Bayramın üçüncü günü cümleten Türkiye Yazarlar Birliği’nde buluştuk. Kimler yoktu ki; Erhan Erken, Adem Turan, Mahmut Bıyıklı, Zeki Bulduk, Merve Büşra, Yusuf Kot, Yasir Buğra, E.Fatih Bilge, Cesur Küçük, Zübeyir Berk, Melih Koşucu ve adını saymayı unuttuğum bir çok değerli insan… Ve de tabi ki organizasyonların olmazsa olmaz hocası Asım hoca.
Gelir gelmez bizi Cesur Küçük karşıladı. Bayramlaşma 15.00’da başlayacaktı, lakin teknik aksaklıklardan dolayı biraz gecikti. Önce içeride başladık sohbetimize, misafirlerin çoğalmasıyla dışarı geçtik. Asım hoca otoriteyi hemen eline aldı ve “Aramızda birbirini tanımayan arkadaşlar var, tek tek tanışalım.” dedi. Herkes sırayla ayağa kalktı ve kendini tanıttı. Ardından sohbete devam edildi. Benim yanımda Gökhan Gökçek, Melih Koşucu ve Mehmet ağabey vardı.
Sohbetimiz üç saate yakın sürdü. Bol bol konuşuldu, tanışıldı, hasret giderildi. Saat 18.30 gibi hep birlikte tramvaya yöneldik. Yolculuk Kabataş'a... Asım hoca ve Adem Turan abilerle birlikte en önde sohbetimize devam ettik. Ben devamını anlatamayacağım çünkü Karaköy’de fire verdim. Güzergâhlarımız ne yazık ki uyuşmadı. Ama çok güzel ve çok hoş bir gündü. Allah’ın izniyle iyi de bir katılım sağlandı. Allah nicelerini nasip etsin…
Mustafa Runyun kısaca değindi.
ÂSIM’IN ÖLÜMÜ
Zaman nasıl da geçiyor, çabucak.
İşte, Ramazan da Bayram da göz açıp kapayana dek geçip gittiler; iftarları, terâvihleri, kitap fuarları ve bayramlaşmalarıyla…
Bazen çıkıp ıssız sokaklarda yürüdük ve rahatladık, bazen de çılgın kalabalıklarda karmakarışık olan kafalarımızla evlerimizin yolunu tuttuk çaresiz.
Her ne kadar sılâh-i rahim yapamasak da güzel günler yaşadık yine de, güzel dostlarla birlikte olduk.
En güzel buluşmalar ise, sanırım Dünya Bizim’in TYB İstanbul şubesindeki iftarıyla, bayramın üçüncü günü saat 15.00’ te gerçekleştirdiği bayramlaşma programıydı bence.
Pırıl pırıl gençlerle tanışmış oldum ben bu Ramazan’da.
Bu gençler, inanıyorum ki, hepsi ama hepsi “geleceğin karagözlü zalimleri” olacaklar; bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın!
Gecikerek de olsa
Abartmıyorum katiyen! Ama gerçekten de harikaydı her şey!
Trafik yüzünden ve yolumun uzaklığı nedeniyle biraz gecikmeli de olsa, bayramlaşmak için Kızlarağası’na vardığımda yerim hazırdı; bayramlaşmaya gelenlerle tek tek bayramlaşıp Zeki Bulduk’un yanına geçip oturuyorum. Karşımda İskender Gümüş, Abdüssamed Bilgili, Suavi Kemal Yazgıç, Mahmut Bıyıklı, Cesur Küçük, biraz ilerde Melih Koşucu. 70'lı yılların alimlerinden Mustafa Runyun'un torunu Mustafa Runyun. Cafcaf ekibinden de birkaç kişi var ama ben sadece Yusuf Kot’u tanıyorum. Yan masalarda bayanlar da var.
Âsım her zamanki gibi telaşsız. Ama bir görünüp bir kayboluyor; bir bakmışsınız elinde tatlılar ve şekerler, yine bir bakmışsınız ki kitaplar. Hemen herkese birkaç kitap düşüyor. Bu arada bol bol çay içiyoruz, gündemdeki olayların kritiğini yapıyoruz.
