Dua mı ediyoruz, dua sözlerini tekrar mı ediyoruz?

Ramazan geldi. Bu mübarek günlerde yapacağımız en önemli ibadet oruç tutmaktır. Orucun feyzini artıracak olan diğer bir ibadet de Kur’an okumak ve dua etmektir ki içinde bulunduğumuz sıkıntılı durum, duaya çok ihtiyacımız olduğunu söylüyor.

Dua ayniyle ibadettir. Ancak biz Müslümanlar neyi, nasıl isteyeceğimizi, hangi zamanlarda nasıl dualarda bulunacağımızı bilmediğimiz için Rabbimiz bize dua etmeyi de öğretir. Kur’an-ı Kerim’de Müminlerin duada zikredecekleri kelam, içerik, ses tonunu varıncaya kadar bildirilmektedir. Bu arada tövbesi duası kabul edilen peygamberlerin, duada hangi niyazlarda bulundukları da bildirilir ki bu aslında “ey mü’minler, siz de böyle dua eden ki icabet edeyim”, demektir.

Dua hem ferdî hem ictimaî yönü olan bir ibadettir. Kişi, şahsına, ailesine yönelik ilticada bulunurken anne babasını, mü’min kardeşlerini, ümmeti ve bütün insanlığı da duasına katar ki bu durum ‘günahsız dil ile dua etmek’ olarak isimlendirilir ve böyle dualar makbule daha yakındır.

Alexis Carrel’in “Dua” diye bir kitabı vardır, bilir misiniz? Enteresandır, bu eser Türkçeye aslından değil Ali Şeriati’nin Farsçaya çevirdiği nüshadan aktarılmıştır. Bir rahip, Don Alexis’e “Talebelerinize dua etmeyi öğretiyor musunuz diye sorar. O da ‘Ben onlara bütün hayatlarını tek bir dua haline getirmelerini öğretiyorum.’ der.” Tabip Alexis, hastalarına önce “Tanrı’ya inanır mısınız?” diye sorar. Eğer Tanrı’ya imanı varsa ona tedavi sürecinde dua etmesini söyler. Diyor ki, “Tanrı’ya inanan kişiler daha çabuk iyileşti ve tedavim onlarda karşılık buldu. Tanrı’ya imanı olmayanlarda aynı tedavim sonuç vermedi.”

Burada Ali Şeriati’nin duaya yüklediği anlam ve değer üzerinde ayrıca durmamız gerekir. Şeriati’nin eserinde geçen “yazılı dua metni”nden anlıyoruz ki aslında her makamın bir duası vardır ve bu dua gücü, anlamı, makamın sorumluluğundan kaynaklanmaktadır. Bir entelektüel olarak Şeriati’nin duası; verdiği özgürlük ve adalet mücadelesinin, bilme, araştırma, hakikate varma ve onu kitlelere ulaştırma sorumluğunun başarısı, bu yolda karşılaştığı/karşılaşacağı nefsî ve otoriter rejimin engellemelerine yönelik yardım istemektir. Entelektüel krizlere boğulmadan, ihlas ve aşk seviyesinden bilmek ve bulmaktır onun duası. Doğrusunu isterseniz bu içerikte başka bir entelektüel duası okumadım bu zamana kadar. (İkbal’e bakmak lâzım) Şeriati’nin duasını okuduktan sonra; duanın ferdi değil sosyal bir ibadet olduğunu ve duanın dilini, içeriğini yaşanan sorunların belirlediğini görüyorsunuz. Sizler o duaya “âmin” der misiniz bilmem fakat birkaç seminer mevzuu, birkaç haftalık ders olabilecek zenginlikte olan bu yazılı dua metninin okunmasını istemekten başka elimizden bir şey gelmiyor şimdilik. Okuduktan sonra siz de bizim gibi böyle entelektüelimiz yok ki böyle duaları, dualarımız olsun diyeceksiniz.

İkincisi, bizim entelektüelimiz dua etmez. O, bilime inanır.

