Gazeteci Ece Üner ile haberci ve yazar yönünü konuştuk. Ekran dışında neler yaptığını, edebiyat alanındaki enlerini bizlere değerlendirdi. Habercilik ile yazım sanatının birbirini beslediğini söyleyen Üner; habercilikte olaylar, duygular, insanlar yani her türlü malzeme var. O harç ile neler yapacağınız ise size kalmış, diyor.

Haberciliğe nasıl başladınız, bir hikâyesi varsa dinlemek isteriz?

Mesleğe önce muhabir olarak başladım. 7 sene kadar muhabirlik yaptım. Koç Üniver­sitesi mezunuyum, sosyoloji ve tarihi çift ana dal olarak okuyordum, tam da o dönemde Irak savaşı patlak verdi. Dolayısıyla sadece tarihe tanıklık etmek değil, tarihin taslağını yazmanında habercilikten geçtiğini öğren­dim. Çünkü insanlara iletiş biçimiyle, tarihin yazılış biçimine aracılık eden şey, tarihin tas­lağını yaşayanlardır. Bir tarih öğrencisi olarak bundan daha büyük bir nimet olamazdı. Tari­he tanıklık etmenin ve tarihin taslağını yaz­manın bir farkındalık getirdiğini hissettim. Habercilik meselesi böyle gelişti.

Canlı yayın yapıyorsunuz; anlık hataları nasıl tolere ediyorsunuz?

O an kıvrak bir zekâ ile çok hızlı hareket etmeniz ve demoralize olmamanız gerekiyor. Gaf insana dair bir şey, insan gaf yapar. Panik hali ekran için tehlikeli çünkü insanı saplan­dığı çamurun içinde çeker. Bir şekilde hızla toparlanabilmek, hızlı düşünmek ve kendini doğru şekilde ifade etmek önemli. Artık iç­tenlik çok önemli, eskisi gibi kendini kasan tavırlar kalmadı. Çünkü insanlar eskisi gibi ekranın başında sadece oturmuyor, şimdi ha­berin içerisinde ve etken konumdalar, sosyal medyada her şeye yorum yazıyorlar. Dolayı­sıyla içten ve olduğunuz gibi biri olursanız, ne kadar onlardan birisi olduğunuzu gösterirse­niz, işiniz o kadar kolaylaşıyor.

Sürekli değişen gündem içerisinde ha­berciliğin zorlukları nelerdir?

Türkiye haber malzemesi çok olan bir ülke ve bir doktor gibi telefonunuz 24 saat boyunca açık, müthiş bir çalışma gerektiriyor. Her gün kendinizi güncellemeniz gerekiyor. Mısır dar­besi ve Gezi Parkı olaylarında 9-10 saat boyun­ca yayında kaldığım dönemler oldu. Muhabir­ken çok önemli haberlere imza attığım da oldu. Fakat habercilik suya yazı yazmak gibi, 5 saat önce yapılmış hangi haberi hatırlıyorsunuz? Hatırlamıyorsunuz, dolayısıyla biraz vefasız…

İnsana dokunan haberleri önemsiyoruz

Yayında nelere dikkat ediyorsunuz ve hassasiyetleriniz nelerdir?

Show Haber olarak önceliğimiz insana dokunan ve hayatın içindeki haberlerdir. Ha­ber kanallarında saat başı haberler olduğu için malzeme çok oluyor ve bu malzemeyi de tüketebileceğiniz bir alanınız var. Oysaki haber akışı, hayatın akışı gibidir. En başta siyaset ha­berleriyle başlıyoruz. Çünkü Türk insanı spor takip eder gibi siyaset haberlerini de takip edi­yor. Bunların dışında çocuk ve kadınlar ile ilgili meseleler ve sokak önemli. Haber akışı, bir günün hikâyesi gibi; giriş, gelişme ve sonuç var. O günün duygusu nedir, günün öne çıkan fotoğrafı var mı? Zamanında Aylan bebek kı­yıya vurduğunda insanlık kıyıya vurdu, dedik…

Yoğun çalışma programınızda kendinize vakit ayırabiliyor musunuz?

