Sanat dallarından hepsi toplumu yüceltir ve toplum ruhunun daha naif bir seviyeye taşınmasına yardımcı olur. Hepimizce kabul gören bu gerçekle birlikte edebiyat alanında topluma ve bireysel olarak insana katılan değer ise paha biçilemez. Her türüyle yazın kendi toplumunun diline bir nehir yatağı gibi yön verir, aslında aynı nehir yatağı o suyun akmaya başladığı ilk anda oluşmuşken. Hele ki o su, kaynağından fışkırmaya binlerce yıl öncesinden başlamış ise ve mucizeleri içinde barındırıyorsa, o toplumu tarihten istese de hiçbir güç silemez çünkü toplumun ruhu olan dilin bir vücuda ya da devlete ihtiyacı yoktur.  Şöyle diyor Ömer Seyfettin:

“Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır. Bu manevi vatanın istiklali, kuvveti; resmi ve milli vatanımızın istiklalinden daha mühimdir. Çünkü vatanını kaybeden bir millet, eğer lisanına ve edebiyatına hâkim kalırsa mahvolmaz, yaşar ve yine bir gün gelir siyasi istiklalini kazanır, düşmanlarından intikam alır.”

Tam da bu noktada o suyun debisi dergilerdir diyebiliriz. Hem genç hem de usta kalemlerin bir araya geldiği dergiler adeta bir edebiyat okulu görevini görüyor. Eski yeniye yine eskilerin tabiri ile ‘el veriyor’. Yeniler ise kendinden katarak yola devam ediyor. Sonuç olarak da Türk Kültürü ve Edebiyatının gelişip güçlendiğine an be an tanık oluyoruz, tabi eğer öz diline hassasiyet duyan ve dergilerle bağ kurmayı bir borç olarak gören entelektüel bir yaklaşıma sahipsek. Günümüzde içtiğimiz suya bile para vermek zorunda kaldığımız dünya düzeninde emek dolu dergiler için ayıracağımız bütçe, içtiğimiz suyun gerekliliğine denktir en nihayetinde. Kâğıdın yaşlandığı ve yerini torunu e-kitaba bıraktığı şu günlerde yeni nesil o içi emek dolu yeni basılmış kâğıt kokusunu anlayabilir mi bilmem ama belki de bu anlamda yol gösterici olması gereken biraz da büyükler olmalıdır. Öyle ki İstanbul çıkışlı ve zincir marketlerde satılan çoğu dergilerin bile hükmü bazen 3 – 5 sayıyı bile geçemezken tüm bu zorluklar içinde Anadolu’dan sesini duyurmaya çalışan, milli değerlerimizi ve öz kimliğimizi yücelten Edebice Dergisi şöyle diyor internet sitesindeki Hakkımızda kısmında:

Onlarca yıldır hazırdan yiyoruz. Tükenmeye yüz tuttu söz heybesinin varı. Pörsüttük, posasını çıkardık insanlığın var olduğu günden, günümüze dek söylenenlerin. Artık yeni şeyler söylemek lazım! Yinelenmeyen bir “yeni”nin peşinde, edebice duyuş ve edebice söyleyiş için ilk sayısı Mayıs 2016’da yayımlanan kültür, sanat, fikir ve edebiyat dergisi”

Ve Ocak ayında 21. Sayısını çıkaran bu derginin dosya konusu ise “Türkün irfanını öyküye taşıyan yazar: Ömer Seyfettin”. Bir bakıyoruz kaynaktan ilk fışkıran Ömer Seyfettin olmuş, yatağıyla yön veren de Edebice. Çünkü hepimiz biliriz ki birlik ve beraberlik tam olarak budur. Türk Dili/Kültürü ve Değerleri söz konusu olduğunda kimden el alacağını bilmek hassasiyetini gösteren dergiden güzel bir kaç alıntı sayesinde ilginizi çekmek ümidi ile yazımı sonlandırmak istiyorum:

“Ömer Seyfettin nelerin ve kimlerin okunması gerektiğini bilmemenin bir zekâyı mahvettiğini, belki bir dehanın meçhul kalmasına sebebiyet verdiğini vurgular” (syf 19, Yıldırım TÜRK)

“Sade fakat zengin bir milli dille, milli bir edebiyat meydana getirme iddiasında bulunmak ve bu iddiayı otuz altı yıl gibi kısacık bir ömür içinde eserleriyle ispat etmek, her kalem erbabına nasip olmayacak bir mazhariyettir” (syf 16, Prof. Dr. Şahin KÖKTÜRK)

“Türkiye’nin geleceği Türk insanının bekasına; Türk insanının bekası da Türk kültür ve irfanının yaşatılmasına bağlıdır. İşte bu ilişki ağı içinde Ömer Seyfettin gibi şahsiyetler de merkeze oturmaktadır” (syf 8, Prof. Dr. Şaban SAĞLIK)

Elif Arpacı

http://edebice.net/