Küresel İletişim Merkezinin iftarında biraraya geldik. Mehmet Sait arkadaşımız çağrışımlarla iftarı bizim için yazdı.
Dünyabizim'in iftarı için İnsan ve Medeniyet Derneği’ne nihayet ulaştığımda, orada dikkatimi çeken ilk şey, hepsi de Kudüs ile ilgili olan resimlerdi. Birbirinden güzel birçok fotoğraf arasında ağlama duvarına yapışmış iki tövbekar Yahudi dindarının içtenlikle ağlayan fotoğrafı şu bakımdan ilgimi çekti: Eskiden olsaydı İslami bir dernekte böylesi şeyler göremezdik. Geçenlerde bir dost meclisinde 28 Şubat üzerine konuşurken, arkadaşın biri dedi ki; kısa vadede zararlı olsa da uzun vadede bizim için yararlı olmuştur 28 Şubat. Tabii ki hemen atılıp ne alaka be abi, dedik. Yahu dedi Hudeybiye gibi değerlendirin biraz; ayağımız yere mi basardı 28 Şubat olmasa?
Böylesi uzak çağrışımlarla sıkıyorum yazıyı. Seviyorum böyle uzun, sıradışı gevezelikleri böylesi serbest yazılarda. Hem okurlar arasında eleme yapmış oluyorum bir bakıma. Yani bırak sadece meraklısı okusun. Tüm bilgelikleri bir sünger gibi siliveren işi başından aşkın aceleci okurlar şöyle bir göz gezdirip geçsin bu tezgâhtan.
İftar vaktine kadarki olan kısmı atlıyorum, hadi bakalım.
Nurettin Durman ve Adem Turan abileri orada görmek benim için çok sevindiriciydi. Adem Turan’la Yozgat’ta tanışmıştık. Orada asker öğretmendim. Bulgaristan (Adem abinin annesi Bulgarya dermiş) göçmeni olmanın tüm rahatlığı, Kürt olmanın gerginliğine galebe çalmıştı. Aramızdaki iletişimde belirgin bir şeydi bu. Adem abi Yozgat Akdağmadeni’nden (ismin yapaylığına bakar mısınız?) Üsküdar’a gelmen ne iyi oldu be abi, dedim. Öyle vallahi, dedi; az daha düşünüp tabii yaa diye de ekledi. Sonra ne küçük, ne kirli çıkar ilişkileriydi diye hatırladık oraları. İnsan büyük denizde boğulmalı ana düşüncesi etrafında döndü sözlerimiz. Köy zaten insanın fıtratına aykırıdır ve kasaba edebiyatı da berbattır. Sezai Karakoç Köpük'ü yazdı diye kasabalı denmiştir ona. Burada bir küçümseme de var mıdır derseniz bence vardır. Nuri Pakdil, Kitâb’ın Arap yarımadasının en mamur kentindeki elçiye indiğinden yola çıkarak İslam'ın kentsoylu olduğunu söyler. Sezai Karakoç’ta ise kasabalılık, kasaba edebiyatı zamanla kabullenilmiş gibidir. Belli ki bir Sezai Karakoç rönesansı kuvveden fiile çıkamadı Kemalizm’le açıkça hesaplaşma imkanı anlamında:
O gün kasabada
O gün kasaba
O gün kasap
Babam dedi ki bu tatilde bana: Bak oğlum okuduğumuz risalelerle, cevşenlerle Kemalizm’in temeli zîr ü zeber olup çatırdıyor, deccal komitesi bitiyor falan. Baba dedim, deccal komitesi dediğin Kemalist oligarşidir. Sizin üstad, Beşinci Şua'da deccal falan diye bu adama yakıştırmalar yaparken biraz Hasan Mezarcı’nın yaptıklarına benzer şeyler yapıyor. Kemalizm evet sarsılıyor bugün temelinden ama bunu belki Taraf Gazetesi yapıyor. Siz duygusallıkla soyut işlerle uğraşırken boyuna, o adamlar başımızda 85 yıldır Demokles'in kılıcı gibi duran altı ok ilkenin köküne akılla-mantıkla kibrit suyu döküyorlar.