Ah, bu bayramlaşmalar diyorum ben kendi kendime, ne güzellikler yaşatıyor insana!
Dostluklar yeniden tazelenirken, birlikte olmanın kıvancı şavkıyor yüzlerde.
Erhan Bey de katılıyor
İşte biz böyle çay içip kritikler yaparken, bir ara, Dünya Bülteni ve dolayısıyla Dünya Bizim’in de bânilerinden Erhan Erken bey de katılıyor aramıza. Hepimizle bayramlaşıyor, hâl-hatır soruyor yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüyle. Âsım, Dünya Bizim ekibini tanıştırırken Melih Koşucu’ya takılıyor biraz, bu takılmalar gülümsetiyor herkesi. Mutluluk biraz daha yerleşiyor aramıza. Yeğnileşip hafifliyoruz. Yapmacık hiçbir şey yok o anda; bunu çok net fark ediyoruz inanın!
Vakit ilerliyor.
Gazetelerdeki ölüm ilânı
Söz eskilere, geçen yıllara doğru akıp gidiyor.
Cağaloğlu’nun eski günlerinde dönüp duruyoruz; kimse çıkmak istemiyor Cağaloğlu’nun o günkü sokak ve caddelerinden.
Erhan Bey o sokak ve caddelerde yetişmiş, o günleri çok iyi biliyor.
O günlere dâir birçok dergi ve gazeteden sözediyor.
Çaylar tazeleniyor. Vakit ilerliyor.
Söz dönüp dolaşıp bir ölüm ilânına gelip takılıyor; Âsım Gültekin’in 1997 yılında Yeni Şafak’taki ölüm ilânına…
“Beyaz Haberler”i Yeni Şafak’ta yayınlıyordu o günlerde Âsım, Duyduk Duymadık Demeyin başlığı ile, haftada bir.
Ben Yozgat/Akdağmadeni’ndeydim o sıralar, İmam-Hatip Lisesinde.
Hiç unutmuyorum o günü! Çünkü İstanbul’dan en taze haberleri Âsım’ın kaleminden okuyorum.
Birden o ilânı görünce, nasıl bir hâle girdiysem, öğretmen arkadaşlardan bazıları ‘ne oluyor yahu!’ der gibi yüzüme baktılar.
Ben, kime, ne söylesem ki o ân! Cep telefonları da bu günkü gibi yaygın değil.
Öğle paydosunda hızla eve varıp, nefesimi tutmuş bir şekilde İstanbul’da birkaç arkadaşa telefon ediyorum; çok şükür!
Bir yanlışlık, sadece bir yanlış anlama!
Yo, yo! Bir şaka!
Ah, vakit nasıl da akıyor, hızla…
Bir türlü bitmeyen Yâsin
Ama şakadan /yanlışlıktan haberi olmayıp Âsım’ın ruhu için oturup Yâsin okuyanlar da var.
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu meselâ.
Birkaç kez okumaya başlıyor ama bir türlü bitiremiyor Yâsin’i, sonunu getiremiyor nedense.
Bir ara imza günündeyken Fatma Hanım, kitap imzalatmak için karşısında Âsımı görünce müthiş irkiliyor önce, Âsım’ın ruhunun kitap imzalatmaya geldiğini sanarak! Fakat daha sonra, işin aslını öğrenince, o bir türlü bitmeyen Yâsin’in neden bitmediğini de anlamış oluyor Fatma Hanım.
Bu olayı büyük bir dikkatle dinleyen Zeki Bulduk; ‘vay beee!’ diyerek gösteriyordu tepkisini. Ardından da, ‘arkadaş tez elden benim de ölüm ilânımı verin, mümkünse hemen şimdi!’ sözleriyle hayattayken ölüm ilânı yayınlanan üçüncü bir yazar olmaya aday olduğunu gösteriyordu.
Birincisi mi?
...
(Ya ilanı verenler kimlermiş, bunu da tesbit etmiş Asım sonradan. Bunu da yalnızca bayramlaşmadakiler Asım'ın bir klarkıyla öğrendiler...)
Adem Turan yazdı
Foto galeri için: http://www.dunyabizim.com/gallery.php?id=82