Bir yörük göçü hikâyesi: Sen hiç özgürce koşan bir atın zerafetini izledin mi dostum?

Sen hiç özgürce koşan bir atın zerafetini izledin mi dostum? İşte bu an seyredilmeye değerdir. Yörükler de böyle özgürce yaşamayı seçmiş insanlardır. Dağlar, bayırlar, yaylalar onlarındır. Ali Sönmez yazdı.

Bir yörük göçü hikâyesi: Sen hiç özgürce koşan bir atın zerafetini izledin mi dostum?

Bu bir yol hikâyesidir, bu bir yol dersidir, eski zamanlardan kalma. Develerin, atların, eşeklerin ve çarıkların üstünde toprağı, çamuru, suyu hissederek yürüyen yörük merasimidir. Bu merasim ki ne bitmek bilir ne tükenmek. Yolda başlayan hikâyenin yolda devam etmesidir. Belki hikâye biter ama yol bitmez.

Boyunlarında koça çanlarının güldür güldür güldürdediği koyun sürüsü, başları yerde birbiri ardınca tirkenmiş giderken arkasında elleri çamurla oynamaktan çat çat çatlamış, yüzleri yakıcı güneşin ve yayla soğuğunun beneklenmiş hatırasıyla süslü yörük çocukları; dudaklarında bir yol türküsü yola ve yorgunluğa meydan okumaktadır.

Kalktı göç eyledi Avşar elleri

Ağır ağır giden eller bizimdir

Arap atlar yakın eder ırağı

Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.

Develer… Renk renk nakışlarla süslenmiş ala çuvalları sırtında havuduymuş(1) gibi taşıyan, boyunlarında zilleriyle hiç acelesi olmayan bir ritmik sanatçı gibi adımlarını aheste atan develer. Eşeklerin üstünde heybeler, heybelerin içinde yolda yenebilecek, çora çocuğa verilecek ıncaklar(2), atların boynunda ala boncuklarla süslenmiş yularlar(3), güzelce eğerlenmiş semerler, semerlerde asılı torbalar. Bu yük hayvanlarının arkasında eli tesbihli ağzı ıslıklı neşeli ve kaygılı tıpkı yayla havası gibi birden kararan birden aydınlanan yüzleriyle babalar… Onların da dudaklarında bir bozlak:

Sarı yaylam da seni yaylayamadım kar iken,
Yavru palazını da avlayamadım tor iken,
Sende bu güzellik bende bu gençlik var iken,
Alırım ahdımı da koymam yâr sende

Göçer yörükler de boz koyaklar yurt olur,
Nazlı yârim göçmüş de yüreğime dert olur,
Bu ayrılık da senin ile dört olur,
Alırım ahdımı da koymam yâr sende.

Başı yaşmaklı, entarisi kuşaklı, bileklerinde yün ve kıl özeğisiyle kirmen eğiren teyzeler, sırtlarında bebekleriyle yol yürümenin ne de kolay olduğunu yüzümüze vurur gibi çalımlı adımlarla gelinler ve başlarındaki yazmaları yabancı birini gördüğünde yüzüne doğru çeken başı önünde utangaç ve neşeli yörük kızları…

Şimdi herkes hava bozmadan konak yerine varabilmenin en azından şu beli aşmanın derdinde. En önde yük taşıyan at, eşek, develer… Çünkü yurt yerini babalar belirler. Konak yerine varılıp yükler yıkılınca, erkekler oğlak ve kuzular için ağıl yapar. Kendileri için kalacak yer mi hayır hayır, bir yörük için hayatın bir numaralı gündem maddesi hayvanlarıdır. Onların rahatı için aşmıştır onca dağı, taşı, bayırı. Kadınlar ise bir ateş yakar, patates patlıcan fasulye ne var ne yoksa yiyecek, onları, dışı ateşe konmaktan siyahlaşmış içi ise gayet temiz tencereye doldurur ve otun ateşine emanet eder. Bu yolculukta bu fasulye, patlıcan nerden derseniz yol boyunca geçtikleri köylerden bazen parayla bazen eski usul takasla; yani tereyağı, çökelek, yün, kıl ile değişerek elde edilmiştir. Arkadan davar, koyun yayılarak gelir. Çoban çocuklar yurt yerine varıldığını birbirlerinden önce görmenin yarışında heyecanla davarın önünde arkasında koşuşur dururlar. Bu eğlence, bu neşe onlara yorgunluklarını unutturur; ta ki akşam havanın kararmasına kadar. Hava kararınca yurtluğa bir sekinet iner.  Gün boyunca davar peşinde oğlak peşinde koşmaktan bi’tab düşmüş çocukların akşam, yanan ateşin bir köşesinde fokurdayarak kaynayan kara çaydanlığın şarkısıyla gökyüzündeki yıldızları say(ama)maktan yorgun düşmüş gözleri kapanıverir. Babalar ateşin ısıttığı kayalara sırtlarını vermiş, çaylarını yudumlarken bir taraftan da uzaklardan arada bir de olsa duyulan kurt ulumalarını, köpek havlamalarını dinlerler. Akşamları ateşin başında ne hikâyeler ne anılar gelir geçer, dillerden hafızalardan. Günün yorgunluğunun içinde bir rüya gibi dursalar da dimağlarda tadı kalır yıllarca. Gecenin ilerleyen saatleri ateşin küllendiği ve tüm göç obasının üstüne uykunun bir yorgan gibi çekildiği saatlerdir.