*

Çocuğunu kaybetmiş bir anne gibi istemek

Biz Müslümanlar dua ediyoruz; fakat duanın kabulü konusunda bazı vesveselerimiz yok değil. İstiyoruz ki duadan sonra her ne istemişsek hemen oluversin. Sakındığımız ne ise ondan da kurtuluverelim. Şüphesiz böyle dualar vardır ve o dualar öncelikle dua edenin ihlası ile ilgilidir. İkincisi, duanın zamanını, mekanını, kabul edilecek diğer şartları (sadaka vermek gibi) yerine getirmekle ilgilidir.

İlahiyat tahsili almış bir kişi kadar bilmiyorum bu konuyu. Bizim yazdıklarımız, okuduklarımız ve anladıklarımızla sınırlıdır. Fakat şu kadarını söyleyelim. Duamızın kabul edilmemesinin veya geç tahakkuk etmesinin altında usûle uygunluğun olmaması var. Ne demiş atalarımız “Vusulsüzlük, usulsuzlüktendir.”

Ali Şeriati dua edenin ruh durumunu anlatırken çocuğunu kalabalıkta kaybetmiş bir annenin yakarışını göz önüne getirin, der. O anne, çocuğunu bulmak için ne kadar telaşlıdır. Kalbi ne kadar küt küttür. O kadın Allah’tan kendisine yardım isterken sadece dili ile söylemez. Bütün azaları, bütün hücreleri ile ister. Duası sesine, soluğuna, diline yansır. Gözyaşları kana karışmış olarak duaya eşlik eder. İşte der biz Müslümanlar da her ne istiyorsak Rabbimizden, yavrusunu kaybetmiş anne gibi istemeliyiz.

Bu tasviri okuyunca kendi kendime biz, Kur’an’dan, Hz. Peygamberin dilinden dua cümleleri söylesek de dua etmiyoruz, dua cümlelerini telaffuz ediyoruz, o ifadeleri tekrar ediyoruz, diye düşündüm.   

Peygamberlerin, velilerin duaları yanında alimlerin de duaları vardır ki onlar da kabul edilmiş dualar cümlesindendir. Alimler o duayı öyle ilmik ilmik dokumuşlardır ki sözlerin bu şekilde dizilişi bize şunu söylüyor: Söz makama, makam sahibine uygun olmalıdır. Biz insanlar yöneticilerimizden bir şey istediğimizde ne kadar da alçak sesli, mahçup, dilenci vaziyetindeyizdir. Kelimelerimizi seçerek kullanırız. Boynumuzu bükeriz. Acziyetimizi bildiririz. Eğer sözümüzdeki güzellik; ruh halimizle, iç dünyamızla, samimiyetimizle aynı ise bu durum dışarıdan hemen belli olur ve dileklerimiz o zaman daha çabuk ve fazlası ile tahakkuk eder.

İnsan, kendi cinsinin güzel söze olan hassasiyetini Rabbi olan mükalemesine de taşımıştır ki bu irtibattan çok güzel dua metinleri çıkmıştır.

Hemen belirtelim ki bizim söz konusu ettiğimiz dua; sadece kafiyeli, redifli, vezinli sözden ibaret değildir; ihlas denilince tam reklama girileceği esnada ekranda sesini dalgalandıranlardan bahsetmiyoruz. Bu millet, kürsüde kameralar önünde; rüyasında Saddam’ın attığı bombalar sebebiyle ölen İsrailli çocukların nasıl çığrış bağrış ağladıklarını anlatan ve ancak Gazze’deki çocukların gözyaşlarını görmeyen, gözyaşına nifak karıştıranları unutmadı. Konumuz kamera önünde, kürsülerde  dökülen sahte gözyaşları değildir.

Münacat denilince Şinasi’nin münacatı gelir

Bizim bahsettiğimiz dua metinleri akıcılığını, duruluğunu, şiiriyetini ihlastan alır. Eğer bu dualarda bir ahenk, bir şiiriyet varsa; bu söyleyişin sebebi; Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i Şeriflerin icazlı, deruni söyleyişidir. Kur’an-ı Kerim ve Hadisi Şerifler bize söz söyleme edebi de öğretmiştir ki Efendimiz’in “Ed-debenî Rabbî fe-ehsane te’dibî / Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi ne güzel etti.” sözleri de öncelikle söz söyleme şekli ve dili kullanmakla ilgilidir.

