidir: Okul ve aile iş birliği. Bu iş birliğinin öğrenciler üzerinde olumlu neticeler vermesi muhakkaktır. Öğrenci; okul ve aile tarafından amacına ulaşma gayesinde ve kendini gerçekleştirme yolunda ciddiyetle takip edilmeli, her hâli rehberlik hizmetleri kapsamında birlikte değerlendirilmelidir. Veliler, okul ve öğretmenlerle sürekli irtibat halinde olmalıdır. Meseleler paylaşılarak çözülmelidir. Zira hayat bir paylaşmadan ibarettir ve istişare bizim kültürümüzde önemli bir yer tutar.
Kadim medeniyetimizin izini sürecek, millî ve manevî değerlerimize sahip çıkacak, millet ve memleket sevdalısı nesiller yetiştirmek için eğitimde kuşatıcı ve kapsayıcı bir “Okul-Aile İş Birliğine” ihtiyacımız var. Hem de zaman kaybetmeden.
Nuri Pakdil üstadımızın dediği gibi “Yarın geç olmakla meşhurdur.” Ülkemiz için, çocuklarımız için, geleceğimiz için “Şimdi değilse ne zaman?”