Sabah olunca…

Sabah namazı yenice olmuş, tan ağarmaya yüz tutmuş ki bir telaş bir heyecan... Buz gibi yayla suyunda abdest alıp namaza duran babalar, analar, heyecanla işe koyulmuş gelinler, delikanlılar. Davarlar, oğlaklar, koyunlar, kuzular meleşe meleşe birbirini aramakta birbiri ardı sıra koşuşmaktadır. Çoban köpeği Cesur kalın ve tok sesiyle havlamakta, yörük çocukları üstlerini başlarını sıkıca giyinmiş en son çoraplarını da çekip çoban sopasını eline aldığı biriyle anasına koşan bir kuzu gibi davarın, koyunun peşine düşmektedir. Alınları ala boncuklu atlara eğer vurulmuş, kara lökler (4) havutlanmış, ıhdırılmış, (5) boz eşekler palanlanmış, kolanları (6) çekilmiş. Konak yerinde ne var ne yoksa yüklenmiş hayvanlara. Artık yol gidenin, dert çekenin!

Yollar çiğnenir dağlar aşılır. Günler sonra yurt yerine varılır. Eşyalar bir bir indirilir. Önce ağıllar: Hemencecik ağıllar tamir edilir. Sonra bir kıl çadır kurulur ya da etrafı göğüs hizasında taşlarla örülür, üstüne birkaç çatırık (7) uzatılır bir naylon ve onun üstüne de ladin dallarıyla gölgelik yapılmış kümeler kurulur. Bunca geçilen yayla güzeldir ama yörüğün kendi yaylası başkadır. Salar davarını, koyununu bozkıra, çayıra. Atların, develerin, eşeklerin sırtlarından alınır fazlalıkları, yularlar çözülür, salınır başları.

Sen hiç özgürce koşan bir atın zerafetini izledin mi dostum?  İşte bu an seyredilmeye değerdir. Yörükler de böyle özgürce yaşamayı seçmiş insanlardır. Dağlar, bayırlar, yaylalar onlarındır. Şehirleriniz sizin olsun beyler. Şehirler ki beton yığını, insan yığını, araba ses gürültü, kavga yığını, kimsenin kimseye selam vermediği, kimsenin kimseyi duymadığı insanlıktan çıkmış şehirler. Belki bir gün, serin yaylalarda yaşamış özgür yörük delikanlıları gelip sizin kasvetinize son verebilir. Belki bir gün, çoban çocukları dağları şehre yürütebilir. Kurtarabilir sizi, bu yalancı şehir efsanesinden. Şehirlerinize yarpuz kokan yayla pınarları kurabilir.

Günler, haftalar hatta aylar geçiverir. Yine göç zamanı gelmiş, havalar iyice serinlemiştir. Bir sabah erkenden atlar eğerlenir, develer havutlanır. Yükler yüklenir her birine, eşeklerin heybeleri doludur yine. Koyunlar, kuzular meleşir meleşir de birbirine karışır. Yörük çocukları koşar, davarların peşinden.

Ön taraf gider, arka taraf kalır geride. Ne de olsa kervan yolda düzülür. Atın sırtında bir yörük delikanlısı, derin hülyalara dalmış son kez bakmakta yaylalarının dağlarına ve onları yüreğine yazmakta. Dudağında eski bir türkü;

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni.

Yüreklerde ince bir sızı genizlerde bir yanma, ihtiyar gözlerde iki damla yaş bırakan bu türküye yörük delikanlısının yanındaki arkadaşı başka bir türkü ile katılır:

Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Yörükler: Onlar kaderi yolda yazılanlar. Hayata yolda başlayıp yolda devam eden ve emr-i Hak vuku bulduğu zaman bir yol kenarına uzanıverenler. Onlar, iki kapılı bir hanın yolcuları…

Ali Sönmez

Dipnot:

(1): develerin sırtına vurulan semer

(2) hediye, armağan

(3) at ve eşek gibi hayvanlara özel yapılmış ip

(4) erkek deve

(5) develerin yük yüklenmek için oturtulması

(6) binek hayvanlarının sırlarındaki semeri tutan ip

(7) uzun, düz ağaç                                                                                                                                  

YORUM EKLE