Kahve kültürüm oldukça zayıftır. Taşlı, kağıtlı, zarlı birçok oyunu bilmediğim gibi satrançtan da anlamam. Ortaokul sıralarındayken, ilkokul öğrencisi iken bahçesinde beden eğitimi derslerinde öğrendiğim damayı oynardım. Çayına, gazozuna ve en pahalı içecek olarak kolasına idi oyunlar. Bir ara bunun kumar olabileceğini düşünerek vakit geçirmek için oynamaya devam ettikse de herkes oyunun sonunda içtiği meşrubatın parasını kendisi verdi. Sonra onu da terk ettim.

Para dosttan kazanılırmış meğer

Eski Türk filmlerinden kalma bir şey olsa gerek; benim aklım-havsalam arkadaşlarıyla, dostlarıyla veya akrabalarıyla oyun oynayarak, onların elindeki parayı, zineti veya diğer eşyayı almayı bir türlü kabul etmez, edemiyor. Filmlerde kumar oynayan kişilerin bunu daha çok rakipten (düşman) öç almak için yaptıklarını ve kumarın yabancılarla oynandığını gördüğümden olsa gerek. Meğer iş böyle değilmiş ve kumar en yakın aile dostları ile oynanırmış ve para dosttan kazanılırmış!15674

Hâlâ hayretler içindeyim çünkü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın geçim kaynaklarından birinin kumar olduğunu ve borçlarının kayda değer bir kısmının kumar borcu olduğunu öğrendim. Bu entelektüel şairimizin arkadaşlarını üttüğünde duyduğu memnuniyeti okuyunca oldukça şaşırdım. Arkadaşlarının evlerine ziyarete giden; onlarla edebî, kültürel sohbetler eden, memleket sorunlarını ve yazdıkları eserleri masaya yatıran Tanpınar ve çevresi, bir zaman sonra paralarını da yatırıyor masaya. Gece geç vakte kadar misafirliğe gittikleri arkadaşlarını ya soyuyorlar ya da onlara onurlarını ayaklar altına alacak kadar borçlanıyorlar. Bu çevre daha çok bezik oynuyor. Yazar utanmıyor ve usanmıyor, bezik oynadığı gece veya ertesi gün bunları kayda geçiriyor, günlüğüne not ediyor. Okuyalım:

“[Mart 1961], Avrupa'ya para gönderildi. Orhan [Özer] Berlin'den geldi. Bir yığın Rus, Çek ve Şarkî Almanya, Polonya plağı getirmiş. Hesaba nazaran asgarî 500 lira borca girdim. Fakat Gololse'ları unuttum, belki bu hata düzeltilebilir. Gece bezik, beş liralık kazanç. Gözüm ağrıyor. Mazhar'a, Kâzım'a gidemedim. Toto oynadık. Dün yüz lira kayıp.”

Onlar da toto oynuyor

Bazı kişiler şansa inanır ve şansına güvenir. Bundan dolayı piyango bileti alır, toto oynar. İnsanların umudunu ve hayâlini ticarete konu eden ve peşin peşin paraya tahvil eden bu çevrelerin ilk hedefi yoksul ve yoksun bırakılmış halk katmanı sanırdım. Meğer hedefler arasında okuryazarlar da varmış. Tanpınar’ın günlüklerini okuduktan sonra bu konuda cahil(!) ile okumuş-yazmış arasında bir fark olmadığını gördüm. Çünkü romancımız, edebiyat tarihçimiz ve de şairimiz de piyango bileti alıyor, toto oynuyor. Bu oyunlar, kumarın en yakın arkadaşları. Demek birbirini çeken bir cezbe var aralarında.

15675Tanpınar’ın kumar oynadığı dönemde Üstad Necip Fazıl da kumar düşkünü idi. Ama aralarında o kadar büyük bir fark var ki bu iki kumarbazın. Üstat, dostlarından birinin tabiriyle “paraya köpek muamelesi yapan” bir adamdı ve kumar bu muamelenin en bariz şekli idi. Onun kumarbazlığı “ya hep ya hiç” olarak başlamış ve daha sonra “ya ol ya öl”e çevrilmişti. Vakıa, onun da hiç parası olmadı, paraya hep ihtiyacı oldu ama kumara yaklaşması Tanpınar gibi zarurî ihtiyaçlarını karşılamak için değildi. Üstadın kumarla olan ilgisi ile Tanpınar ve çevresinin kumara bakışı arasındaki farktan hareketle bile bu şairlerin sanat farkı çıkarılabilir. Üstatta kumar bir geçim kaynağı, bir kazanç vesilesi, bir borç kapatma vasıtası olmadı, olmamış; onun kumar tutkusu kendini arayış, nefsini eza, bunalımın dibine varma, ruh burkuntusunun dışavurumu ve kendinden kaçış idi.