Bazı ilahiyatçılar hem ihlaslı hem edebî olan bu tür dua metinleri varken niçin bu hususu göz ardı ederler de toptancı zihniyetle “Eğer kafiyeli, redifli dualar kabul edilseydi, İslam dünyası âbâd olurdu” diyerek dua metinleri küçümserler anlamıyoruz. Onlar edebiyatımızın en kült eserlerinden birinin Sinan Paşa’ya ait bir dua kitabı olan Tazarrunâme’yi ya bilmiyorlar ya okumamışlar anlaşılan. Dili hayli külfetli olsa da edebiyatımızın en önemli metinlerinden birinin dua olması çok manidardır. Çünkü bu “kitap-dua”da Rabbimize nâsslara uygun, imaları ayet ve hadisler olan, söyleyişle tasavvufî derinliği birleştiren  “Esmâ” ile dua edilir.

Münacat denilince Şinasi’nin nazım olarak yazdığı münacatı da unutmamak lazım ki okurlarımıza bu metni husûsen tavsiye ederiz.

Şiir kitabı olarak divanların; tevhidlerle, münacatlarla, naatlarla başlaması biz Türklerin Müslümanlıkla olan irtibatlarının derinliğini gösterir ki bu, başka milletlerde yoktur. İsmet Özel’in “Bir Yusuf Masalı” kitabını dışta tutarsak modern zamanlarda bu hassasiyetin tamamen kaybolduğunu görüyoruz.

Yakın dönem Türk edebiyatının en güzel dua metninin bir edebiyatçıya, yani şaire, muharrire/edibe ait olmadığını söylesem bilmem şaşırır mısınız? Bu dua metni bir ilim adamımıza, bir âlimimize, Hamdi Yazır hocaya aittir.

İşaret ettiğim ilahiyatçıların kulakları çınlasın mı?

Hamdi Yazır hoca “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirini yazmaya bu dua ile başladığı için onu eserin başına koymuştur. Buradan mülhem olarak bazı vaizlerimiz, vaaza bu dua metni ile başlardı ki bu hassasiyet de kayboldu. Son zamanlarda bu metnin bazı siyasilerin konuşma metinlerinin arasına sıkıştırılması; bir hassasiyetin değil, önemli ibadetlerden biri olan dua metninin bile araçsallaştırılmasını göstermektedir. Bir tefsire başlarken, âlimin halet-i ruhiyesini veren dua metninin bir sunuma kurban edilmesi; bakınız ne güzel bir siyasi konuşma dedirtebilir fakat o artık bir dua değildir. İlahiyatçılar, vaizler, müftüler kıymetini bilmezlerse siyasilerin dile düşer böyle mi dediniz? Doğru söylediniz.

Bu tutum; dua metninin, güncel sözler arasına çerez edilmesidir. Böyle metinleri siyasilerin söylemleriyle buluşturanlara hatırlatalım ki onların dillendirecekleri dua, aslında Şeriati’nin  “Dua” metinleridir. Haberiniz olsun.

Hamdi Yazır’ın örnek duaları

Hamdi Yazır’ın, tefsirin girişine aldığı dua bizim de duamız olur inşallah.

Farz edelim Hamdi Yazır dua ediyor ve biz de ona “Amin” diyelim:

İlâhî! Hamdini sözüme sertâc ettim.

Zikrini kalbime mi'râc ettim.

Kitabını kendime minhâc ettim.

Ben yoktum var ettin, varlığından haberdâr ettin.

Aşkınla gönlümü bi-karâr ettin.

İnayetine sığındım, kapına geldim.

Hidayetine sığındım lutfuna geldim.

Kulluk edemedim afvine geldim.

Şaşırtma beni, doğruyu söylet.

Neş'eni duyur, hakikati öğret.

Sen duyurmazsan ben duyamam.

Sen söyletmezsen ben söyle­yemem.

Sen sevdirmezsen ben sevdiremem.

Sevdir bize hep sevdik­lerini.

Yerdir bize hep yerdiklerini.

Yâr et bize erdirdiklerini.

Sevdin Habib’ini kâinata sevdirdin.

Sevdin de hıl’at-i risaleti geydirdin.

Ma­kam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmûda erdirdin.

Server-i asfiyâ kıldın.

