Tarihi şahsiyetler günümüze şüphesiz çeşitli süzgeçlerden geçmek suretiyle yansırlar. Kimi zaman resmi ideoloji, kimi zaman yanlı tarih yazıcılığı, kimi zamansa tahrip edilmiş belgeler bu süzgeçleri oluşturur. Tarihçiler, gazeteciler, yazar ve şairler kendi siyasi, ideolojik ya da dini görüşleri gereğince tarihe mal olmuş şahsiyetler hakkında kendilerince hüküm verirken zaman zaman tarihi belgeleri çarpıtırken kimi zamansa doğrudan iftira ve hakaret yolunu seçebilmektedir. “Galat-ı meşhur, lügat-i fasihten evladır.” sözünün de ifade ettiği üzere yaygınlaşan bu yanlış ve yanlı görüşler zamanla tarihi birer hakikat olarak algılanmaya başlar. Hâl böyle olunca; “Onlar yalana inandırır, biz hakikate inandıramayız!” sitemi kaçınılmaz olur işin aslını bilene.
Şeyh Bedrettin, hakkında pek az şey bilinmesine rağmen Türk siyasi tarihi içinde önemli bir figür olarak karşımıza çıkan on dördüncü yüzyıl Osmanlı mutasavvıfıdır. Vahdet-i vücut felsefesini benimsemiş, Muhyiddin-i Arabi’nin görüşlerinden etkilenmiş, ehl-i sünnete bağlı bir çizgide seyretmiştir. Fetret Devri’nde Çelebi Mehmet’e karşı savaşan Musa Çelebi’nin Edirne’de saltanat sürdüğü sırada kazaskerlik görevini yapmıştır. Çelebi Mehmet kardeşine galip geldikten sonra Şeyh Bedrettin’i İznik’te ikamete mecbur kılar. Şeyh Bedrettin burada “Varidat” adlı eserini yazar ve görüşlerini halka anlatmaya başlar. Müridlerinden Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal daha sonra Aydın ve Manisa’da ayaklanır. Ayaklanmalar bastırılır ve her iki mürid de halkın gözü önünde öldürülür. Daha sonra Şeyh Bedrettin de yakalanarak ibret olsun diye çıplak bir şekilde asılarak öldürülür. Şeyh Bedrettin’in Türk siyasi tarihinde ve Yeni Türk şiirinde önemli bir figür olarak ortaya çıkmasını sağlayan unsur ise Hasan Aktaş Hocamız’ın ifadesiyle “Bizans tarihçisi Dukas’ın spekülatif yorumlarından” kaynaklanır. Hasan Aktaş; “Dukas, o zamanlar ‘Dede Sultan’ olarak bilinen Börklüce Mustafa’yı Türklere karşı olan önyargısı nedeniyle kendi bakış açısından oldukça subjektif bir biçimde anlatır. Şerafettin Yaltkaya da Dukas'’n bu görüşlerini objektif ve bilimsel görüşlermiş gibi alır ve benimser. Hatta benimsemekle de kalmaz, onun bu görüşlerini halka yaymaya çalışır. Şerafettin Yaltkaya da Bedreddin’le ilgili birincil kaynaklara ulaşmaya çalışmaz” ifadeleriyle söz konusu çarpıtmaya işaret ediyor.
Türk şiirinde Bedrettin figürünün bu denli önem kazanmasında Nazım Hikmet’in yazdığı “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı” adlı şiir önemli rol oynamıştır. Bu şiirle Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin’in şahsında Sosyalizm'e tarihi bir arkaizm kazandırmayı amaçlıyor. Ardından pek çok şair aynı tarihi arkaizmi kullanarak Bedrettin’i bir devrimci olarak resmetmeye çalışmıştır. Hilmi Yavuz, Attila İlhan, Cahit Sıtkı Tarancı, Haydar Ergülen, Ahmet Telli, Murathan Mungan gibi pek çok şair Nazım’ın şiirinden mülhem bir şekilde Şeyh Bedrettin’i bir devrim şehidi olarak sunmaya çalışmışlardır.
Bizans Tarihçisi Dukas, Börklüce Mustafa’nın “… kadınlardan başka her şeyin, yani yiyecek, giyecek, çift, ekilmiş tarlaların insanlar arasında müşterek olma akidesini telkin ediyordu…” şeklindeki görüşlerinden bahseder. Hasan Aktaş, bu ifadelerin Börklüce Mustafa’ya ait olduğuna dair Dukas tarihinin dışında hiçbir kayıt ve belge olmadığını, dahası Dukas’ı doğrulayacak herhangi bir belgeye de bugüne kadar ulaşılamadığını belirterek Nazım’ın bu satırlarla kendi Marksizm ideolojisi arasında bir benzerlik bularak ideolojisine tarihi bir zemin oluşturma yolunu seçmiştir. Hasan Aktaş, “Kardeşler arasındaki savaşı Musa Çelebi kazanmış olsaydı Şeyh Bedrettin olayı muhtemelen hiç başlamadan bitmiş olacaktı” diyerek bu olayın bir anlamda bir çeşit iktidar ve şair savaşı olduğunu belirtir.
Şeyh Bedrettin, ilk olarak Niyazi-i Mısri tarafından şiire konu edilir. Niyazi-i Mısri, Şeyh Bedrettin’i büyük bir mutasavvıf ve Allah dostu olarak sunar, okuyucuya. On altıncı yüzyıl halk şairlerinden olan Hakiri de Şeyh Bedrettin’i Hallac-ı Mansur gibi Hak yolunda can veren bir Hak âşığı olarak görür. Nazım Hikmet’e kadar Şeyh Bedrettin şiirde mutasavvıf kimliğiyle ve Varidat adlı eserinin kutsiyetiyle ele alınır. Öte yandan Necip Fazıl ve onun etkisinde kalan şairlerse Şeyh Bedrettin’i devlete karşı isyan eden bir asi olarak görür ve Ona karşı bir tavrı benimser.
Hasan Aktaş, Şeyh Bedrettin’in en önemli eseri olan Varidat’ın da şeyhin kendisi tarafından yazılmış olmayabileceğini iddia eder. Söz konusu eserin içeriğinin oluşturulmasında klasik kitap düzenine uyulmadığını ve ikinci hatta üçüncü ağızdan ifadelerin kullanıldığını belirten Aktaş, eserin muhtemelen şeyhin müridleri tarafından ölümünden sonra sohbetlerini derlemek suretiyle oluşturulmuş olabileceğini ifade ediyor.
Özet olarak Şeyh Bedrettin hakkında eldeki bilgiler hem kısıtlı hem de güvenilir değilken Bizanslı bir tarihçinin yanlı ve spekülatif yorumlarını referans alarak onun hakkında hüküm vermek ve bu hükmü başkaca tarihi belge ve bulgularla destekleme ihtiyacı duymadan siyasi bir imge olarak şiire malzeme yapmak; Türk şiirinin imge zenginliği açısından bir kazanç olsa da tarihi ve dini bir figürün bir ideoloji uğruna harcanmış olması açısından üzücüdür.
Sonuç olarak Şeyh Bedrettin; Ehl-isünnete bağlı bir Şafi olmasına rağmen Alevi Bektaşi tarikatlarınca sahiplenilmiş, Marksist felsefenin çığırtkanlığına alet edilmiş şanssız bir tarihi figür olarak çıkıyor karşımıza.