Tarih boyunca düşünce ve bilim bir meşale gibi veya bir bayrak yarışı gibi elden ele, kültürden kültüre dolaşmış durmuş. Medeniyet dediğimiz büyük birikim Batılıların iddia ettiği gibi Batı’da doğmuş ve gelişmiş bir süreç değildir. Böyle bir iddia redd-i mirastır, nankörlüktür. Batılılar biliminin gelişim sürecinde İslam dünyasından aldıklarını göz ardı ederek eski Yunan düşüncesine atıf yaparlar. Oysaki Yunan eski Mısır'ın düşünce mirasını devralıp geliştirmiştir.
Bernard H. Lewis düşünce tarihi konusunda objektif kalabilmeyi başarmış az sayıdaki şarkiyatçıdan biridir. Müslümanların Avrupa’yı Keşfi kitabında Lewis kültürler arasındaki bilgi alışverişinin ve düşünce tarihinin detaylarını anlatır.
Müslümanlar hicri I. yüzyılın sonlarında ve özellikle II. yüzyılın başlarında o dönemin iki büyük devleti olan Fars ve Bizans topraklarını fethetmeye başlayınca bu bölgede gelişmiş düşünce birikimini almakta ve kendi içinde harmanlamakta bir beis görmediler.
Bilmeyi, öğrenmeyi ibadet olarak kabul eden Müslümanlar Doğu Akdeniz'e ulaştıklarında Bizanslı bilim çevreleri tarafından yazılan klasik eserleri gün yüzüne çıkarıp tercüme ettiler. Böylece eski Yunan’ın düşünce mirası Bizans üzerinden Müslümanlara geçti. Edebî eserlerden önce tarih, coğrafya ve siyaset konulu eserler tercüme edildi, daha sonra tıp ve felsefi eserlere ağırlık verildi. Yunancadan tercüme hareketi hicri III. yüzyılda sona erdi. Avrupa ortaçağın çöküntüsünü ve cehaletini yaşarken Müslümanlar ilimde üstünlüğü ele geçirmişlerdi. Bu durum Avrupa'da Arapçaya olan ilgiyi artırdı. XII. yüzyılda ilk Latince-Arapça sözlük hazırlandı.
1143 yılında Venedikli Başpapaz Petrus Venerabilis ilk Kur’an çevirisini tamamladı. Petrus İkinci Haçlı Seferi'nin başpapazıydı. Petrus, Toledo'da yayınladığı çevirisine “Corpus Toletanum” adını vermiştir. Bu eser 1543 yılında matbaa baskısı olarak da yayınlanmıştır. Petrus'un amacı “dini sapıklık” olarak gördüğü İslam’ı toplum nazarında düşmanlaştırmaktı. Bu yüzden Kur’an çevirisi bilimsel ve objektif olmaktan çok uzaktı. Petrus yayınladığı çeviride İngiliz Robert Ketton’un metinlerini kullanmıştı. Fen Bilimlerine meraklı olan Robert Ketton algoritma ve cebirin atası olan Harezmî'nin “Muhtasar el- Cebir vel Mukabele” eserini Latince’ye çeviren kişidir.[1]
Bilim ve düşüncenin çekim merkezi Avrupa oldu
1538 yılında Arapça grameri konu alan ilk Latince eser yayınlandı. XVIII. yüzyılda Fransızlar bazı okullarda küçük çocuklara yabancı dil (Arapça, Farsça, Türkçe) öğrenme zorunluluğu getirdiler. Zamanla buradan mezun olan gençleri Ortadoğu uzmanı olarak görevlendirdiler. Fransız Devrimi'nde ve Napolyon Savaşları'nda bu kadroların önemli etkisi oldu. Avrupa'nın birçok ülkesinde bilgi ve düşünce aktarımı amaçlı olarak doğu dillerini öğrenme furyası başlamışken XVIII. yüzyılın başlarına kadar hiçbir Müslüman araştırmacı batı dillerinden birini öğrenme gayretiyle bir gramer, sözlük veya dil ile ilgili bir eser hazırlama çalışması yapmamıştır. İhtiyaç duyulan tercümeler gayrimüslimler ya da yeni Müslüman olmuş tercümanlara yaptırılırdı.
Avrupalılar Doğu’dan yaptıkları tercümelerde ve alıntılarda çoğu zaman kaynak belirtmiyorlardı, hatta birçok eser yazarının değil, çevirmenin adıyla yayınlanıyordu. Haçlı Seferleri, sömürge amaçlı keşifler ve tercüme faaliyetlerinin artması sebebiyle bilim ve düşüncenin çekim merkezi Avrupa olmuştu. Fakat Avrupa Doğu’dan ve İslam dünyasından aldıklarını inkâr yoluna gidiyordu. Oysa Beytü’l Hikme’de eski Yunan filozoflarının eserleri Arapçaya çevrilirken onlardan üstat olarak bahsediliyor ve özellikle isimlerine atıf yapılıyordu.
