“Yalan dünya” sık duyduğumuz ve kullandığımız bir ifade. Bunu söylerken dünyanın boş olduğunu, bizi asıl gayeden uzaklaştırdığını, bizi kendine bağlayarak oyaladığını, kandırdığını imâ ediyoruz belli ki. Evet, dünyanın geçici olduğu, hayat denen yolculukta istirahat için konaklanan bir gölgeliği andırdığı noktasında bir tereddüt yok. Bununla birlikte onun geçici olduğunu vurgulamak için “yalan” ifadesini kullanmak ne kadar doğru? Bu söylemin biz Müslümanlarda oluşturduğu algı nedir acaba?
Şayet dünya yalan ise ne işimiz var bu yalan dünyada? Dünya yalansa biz gerçek olabilir miyiz? Allah bizi yaratıp buraya gönderirken, haşa, abesle mi iştiğal etmiş oluyor? Bizim amacımız yalan dünyada yalandan bir hayat yaşamak mı? Yalan olan bir şeyin yanması, yıkılması bizi ne oranda ilgilendirir ya da etkiler? Kendimizi ona karşı ne oranda sorumlu hissedebiliriz? Yalan diye tanımladığımız şeyden nasıl bir kıymet çıkartabiliriz? Halbuki biz yalan diye tanımladığımız dünyayı da ciddiye almak durumundayız. Aksi takdirde onun idaresine, ıslahına nasıl talip olabiliriz? Din adalet üzerine temellenir. Dünya ve dünyalıkla olan ilişkimiz de adaletten hissedar olmak durumunda. Dünyaya dünya, ukbâya ukbâ kadar değer vermek Müslümanın şiarından olmalı. Yalan deyip dünyadan ve dünyalıktan tamamen yüz çevirmek adalet ilkesine terstir. Bu tavır, bizi ebedi hayata hazırlayacak olan dünyayı ihmal anlamı taşır.