Edward Said. Batı’nın Doğulu oğlu. Ne vakit Said üzerine düşünsem, onun yaşamış olduğu hayat sergüzeştini Sezai Karakoç’unki ile yan yana koymadan edemem. “İsimler semadan gelirmiş.” der eskiler. Bu sözü şu şekilde genişletir Sezai Karakoç “eğer öyle ise isimlerimiz bize ilahi bir armağandır.” İsimlerimiz ilahi bir armağan olmanın yanında, hayat sergüzeştimizde taşıdığımız kimliğimizin en değerli parçası olarak da bizle birlikte soluk alıp verir. Hatta kimi isimler vardır ki, kimliklerimiz ölümümüzle birlikte iptal edilse de onlar büründükleri soyutluk içinden onu taşıyanın hayatı boyunca eyledikleriyle somutluk kazanıp bir ömür varlığını sürdürür.
Edward Said ismi bu açıdan bakıldığında, hem Sezai Karakoç’un söylediği ilahi armağandan payını almıştır, hem de ‘oryantalizm’ söylemiyle kendi terk-i diyar eylemiş de olsa ismi yaşamaktadır.
Gazze işgali onun için de bir dönüm noktasıydı
‘Said’ soyadı tam bir Ortadoğu çağrışımıdır. Ancak ‘Edward’ ismi onu İngiliz kraliyet ailesinden biriymiş gibi algılatır. Batılılar onu ‘Edward’ olarak benimser, okur ve değer verir. Çünkü daha küçüklüğünden başlayarak Kudüs ve Kahire’de İngilizce eğitim veren Batılı okullarda okumuş ve yetişmişti. Batı, Said’i Edward olarak kabul etmişti. Edward ise 1935’te doğduğu Kudüs’e yıllar sonra geldiğinde, Saidliğine ait birçok şeyin yittiğini görmüştü.
1967’de İsrail’in Gazze’yi işgal etmesinin ardından “bambaşka bir insan” olduğunu yazmış ve bir fikir olarak Filistin mücadelesini, Filistin’in kendisinden daha büyük görmüş ve bu mücadeleyi benimsemişti. 1978 yılında ‘Edward’ ismini tüm dünyaya duyuran eseri ‘Oryantalizm’i kaleme almış ve o vakitten sonra Batı için ‘Edward’ unutulmuş ve ‘Said’ olarak yazdıkları haksız çıkarılmaya çalışılmıştı. ‘Oryantalizm’ yani ‘Şarkiyatçılık’ eseriyle Said, Batı dünyasının Doğu’ya bakışını olanca çabasıyla değiştirmeye çalışmış ve Filistin davasının en gür seslerinden biri haline gelmişti. Said, vasat Batı insanı tarafından günah çıkarması gereken bir Edward olarak algılansa da, Batı medyası ve akademisi Said’in Ortadoğu hakkında söyleyeceklerine daima kulak kesilmişti. Said, Amerika’nın siyasi açıdan nefes darlığı yaşadığı bir dönemde Müslümanların, Doğuluların, Arapların ‘umacı’ olmadığını dile getirmişti. Dile gelen dert de getirir derler, Said’in dile getirdikleri Siyonizm yanlısı kuruluşları epey rahatsız etmiş ve Said’i “ terörist akademisyen” olarak tanımlamışlardı. Said karşısına aldığı tüm bu cephelerden ötürü Timothy Brennan’a göre “tam zamanlı bir put kırıcı”dır.
Said’in kırdığı putlar ve Oryantalizm’i
17 ve 18. yüzyıllarda Batı akademilerinde Doğu üzerine yazma geleneği vardı. Üniversiteler bunun üzerinden bilgi üretiyorlar ve bu bilgileri kimi zaman kıyas kimi zaman ise oluşturmaya çalıştıkları al-üret-tüket üçgeni içerisinde değerlendirecek bir zemine oturtmaya çalışıyorlardı. Bu sebeple Said bu tekniği bir yanıyla Doğulu ancak içende yaşadığı toplum olması sebebiyle de bir Batılı olarak gözden kaçırmamıştı. 1978’e gelindiğinde yaptığı çözümleme Batı’nın aslında beklediği bir çözümlemeydi. Hatta Batı için bu çözümlemeye geç bile kalınmıştı.
Said farkına vardığı sistemin köklerini Napolyon’un Mısır’a gitmesinde bulmuştu. Mısır seferine çıkarken yanına aldığı pek çok farklı dalda ehil olan insanlarla, Doğu toplumları hakkında bilgi toplayan Napolyon, daha sonra bu bilgileri kendi iç dinamikleri için üretmişti. Bu bilgiler sömürgeci bir dünya düzeninin kurulmasında temel teşkil edecekti. Aynı temel Napolyon’dan sonra 19 ve 20. yüzyılda Suriye, Hindistan ve Mısır’a giden diğer Batılılar tarafından da kuvvetlendirilecekti. Said tüm bu okumaları Batı içinde olan bir Doğulu olarak yapmış ve Doğu toplumları hakkında yazılıp çizilenlerin hiç de gerçeği yansıtmadığını ifade etmişti. Said Batı’nın kendi ideal ve amaçlarını yerine getirebilmek adına kurdukları ve reel olmayan bir Doğu olduğunu tespit etmiştir. Batı kendi Doğu’sunu oluşturmuştu. Dünya sistemi hakimiyeti için kurmakta olduğu düzenin merkezine kendini koyan Batı, Doğu’yu ‘öteki’ olarak görmüş ve akla gelebilecek bütün olumsuzlukların yüklendiği bu ‘öteki’, Batı’nın sosyal bilimlerden güzel sanatlara değin hemen hemen bilgi ürettiği her alanda kendi çıkarı için kullanılmıştı. Batı kendi içindeki tevhit ile bu ötekileştirmeyi Said’e göre tam bir ‘kollektif tutku’ ile başarmıştır.
Oryantalizm emperyalizm temeli
Said’in yapmış olduğu keşif aynı zamanda Avrupa haritasının sağında ve altında kalan tüm kıta sahaları için geçerli bir keşifti. Bu sebeple Oryantalizm bir nevi emperyalizmin temelini teşkil ediyordu. Said’in tüm bu mücadelesi Doğu toplumları için bir savunu olduğundan Türkiye’de Said “Filistin Davasının Avukatı” tanımlamasıyla takdir gördü. Belki de Türkçe bilmediği için Türkiye ile pek ilgili olmayan Said, tüm buna rağmen Batı’ya karşı kaleme aldığı ‘Oryantalizm’ ( Şarkiyatçılık) kitabıyla, Türkiye için de bir savunu gerçekleştirmişti.
Filistin davası hâlâ süren bir dava. Said fiilen bu davadan ayrılalı 10 yıl oldu. 25 Ekim 2003 yılında terk-i dünya eyleyen ‘Filistin Davasının Avukatı’nı, Batı’ya karşı bir Hristiyan-Filistinli olarak gerçekleri çekinmeden dile getirmesinden ötürü saygıyla anıyoruz.
Metin Erol yazdı