Bütün vaktimi çocuğumla beraber geçiri­yorum. Vakit buldukça tiyatroya gidip zihnimi besliyorum. Okumasını bilene küçük çocuklar en iyi kitaptır. Arada yemek yaparak deşarj oluyorum, kitap okuyorum. Şiir yazıyorum; ke­limeleri o kadar biriktirmişim ki cebimden dö­külmeye başladılar. Haberin duygusu üzerime sindiği zaman, bana dokunan, beni acıtan ve mutlu eden, aklıma yeni anlamlar getiren ke­limeleri bir kenara not ediyorum. Daha sonra o kelimeler bazen şiire, bazen hikâyeye dönü­şüyor. Haberde gördüğünüz Ece dışında bu var.

Spor derseniz; eskiden koşuyordum, şimdi ar­tık çocuğumun peşinden koşuyorum. Doğayı çok seviyor, hem yeşili hem denizi çok seviyor. Bizim evimiz deniz kenarında bu yüzden onu her gün iki kere bahçeye çıkartıyorum. Uzun mesafe yürütüyorum. Hiç bebek arabası kul­lanmadım, insanlar ile göz hizasında temas kursun ve özgüveni gelişsin diye kangurusunu takıyorum. Onunla kilometrelerce yürüyoruz.

Bir başucu kitabınız var mı?

Evet, var; Küçük Prens… Hepimizin içeri­sinde küçük bir çocuk var, onu öldürdüğümüz andan itibaren hayat sevincimizi, yaratıcılığı­mızı, ümidimizi de öldürüyoruz. Yaşamak umut etmektir, bir çocuktan öğrenebileceğimiz çok şey var. Mesela; istediğin şey için sonuna kadar diretmek ve zihnini meşgul edebilecek bir şey bulmak… Ben büyüyünce ne olacaksınız soru­sunu da çok yanlış bulurum. Hatta küçükken de büyümek istemiyorum diye cevap verirmişim. Çünkü en güzel şey, çocuk kalabilmektir. Bu ki­tap bir şeyin ederini değil, değerini hatırlatıyor, en önemli vurgularından bir tanesi budur. Me­sela kitabın başlarında şöyle diyordu: Biriyle ar­kadaşlık ettiğinizde, anne ve babanız hemen ne iş yapar ve ne kadar kazanır diye sorar. Oysaki evinin boyası pembe mi balkonunda menekşe çiçeği var mı diye sormaz. Çocuklar birbirlerini tanımak için farklı yöntemler kullanıyor. Bizler ise çok fazla maddiyat üzerinde duruyoruz. Bu kitap unuttuğum şeyleri hatırlatıyor.

Duygular içimde biriktiği zaman acı veriyor

“Olduğu Gibi” isimli bir şiir kitabınız var. Yazar kimliğinizi konuşmak isterim, yazma aşaması nasıl oldu?

Ben okumayı öğrendikten sonra sırt çan­tamda hep bir fıkra ve şiir kitabı olurdu. Mizahı çok severim. Çünkü hayatın öyle çekilir hale geldiğini düşünüyorum. Mizah bana çok iyi gelir. Hayatın size indirdiği darbeleri kendinde eriten bir şok emici olarak görüyorum. Zaten ciddiyet akıl fukaralığıdır. Benim çok sevdiğim bir laf var; mizah bir tevekkül, zekâ, özeleşti­ri ve kabullenmiş olmayı gerektirir. Ben duy­gusal birisiyim, yengeç burcuyum. Duygular içimde çok fazla biriktiği zaman arıza yapıyor ve acı veriyor. Onları boşaltmak ve birazda zih­nime iyi geldiği için yazıyorum. Mesela, yata­ğımın kenarında mutlaka kâğıdım ve kalemim vardır; aklıma bir kelime gelir yazarım.

İkinci bir kitap gelecek mi?

Gelecek. Biraz karışık düzen yazdım, sarkazm de çok severim. Yazdıklarım mıs­ralara da dönüşebilir, çok kısa cümlelere de. Dolayısıyla melez bir şey gelebilir.

