Bir iki saatlik bir süre de değil, daha kısa, kısa boylu, tombulca, gözlüklü bir adam, doğal bir heyecanla konuşuyor. Konuşurken yüzü ve mimikleri de, gözlerinin akı ve karası da, kulakları da konuşuyor.
Üniversite kürsüsünde, bir film çıkışında ayak üstü, bir çay ocağında masada, ahşap taburelerde, bir dergi bürosunda, bir kitapçının rafları önünde bu ve buna benzer yerlerde tren istasyonunun bekleme salonunda nasıl bir doğallıkla konuşmuşsa öyle konuşuyor. İlk intiba geçtikten, bu aklı karışık, kafasının içinde zerreden küreye, diziden yazıya arttan artiste her şey var, söyledikleri ve bağdaştırmaları da karışık dediğiniz o ilk intiba geçtikten sonra evet, kalıcı olan şey Türkiye’nin kendisi…
Yakın uzak tarihiyle, her katmandan, her meslekten, her meşrepten insanıyla, sanatıyla, siyasetiyle, düşüncesiyle, düşüncesizliğiyle Türkiye’yi konuşuyor ve o dağınıklık içerisinden hüküm didaktikliğinde olmayan hükümler çıkarıyor. Bir şeyi anlatırken, öğretirken, ima ederken, bıktırmadan, nefret ettirmeden, uzaklaştırmadan anlatıyor.
Tarihi, toplum bilimi, sosyal bilimlerin tamamını öyle masa başında tahsil edip tedris ettirenlerden değil, masası bütün bir Türkiye… Masasındayken bile sokaklar, caddeler, kentler, toplumun gizli açık bütün meydanları o masada durağan da değil, bütün canlılığı ile hayatına devam ediyor.
Solurken Türkiye’yi soluyor, Türkiye’ye soluyor, harfleri, sözcükleri, cümleleri soldurmadan, daha onaran, daha sağaltan, daha canlandıran, daha ruh üfleyen bir dille teşhisini ve önerilerini paylaşıyor talip olanlarla… Önce kendisiyle tabi…
Ruhu Türkiye’nin ruhundan besleniyor. Türkiye’nin ruhunu besliyor ruhu…
İyi ve nitelikli olanı, harbi olanı, yaşamsal olanı ayıklayıp sistematikleştirmekte alabildiğine mahir.
Binlerce itiraz kaydını, binlerce çekincesini, binlerce yazıklanmasını, itiraz kaydı, çekince ve yazıklanma formatının dışında bir özge bilgelikle aktarıyor öğrencilerine.
Kendisi de bir öğrenci. Ömrünü ülkesini öğrenmeye adayanlardan. Yerine göre bir filmdeki replikten Türk insanının ruhunun kodlarını çözebilecek kadar, bir simitçiden bilgelik öğrenebilecek kadar duyargaları açık.
Türk sinemasını dönüştüren dinamikleri de sinemanın dönüştürdüğü değerleri de hepimizden iyi bilenlerden.
Tanzimat’tan bu yana çektiğimiz uzun metrajlı filmin çekimine, kurgusuna, montajına, her karesine o kadar aşina ki, sinemadaki filmle sokaktaki filmin kesişme noktalarını, nerelerde numara yapıldığını, nerelerin yanlış kurgulandığını, hangi çekimlerin çöpe atıldığını, rejisör değişimlerinin neye mal olduğunu adı gibi biliyor.
Bir Kemal Tahir uzmanı… İç Anadolu’nun hemen her insanının gündelik hayatındaki davranış kodlarını bu insanlar halkiyatıyla harsiyatıyla yeryüzünden silinseler bile yeniden inşa ve ibda edebilecek kadar tanıyor.
Türk düşünce hayatına en fazla kafa yoranlarımızdan.
Kurtuluş Kayalı bu…
Profesör… Tarzı olan bir toplumbilimci.
Kitapları konuştuklarının mütemmim cüzü bile değil.
12 Eylül’ün gazabına uğrayanlardan.
Düşünce ufkumuzun kutup yıldızlarının hemen tamamıyla yakın akraba.
Gönlünün ve vicdanının yakası kir tutmayanlardan.
Gülümsemesi de gözlerinin buğulanması da bilgece.
Yüzü yıldız atlası.
Böyle biliriz.
Mehmet Aycı yazdı