Düşüncenin yazgısında hep yalnızlık, ızdırap ve akıbeti belirsiz bir yolculuk vardır. O, meçhule yelken açmak gibidir çoğu zaman. Müşterisi azdır düşüncenin. Düşünce yola düşmeyince, yola çıkmaya talip olmayınca talibine göz kırpmaz. Ne var ki bu ülkede hâlâ düşüncenin izini süren, hakikat talipleri var. Bunlardan birisi ise, istikrarlı bir çizgide faaliyetlerini sürdüren Kültür Ocağı Vakfı’dır. Kısa adı KOCAV olan vakıf, Türk düşüncesi ve Türk kültürünün hayatiyeti, sürekliliği için talebe yetiştiriyor, eser veriyor, dergi çıkarıyor.
Yine KOCAV tarafından yayınlanan ve geçenlerde elimize geçen Düşünce dergisi ile istikbal adına heyecanım ve umudum biraz daha arttı. İsmi Düşünce ama içerikle uyuşuyor mu diyorsanız, bunu temaşa etmek için sadece bir iki noktaya dikkat çekeceğim. Karar düşünceye talip olanların olacak.
Hür tefekkürün bozkırı: Düşünce
Düşünce dergisi, ilk sayısı ile çetrefilli bir alana girmiş ve dosya konusu olarak bu ilk sayılarında “Türkiye’de ve Dünyada Entelektüel”i işlemiş. Derginin kapağını araladığınızda sizi öncelikle M. Fatih Karakaya’nın takdim yazısı karşılıyor. Ve “Düşünce”ye rotasını çizdiren ilk metin diyeceğimiz yazısına, “Düşünce: Hür tefekkürün bozkırı” nitelemesiyle başlıyor. Hâlihazırda vakıf tarafından çıkarılan Türk Kültürü İncelemeleri ve Rengahenk dergileri ile KOCAV bültenini zikreden Karakaya, ancak “hür tefekkürün destursuz at koşturacağı bir bozkır” olmaması ihtiyacına mukabil Düşünce dergisinin de yayına başladığını deklare eden bir yazı yazmış. Genel bir “entelektüel” analizinin akabinde Türk düşünce hayatımızı değerlendiren yazının sonunda varılan nokta şu: Akademisini, entelektüelini pazarın bir parçası yapıp bağımlı kılan sistem elden geçmeli ve entelektüelin namusunu kurtaracak akademide acil bir reform yapılmalı…
Eğitim dilini İngilizce de Arapça da yapmak ihanettir!
Dosyanın geneline girmeden hakiki bir âlim İhsan Fazlıoğlu hocanın söyleşisine hemen baktım. Bir solukta ama sindire sindire okunan söyleşi bana kalırsa derginin de en can alıcı taraflarından birisi olmuş. İhsan Hoca ile, “aydın”, “münevver”, “entelektüel” tanımlarından yola çıkarak, uzun bir soru ile düşünce yolculuğuna çıkılmış. Bize intikal eden ama sıhhati tartışılır olan “aydın” kelimesini aydınlanmaya, Yunan/Helenistik felsefeye bağlayan Fazlıoğlu, ilkece maddenin yani dünyanın karanlık olduğunu iddia eden bu düşünce ve mümessilleri hâlâ içinde yaşadığımız çağın da karanlık olduğunu iddia eder, diyor. Ancak İslam düşüncesi ne maddeyi ne insanı karanlık olarak kabul eder. Münevver ve aydının kimliğinin oluşumunu ise ona verilen vazifeler tayin eder; yani düşüncenin ayrıcalıklı failinin düşünen değil, vazifesini yapan, bir fikre sahip olan değil, fikri savunan kişi olarak niteler.
Peki aydınlanma, uygarlaşma adına yapılan ihanetleri nasıl yorumluyor Fazlıoğlu? En büyük ihanet elbette yabancı dilde eğitim. Bunu “İngilizce öğrenmek farz- ı ayn ama İngilizce eğitim ihanettir” şeklinde dile getiriyor. “Anadil ile düşünmeyen düşünmez, düşünemez; izler, takip eder, taklit eder, o kadar…” sözünü de ilave ediyor. İngilizce eğitiminden daha tehlikeli bir gidişatı da yine İhsan Hoca dile getiriyor: Tüm ilahiyat fakültelerinin eğitim dilini Arapça yapmak. Bunun da aynı şekilde bu ülkeye yapılacak en büyük ihanet olduğunu söylüyor. Bunun çözümünün bir uluslar arası ilahiyat olacağını da ekliyor. Şu satırlar altı çizilmesi gereken önemi haiz: “Dil söz konusu olduğunda Anadolu ve Balkanlarda yaşayan biz Türkler için başka bir durum daha söz konusudur; o da dilimiz dinimiz haline gelmiştir. Bu nedenle dinimizi korumak için dilimizi de korumak zorundayız. Yine de kabul etmek gerekir ki, tek başına dil insanı düşünür ya da bilgin kılmaz; gerekli ama yeterli değildir…”
Aydın’a reddiye
Aydın kavramına ve aydın sınıfının memlekette yol açtığı tahribata da değinen Fazlıoğlu, aydın’ın hayır diyemeyen adam olduğunu zira varlığını gücü onaylamaktan ve meşrulaştırmaktan aldığını dile getirirken, Türk aydının da bu noktada karanlık, aydınlatmayan, milleti götürüp yabancıların çıkarlarına râm eden sınıf olarak niteler. Bir gazetede okuduğu söyleşide aydını tarif eden cümleleri de aktaran İhsan hoca, aydın, entelektüel denen zümrenin ölülerin dahi nasıl gömüleceğini, tabutun nasıl taşınacağını, toprağın nasıl atılacağını bilmeyen bir sınıf olduğunu nakleder ve bu sınıfın entelektüelliğini değil, varoluşunu tartışırım sözlerinin bütün gerçeği ifade ettiğini de ifade eder.
Düşünce’den yansıyan diğer yazılar
Düşünce elbette yeni bir dergi ama sadece ele aldığımız söyleşi değil, diğer yazıları da dosyanın ağırlığını taşıyan evsafta. Özellikle Tahsin Görgün’ün “Alim, Arif, Aydın” yazısı; Elif Darıcı’nın “Bir Entelektüel Hastalığı Olarak Mükemmeliyetçilik” yazısı, Semra Sucu’nun “Tutulmuş Akılla, İroniye Bağlanan Bel” yazısı, M. Fatih Karakaya'nın çevirdiği John Carrol’un “Entelektüellere Rağmen” yazısı ve diğer dosya yazıları hepsi ayrı bir değerlendirme konusu. Düşünce’yi bir de KOCAV’dan izleyin. İbrenizi şaşırmayacaksınız.
Kâmil Büyüker, “Düşünce”den haber verdi