Çocuk kitabı yazmayı da düşünüyorsu­nuz diye biliyorum…

Düşündüm, istiyorum. Çocuk kitapları, hepsini katmayayım ama bana pek özenli gel­miyor. Çocuğum olduğundan beri daha çok çocuk kitabı alıyorum. Çocukların çok saf bir dünyası var, o dünyaya zarar verecek görsel­ler ve kelime seçimleri var. Türkiye’de çocuk kitapları daha özenli olabilir. Güzel örnekleri var ama çok sınırlı. Çocuğuma gönül rahat­lığıyla kitap okuyamıyorum. Bazı ifadeler o kadar ürkütücü ki onları okurken çevirmek zorunda kalıyorum. Bu kelimeler daha son­ra çocukların bilinçaltlarında travma olarak kalıyor. Bu konuda daha iyi şeyler yapılabilir. Ben de araştırma yapıyorum diyeyim.

Şiir yazmaya çok erken yaşta başlamış­sınız… Duygularınızı yazıda ifade etme ve edebiyata yönelme süreciniz nasıl oldu?

Yazmak benim yaratılışımda var diye dü­şünüyorum. Yaradan’ın yarattığı bir kul ola­rak hepimizin bir biricikliği var. Siz de resim olarak çıkar, arkadaşınızda fotoğraf olarak bende de yazı ile çıkıyor.

Yazarlar olaylara farklı açılardan ba­karlar, habercilikte olaylara farklı açılardan bakmayı gerektiriyor. Habercilikle yazarlığı­nız birbirine bağdaşıyor mu?

Bağdaşıyor, bir kere birbirini besliyor. Habercilikte olaylar, duygular, insanlar yani her türlü malzeme var. 5N1K dediğimiz şey size malzemeyi veriyor, o harç ile neler yapa­cağınız ise size kalmış. Her günün sonunda çöpe de atabilirsiniz, çöpe atmayıp duygula­rınız ile harmanlayıp bir esere dönüştürerek kalıcı hale de getirebilirsiniz. Etkilendiğiniz ilham aldığınız şeyler dolayısıyla habercilik ile yazım sanatı birbirini çok besliyor.

Kızıma piyano öğretmeye çalışıyorum

Peki, sanat ile aranız nasıl, ilgilendiğiniz bir sanat dalı var mı?

Mümkün olduğu kadar tiyatro oyunlarını kaçırmamaya ve sergileri gezmeye çalışıyorum. Ancak şimdilerde önceliğim sadece çocuğum. Bu yüzden artık çok fazla vakit ayıramıyorum. Onun dışında baleye meraklıydım, küçükken piyano çalışıyordum, evde bir piyano var, kızıma öğretmeye çalışıyorum. Çok ilgili ve müzik ku­lağı var. Kendi kendine şarkı besteliyor.

Kendinizde sevmediğiniz bir yön var mı?

Var, takıntılıyım ve düşünürken vurgun yiyecek kadar derine dalıyorum. Derin dü­şünme hali, kendinden daha çok başkalarını düşünme hali… İnsanları mutlu edeceğim diye düşündüğünüzde birisini mutsuz ediyor­sunuz; o da kendinizsiniz. Bir de bu güzel bir şey olabilir ama anlayan birisi için zor; söyle­nenin yanında susulanı da duyuyorum.

Yakın zamanda okuduğunuz ve sevdiği­niz bir kitap var mı?

En son dönüp dönüp okuduğum kitap­lar; “Çocuk Kalbini” ve “Çavdar Tarlasında­ki Çocuklar”. En son okuduğum şiir kitabı, Charles Baudelaire “Kötülük Çiçekleri”dir. Tolstoy’un “İnsanlık Halleri” ve Etienne de La Boetie “Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev” kita­bı da son okuduklarımdan.

İlham aldığınız bir şair var mı?

Özdemir Asaf’tan çok ilham alırım. Çün­kü onun şiirlerinde çok sarkazm vardır. Atilla İlhan’dan, Nazım Hikmet’ten de ilham alırım.

En sevdiğiniz şiir?

En sevdiğim şiir Yahya Kemal Beyatlı/Vuslat, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da severim.

 

Kitabın Ortası dergisi, Mayıs 2018, sayı 14.

Röportaj: Ezgi Aşık