Yuvarlak masalarda tanışlar birikmeye başladı. Uzaktan tanıdık gelen birkaç yüz dışında herkes yabancı bana. Orta yaşlı bir abi yemek servisi yaptı. İftarla birlik Adem abiyle koyu sohbete bir virgül koyduk. Yemek güzeldi; herkes gülümsüyordu diğer masalarda da. Böylesi iftarlarda abartılı ikramların israfa yol açtığını söyledi masadakilerden biri. Yemeğin sonlarına doğru konu ülke gündemine yöneldi. Pimi çekilip zavallı erin eline tutuşturulan bomba halen o dehşetengiz etkisini koruyordu hepimizde. Mevzi mevzi gezip pim arayan zavallı çocukla özdeşim kurduğumuzda vay be deyip duruyorduk. Askerlikte “Pim çek, bomba at!” diye yürüyüş yaptırdıklarını hatırladık. Tekrar tekrar Taraf gazetesi tebrik edildi masada.
Bir başka masada çay içerken söz arasında Nurettin abi bana dedi ki; ben 12 yaşına kadar Zazaca konuşuyordum ama şimdi sadece anne anlamına gelen “daye” sözcüğü dışında Zazaca bir şey bilmiyorum. Şaşırdık karşılıklı. Bense 28 yaşıma kadar Kürtçe bilmezken şimdi Kürtçe şiirlerim yayımlanıyor Nûbihar dergisinde. Nurettin abiyle yer değiştirmişiz meğer. Amin Maalouf, şimdiden bir klasik sayılan Afrikalı Leo'sunda ve Orhan Pamuk, Beyaz Kale'sinde kahramanlarına yer değiştirtirler. Son fiilin kipinde hata mı oldu? Roman yazmak lazım abi. Bizim mahallede hep şiir özendirildi. Romanlarsa Yeşilçam’ın yeşile boyanmış film senaryoları olarak ölü doğdu. Timaş'ın binasına bombayı kim koyacak? Bence Kemalizm bu ülkede cebini doldururken halka "fakir ama gururlu" olmayı iki şeyle öğretmiştir/öğütlemiştir. Biri Yeşilçam filmleriyse, diğeri de arabesktir. Arabeskin bu mayıştırıcı işlevini Beşir Ayvazoğlu, Şehir Fotoğrafları adlı eserinde anar. Derken hiç İdris Küçükömer okumadım ve bu da hep aklımda fakat yakın gelecekte İslamcı cenahta romana yönelişi öngöreceksem bir önceki önermenin anlamı buharlaşacak mı; sanırım evet.
İftar sonrasında ortalıktan el ayak çekildi. Kafile kafile yukarıda bir yerlerde tütün tüketmeye gitti tiryakiler. Tütün Tüketmek adıyla Türkçe bir şiir yazabilirim ihtimaliyle cep telefonuma birkaç bulgu kaydettim. Kalabalığa baktım; bir yabancılık duygusu uzayıp durdu içimde. Keşke dunyabizim sitesinde ben de yazılar yazsaydım. Ya da Asım abi atsaydı beni ortamdan. Bu nasıl birlikteliktir ki kimseyi tanımıyorum burada? Karmaşık holleri çözüp mescide yürümeli. Yürüdüm. Adem abi tütününü tüketmiş olarak yukarı terastan inmiş, mescitte arka safta cemaatle namaz kılıyor. Sevinçle yanına durdum. Bitirdiğimizde, onu kızdırmak adına mescit kapısında büyük bir yalakalıkla ayakkabılarını sundum ayağına. Yahu niye zahmet... Başımı kaldırdığımda mescide gelen güler yüzlü biriyle göz göze geldik. Bu çehreyi de evet bir yerden tanıyorum ya, saçları mı dökülmüş ne benimki gibi? Sevdiğim tek Kürtçü sensin Sait abi, diye galiba iltifat etti o kadar kara kalabalık içinde bana. Mahmut Bıyıklı mı dedim, evet evet dedi gülümseyerek. O kadar yalnız hissediyordum ki kendimi, bu laf çok ama çok hoşuma gitti. İnsanlar gülüştüler. Sonra tekrar yemek alanına yürüdüğümde Nurettin abi beni karşıladı, bir masada yanına buyur etti ve ben gene sevindim. Bir Arap sözü “el-insan, abîdü’l-ihsan” der. Evet, insan iyiliğin, kendisine gösterilen ilginin kölesidir.
