Her insanın hayatında bir dönüm noktası vardır. Bence Ebubekir Kurban’ın hayatının dönüm noktası 90’lı yılların başında SHÇEK’e bağlı bir yurtta öğretmen olarak çalışmaya başlaması. Eğer o yurtta çalışmaya başlamasaydı, bugün, o vakte kadar -özellikle öğrencilik yıllarında- yalnız yaşadığı bir apartmanın merdiven altı dairesinde, binlerce kitaptan okuduğu kasıntı bilgileri sindirmemiş ve hayatın inceliklerini kaçıran bir asosyal “entel” olabilirdi. Tam da kendisinin iğrendiği insan tipi yani!Ebubekir Kurban

Allah muhafaza eylemiş ve bugün karşımızda siyasî muhabbetlere meyletmediğiniz sürece insan, hayat, sevgi, muhabbet, Allah, Kitab, peygamber konularında mutabık kalmayacağınız tek bir konu dahi olmayan bir Ebubekir Kurban var. Onu tanıdığımda zaten yıllardır röportajlarını sektirmeden takip ettiğim bir gazeteciydi benim için; tanıştığımızda ilk farkına vardığım şey, karşımdaki insanın röportajlarındaki gibi bir adam olduğuydu.

Hayalin hamal olmak ve sen hamalsın!

Bir gazetecinin, sadece soruları sorduğu hâlde nasıl da röportajlarına benzediğini Ebubekir Kurban’ı tanımadan anlamak zor. Elimizde onun yaptığı röportajların bir kısmının bir toplamı var: Baba Adı: Âdem, Ana Adı: Havva [Orhun Y., 352 s., 2012]. Röportajların sadece cilalı, yakası düzgün, şık insanlarla yapıldığı kanısını yerle bir etmek için yapıyor bu işi Kurban. Hamal, ayakkabı boyacısı, yazar, sürgün, kör, yetim, cüce, çoban, mucit… Hayatın ve onun etrafında, onun müdahalesi dışında örülen sistemin bir tarafıyla “çizgi dışı” ilan ettiği her kim varsa, işte onlar bu söyleşilerin odağındaki isimler.

Benim favori söyleşim Cemal Kaymaz ile yaptığı söyleşi. Eminönü’nde bir hamal olan Kaymaz’ın söyleşisinde hayatın özetini sunan bir cümle var zira: “Hayalim hamal olmaktı.” Düşünün bir: Doğuyorsunuz, büyürken önünüzdeki hayatı izliyorsunuz, hamal olmanın hayalini kuruyorsunuz, hayaliniz bu, göç ediyorsunuz/ettiriliyorsunuz memleketinizden, ne yapıp edip bir şekilde hamal oluyorsunuz: Hayalleriniz gerçek! Bir insanın hayatında, hayalini kurduğu yerde/işte olması kadar büyük bir mutluluk yoktur. Cemal Kaymaz, benim için mutluluğun, hayatın doyuma ulaşmasının idrakinin, bereketinin simgesi oluyor böylece.

Kitaptaki hangi söyleşiden bahsetsem diğerinin hakkı kalacak gibi. Mesela Erdal Azgın’ın, kör olduğu hâlde Fenerbahçe maçlarını kaçırmayışı bir yana, maçı nasıl izlediğini anlatırken söyledikleri insanın tüylerini diken diken ediyor.

Devlet: Bir “kaçmak isterken vuruldu” toplamı!

Hafızlığını on beş yaşında tamamlamış Kadir Sağlam’ın “sanki bütün evren beynimin içinde” demesi bir yanda çınlıyor, hafızasında üç binden fazla kitap olan ve bunları unutamayan Naida Camukova’nın “derdi” diğer yanda. Ömrünün kırk üç yılını hapiste geçirmiş Yavuz Gürhan’ın zindanlarının uğultusu içimde yankılanıyor, ya “kelebek olup uçmak isterdim” demesi? Yavuz Gürhan’dan, mahkûm bir akıl hastasının sevkedilmek için bekletildiği hapishanede kaçmak isterken nasıl vurulduğunu bir okuyun derim.

Sonra geçin, yetiştirme yurtlarında büyümüş, biri şimdi savcı, diğeri avukat iki ismin, Raşit Okur ve Hüsnü Ayaçan’ın yurtlara dair söylediklerini okuyun. Büyük imkânlar içre büyük hayatların nasıl küçük görüldüğünü, nasıl çarçur edildiğini, nasıl hesaba katılmadığını, nasıl “kaçmak isterken vuruldu”ğumuzu bir bir okuyun. En sonunda bir haymatlos [vatansız] olan Ferit Merikof’un söylediklerini, devlet tahayyülünü bir gözden geçirin, vatansız bir adamın devlet düşüncesini. Pardon, siyaset konuşmayacaktık değil mi patron? Öyleyse bir kez daha sivil şiir: “velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim.”

M. Fatih Kutan zaruri çizginin dışındaki adamları yazdı