Kısa günün kârı

Sadece Tanpınar değil kumara kazanç gözü ile bakan. Yusuf Ziya Ortaç’ın çevresi de aynı mantıkla yaklaşmış kumara. Bu adamların yazdıklarında, arayışın büyük ve yakıcı olmaması, tamamen ödedikleri bedelin düşük oluşu ile ilgilidir. Üstad, sabahlara kadar ve hem de iki gün iki gece oynarken; Tanpınar, Yusuf Ziya Ortaç ve çevresi birkaç saatliğine, kısa günün kârı olarak oynuyor kumarı.

Şair değil mi; kazanırız muhakkak

Yusuf Ziya Ortaç anlatıyor. Okuyalım:

“Şehzadebaşı’nda, Sokrat Eczahanesi’nin arkasında, konaktan küçük, evden büyük ahşap bir bina. Sokak kapısına mermer basamaklarla çıkılıyor, içeri girince, solda misafir odası. (Recaizade Mahmut Ekrem’in oğlu) Ercüment Ekrem'le (Talu) ilk defa karşı karşıya oturuyoruz. Tam otuz dört yıl evvel. Ercüment boştaydı o zaman. ‘Akbaba’ için yazı istedim. Hiç nazlanmadan kabul etti. Üç gün sonra, bir hikâye getirdi, bir Evliya-yı Cedit, birkaç da küçük fıkra... Bunlar, iyi cins beyaz kâğıt üstüne, yazılmamış, basılmıştı sanki: Silintisiz, çıkıntısız, çizintisiz... Hele yazısı, eskilerin meşk dedikleri bir kaligrafi örneğiydi.15676

Aradan bir hafta geçti geçmedi, bize misafir geldiler: Eşi rahmetli Feriha Hanım, Reşit Halit, bir de şişman, patlak gözlü, ‘Hala Hanım’ dedikleri, vur patlasın, çal oynasın meraklısı bir komşu ile… Ellerinde bir de çekmecemsi, marköteri bir kutu vardı: Meğer içinde iskambil kâğıtları, fişler varmış. Kahveleri içer içmez oturduk pokere!

İki seans sonunda, misafirlerimizde metelik kalmamıştı. Hepsi benim önümdeydi. Kapıdan çıkarlarken Ercüment şöyle bir durmuş ve Evliya Çelebi üslûbiyle: ‘Darb şüden-i Evliya/ Der hane-i Yusuf Ziya’ diyerek bir kahkaha atmıştı, öbürleri de güldüler güya.

Sonra yine kendisinden dinledim, yolda gelirlerken benim için; ‘Canım’, demişler, ‘şair değil mi? Enayi olur... Kazanırız muhakkak!’”

Niye günlüklerindeki sahicilik romanlarında yok

Evet, şairlerin, okumuş yazmışların birbirlerine bakışı da bu: Enayilik. Şairler enayi olurmuş. Günümüz şairleri ya bu sözü reddedecek ya da Yusuf Ziya’yı şair saymayarak sözü Ercüment Ekrem’e iade edecektir.

15677Fark etmez benim için. Gece gündüz para için kıvranan, ömrünün sonuna doğru Kıbrıs’ta ortaokul öğretmeni olmak için bakanlığa başvuran Tanpınar’ın durumunu anlayabiliyorum. Ama anlamadığım bir şey var: Arkadaşları arasında kişiliğini, izzetini bu kadar çiğneyen bir adam olarak Tanpınar’ın şiirlerinde, hikâye ve romanlarında kumardan, günlüklerindeki ezilmişlikten, yakıcılıktan niye bahis yok? Bu psikolojiyi yazabilmiş olsaydı; bugün başka bir şair ve yazar idi Tanpınar. Yazık, ondan bile mahrum olmuş! Aklıma şu soru geliyor: Yoksa günlüklerdeki duygular da mı sahte Tanpınar’ın? Çünkü günlüklerinin bir yerinde bir gün bunların basılıp okunacağından bahsediyor.

Tartışmaya değer doğrusu.

 

Kâmil Yeşil dikkat çekti