1690 yılında Mağrip elçisi Gassâni “yazı değirmeni” adını verdiği matbaa adlı buluşu ülkesine haber veriyor ve o dönem İspanya'da yaygın hale gelen gazetelere dikkat çekiyordu: “Bu gazeteler heyecan verici yalanlarla dopdoludur.”
XVIII. yüzyılın ilk yarısında matbaanın Osmanlı İmparatorluğu'na girişi ile birlikte Avrupa ile etkileşim arttı. Avrupa'da basılan gazeteler Osmanlı Saltanat Şurası’nın incelemesi amacıyla Türkçeye çevrilmeye başlandı. İslam dünyasında ilk gazete örnekleri Mısır'da yayınlanmaya başladı. Mehmed Ali Paşa'nın yerine geçen yöneticiler bu konuya ihtimam gösterse de ilk gazete örnekleri başkent Kahire’ye hâkim olan Fransız devrim komitelerinin katkılarıyla Fransızca olarak yayınlanıyordu.
1790 - 1795 yılları arasında Fransa'nın İstanbul Büyükelçiliği'nde 15 günde bir Fransızca gazete yayınlanıyordu. 1796 da bu yayınlar daha teknik imkânlarla geliştirildi ve La Gazette Française De Costantinople adıyla Ortadoğu'nun ilk gazetesi oldu. 1800 yılında Mısır'da Abdullah Mino, et- Tenbih adlı ilk Arapça gazeteyi çıkardı. Osmanlı'da ilk gazete 1832 yılında yayın hayatına başladı. 1834 yılında posta teşkilatının kurulması ile trajı arttı ve uzak bölgelere dağıtılmaya başlandı. Osmanlı'da ilk gayri resmi gazeteyi 1840 yılında William Churchill adında İngiliz bir müteşebbis çıkardı. Gazete tek sayfadan oluşuyordu. İran'da ilk gazete 1835 yılında Mirza Muhammed Salih tarafından resmi haber gazetesi olarak yayın hayatına başladı.
Vicdan sahibi bir isim: Andre MIQUEL
1826 yılında Paris'e giden Mısırlı Şeyh Rifa’ Fransa'daki durumu şöyle tasvir ediyor:
“Halk günlük olarak yayınlanan kâğıt parçalarına Jurnal ve Gazete adını veriyor, bu gazetelerde birtakım yalanlar ve haddi hesabı olmayan asılsız şeyler yazılıyor, aynı zamanda bilimsel konular, bildiriler, ilanlar da halkın günlük yaşamında kolaylık sağlıyor.”
Matbaadan sonra gazete ve dergilerin de İslam dünyasına girmesi ile birlikte Avrupa'dan tercüme hareketleri başlamış oldu. Mısır'da 1822-1842 yılları arasında 243 eser tercüme edildi. 1841 yılında Voltaire’ın kaleme aldığı XII. Şarl’ın Tarihi adlı eseri tercüme edildi. Birçok şehirde Daru’t Tercüme merkezleri kuruldu.[2]
Anlaşılıyor ki düşünce ve ilim engin bir su birikintisi gibi insanlığın birikimidir. Hangi kişiler ve toplumlar bu birikintiye yataklık edecek azim ve gayreti gösterirse medeniyetin öncüsü ve merkezi oluyor.
Bu yazının başlığını “Düşüncenin talihsiz tarihi” olarak belirlememin sebebi maalesef medeniyet tarihinin Batılılar tarafından son derece yanlı yazılmasıdır. Öyle ki, sayıları az da olsa buna itiraz eden, vicdan sahibi bilim adamları çıkmıştır. Fransız Andre MIQUEL onlardan biridir.
İslam Medeniyeti üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Andre MIQUEL’in 1968 yılında Fransız Bilim Akademisi ödülünü alan meşhur “L’İslam Et Sa Civilisation/İslam Medeniyeti” adlı eserinde yaşadığımız çağa dair öngörüsü şöyledir:
“Çağımızın bir başka özelliği ise, oryantalizmin artık Batı’nın tekelinde olmadığı gerçeğidir. İslam yıldan yıla, bünyesinde sakladığı engin tarihi zenginlikleri içten, kendi kaynaklarından araştırmak, geleceğe aktarmak için, daha güçlü genç kuşaklar hazırlamaktadır. ”[3]
Şimdi bize lazım olan bu beklentileri boşa çıkarmayacak, Doğu ve Batı dillerine hâkim bir gençlik…
[1] Sine Demirkıvıran, Ortaçağ’da Batıda Yapılan İlk Kur’an Çevirileri ve Çevirmenlerin Çeviri Stratejileri, Akademik İncelemeler Dergisi (Journal of Academic Inquiries) Cilt/Volume: 9, Sayı/Issue: 1, Yıl/Year: 2014
[2] Bernard H.Levis, Müslümanların Avrupa’yı Keşfi, Birey Yayıncılık, Erzurum, 1997
[3] Andre MIQUEL, L’İslam Et Sa Civilisation/İslam Medeniyeti, Ç: Ahmet Fidan-Hasan Menteş, s:16 Birleşik Kitabevi, İstanbul, 1991