Hatem-i enbiyâ kıldın.

Muhammed Mustafâ kıldın.

Salât-ü selâm, tahiyyât-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun âlü eshâbı etbâına Ya Rab!”

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın diğer eserlerine de aynı ihlasla başladığını gösteren başka bir dua/münâcât da onun “Metalib ve Mezahib” adı eseridir. Eserin naşirleri bu münacatı da ikinci cildin başına almışlar. Ondan da tadımlık bazı bölümler verelim:

“Hamd ü minnet Sanadır Yarab !

Ey Rabb-i Müteal! Sen şu zahirdeki infisali, bâtındaki ittisal ile vasletmese idin ben beni görmez; Seni sezmezdim, anlayanlara hemhal, anla­mayanlara dellâl olmak istemezdim. Sen bana vicdan dedikleri bir buluş, vücud dedikleri bir bulunuş ihsan ettin. Ben bu buluş ile kendimi kendimde buluyor, bulunuşuma eriyorum, bu sayede başka varlıklara varıyor, vic­danlarını kendime zammediyorum.

(…)

Ya Rabbelerbab veya Mercîelhakkı vessevab! Kelâmın olmasa idi kelâm-ı beşer ola­mazdı. Sen anlatmasa idin Âdem esmayı bilemezdi. Anlattın, buyurdun, buyurduklarını duyurdun. Onlar da bize duyurmak, aç gönüllerimizi do­yurmak için mütemerridin ile uğraştılar. Nemrudlarla, Firavınlarla boğuştular, Ebucehillerle döğüştüler.

İnsanlara salim bir vicdan, vicdanlara kâmil bir hürriyet nuru doğdu ise bunlarla, bunların varisleri ile doğdu.

Ey Cemal-i Kibriya! Seni sevenler sevişir, sevmeyenler döğüşür. Enbiya seni sevdi, düşmanları kardeş yaptı. Hakkı, hukuku tanıttı.

(…)

Ya Rab! Bu gördüğüm Sen misin? Yoksa nefs-i kül, nefs-i âlem, insan-ı ekber, insan-ı kâmil denilen naip ve halifen midir? Ben buraya şuûn içinde geldim, hem nefsimle değil ruhumla geldim, ruhumla ittisal ettiğim ve BEN diyemediğim bir mebde-i vahdete vardım. Nefsimden geçtim, bütün nüfustan da geçtim. Fakat bu geçiş az çok temas içinde bir geçiş. BEN diyemiyorum, lâkin yine bir zılli ENE içindeyim. Demek ki vahdete va­rırken, vicdan ve vücudum haysiyet-i mutlakalar ile vahdetlerine değil henüz haysiyet-i vicdaniyeyi haiz bulunan vahdet-i izafiyelerine vardım. Bu itibar ile henüz Sana değil arş-ı vâhidiyetine geldim.

Ya Rab!

Millet-i İslâm'ın intibahını ikmâl ve kâlblerini arşgâh-ı ehadiyyetinden yeni yeni füyuzat ile malâmal eyle yâ Rabbi!

Allahümme salli ala Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn.”

Biz dualara “amin” diyelim ve de ekleyelim.

Ramazan geldi, mübarek zamanlardayız. Dua edeceğiz, peki hangi duaları okuyalım.

Size Mahmud Sami Efendi’nin “Dualar ve Zikirler” mecmuasını tavsiye ederim.

Bu mecmuadaki zikir ve dualar, sadece tavsiye edilen dua ve zikirler değildir, Üstazımızın seherlerde niyaz olarak Cenab-ı Hakk’ın huzuruna arz ettiği dualardır.

Dualarınız, dualarımızdır.

Dualarınızda yer almak niyetini ekleyerek dua niyetine bir söz ile bitirelim yazıyı:

Duanız makbul olsun.

YORUM EKLE
YORUMLAR
KY
KY - 3 yıl Önce

Doğru, güzel olanlari alıyoruz yanlışları kendilerine bırakıyoruz.

Selam olsun
Selam olsun @KY - 3 yıl Önce

ne güzel bir metot, emeğinizi Allah kabul etsin

Fahri
Fahri - 3 yıl Önce

Şeriati gibi sahabeye söven birini referans almanız hoş değil.