Cafcaf’ın, Dünyabizim’in ve Dunyabulteni'nin “en”lerine verilen ödüller sırasında ve sonrasında Asım abinin gezgin mikrofonuna herkes ne güzel konuştu! Cafcaf’taki çizgilerin ne denli gerçekçi olduğunu birçok kişinin yüzünde hayretle gördüm. Keşke bana da ödül verilseydi dedim mesela. Dünyabizim’in "en yazmayan" yazarı! Ben de keşke bir konuşma yapsaydım sevinç gözyaşlarıyla.
Mizah yazmak zor zanaat harbiden... Bir Aziz Nesin var mı bu mahallede? Mizah cesaret ve samimiyet ister. Duygusal yoğunluk, adanmışlık ruhu insana yapmacık bir ciddiyet kazandırabiliyor çoğu kez. Öyle de üretim olmuyor.
Bu ödül töreninden Cafcaf'ın yeni sayısına malzemeler devşirilecek diye düşündüm. Yani bence diye bitireyim Cafcaf yazarı Gündem-Su gibi. Yani bence.
Tam çıkacakken Cesur Küçük’le ayaküstü Mustafa Kutlu’nun yeni kitabı üzerine kısaca konuştuk. Uzun Hikâye’den, hadi Beyhude Ömrüm’den beri güler yüzlü Kutlu, iyimser çizgi romanlar yazıyor, dedim ben. Biri bunu yazara söylemeli artık. Efendime söyleyeyim tarzında, birbirine bağlanmayan tekdüze kronolojiye sahip olaylar anlatmak kolay. Böylesi bir seçim, söyleşi/deneme türünde metinlere de yakışıyor. Öğrencilerim de kompozisyonlarda bunu fazlasıyla yapıyorlar, gülümseyerek okuyorum onları. Fakat bu üslup anlatı türlerine gitmiyor işte. Hacimli bir anlatı metninde işin zor kısmı anlatılacaklarla anlatılmayacakları ayıklayabilmekte... Ben bir okur olarak bildik herşeyi okumaktan sıkılırım. Dolayısıyla anlatılmayacak olan, okurun aşina olduğu herşeydir. Bunun için kendine karşı yer yer kıyıcı olmayı göze alabiliyor mu yazar? Ben kendi hesabıma iyi bir yazar, konsantre anlatan yazardır diyorum artık. Net, ayrıntılı çizgilerle değil, çünkü bunlara fazlasıyla aşina bir kitle var artık, bilakis flu çizgilerle resmettiğin şey her zaman yankı buluyor. Resimde de yazıda da bu böyle. Yoksa insan bir başladı mı bitirmek istemiyor. Ben de bitirmek istemiyorum işbu yazıyı. Uzat uzat uzat. İyi de nereye kadar? Ne demişti Zeki Bulduk iftar sonrası yaptığı o rahat konuşmasında? Doymadan kalkmak lazım azizim, doymadan kalkmak!
Foto Galeri için: http://www.dunyabizim.com/gallery.php?id=76
Mehmet Sait Çakar yazdı.
Esra Türkan fotoğraf çekti.