Mü’minlerin kardeş olduğu, birbirlerine yardım ve destek olmaları gerektiği Kur’an ayetlerinde ve Peygamberimiz’in sözlerinde olduğu gibi Diriliş külliyatında da önemli bir yer tutar. Üstad Sezai Karakoç, hem yazılarında hem de konuşmalarında “İslâm milleti” kavramını sıkça dile getirir. Küçük devletlerin varlıklarını sürdüremeyeceğini belirtir ve bir yazısında şunları söyler: “Bin yıllık ömrüm olsa, ömrüm boyunca konuşmam ve yazmam nasibimde varsa, hep Müslümanların birleşmesinden, bir araya gelip şuurlu birliklerini oluşturmalarından bahsederim. Bundan bıkmam ve yılmam. Çünkü bundan daha büyük bir dava bilmiyorum…” (Sezai Karakoç, Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı, s. 92)
Müslümanların birliğinin önemini vurgulayan yazıların birçoğu, üstadın kitaplarında yerini alırken içerisinde bazı şahısların isimlerinin geçmesi, güncel içerikler taşıması ve benzeri nedenlerle dergilerde yayınlandığı hâlde kitaplara girmeyen yazıları da vardır. Bu yazılardan biri de 1988 yılında haftalık Diriliş dergisinde yayınlanan “Birliğe Doğru” başlıklı yazısıdır. Her ne kadar, o günden bugüne dünyada birçok değişim olsa da çeşitli kıyaslamalar yapılabilmesi açısından üstadın kitaplarında yer almayan yazılarının da tekrar hatırlanmasının yararlı olacağını düşündük. Konunun önemine binaen o yazıyı alıntılıyoruz:
“Rusya kendine göre bir birlik kurmuş; ayrı ırk, ayrı din ve ayrı kültür halklarından. Bir kısmının esareti pahasına bu birliği devam ettiriyor Rusya. Çin de öyle. Babil Kulesi gibi. Hint de öyle. Bu üç büyük devletin esir ya da daha yumuşak bir ifadeyle 4. sınıf vatandaş kütlesini Müslümanlar oluşturuyor. Aydınların İslâm’dan koparılması suretiyle göstermelik bir İslâm varlığı dış dünyaya propaganda ekranları aracılığıyla yansıtılır. Gerçekteyse İslâm, bu rejimler ve devletlerce en büyük düşman bilinir ve imhasına çalışılır. Bulgaristan’da da hatta Yunanistan ve Yugoslavya’da da İslâm’la Müslüman arasındaki bağ planlı bir şekilde, görünen görünmeyen testerelerle doğranmaktadır. Evet, komünistlerin, Hristiyanların, Yahudilerin, Çinli ve Hintlilerin boyunduruğunda olan Müslümanların durumu içler acısıdır. Bunların kendilerini, kendi güç ve imkânlarıyla kurtarması hemen hemen imkânsızdır. Bunları, ancak çok bağımsız gibi olan İslâm ülkelerinden gelecek bir hareket kurtarabilir. Bu hareketin olabilmesi de Müslüman ülkelerin sağlam, büyük ve köklü bir BİRLİK kurmalarına bağlıdır. Bu da Müslümanların, askeri güçlerini, siyasi ve idari güçlerini ve ekonomik güçlerini birleştirmeleri ve gerek kendilerini koruma gerek esir Müslümanları kurtarma amacı yolunda örgütlendirmeleriyle mümkün olabilir. Müslüman ülkeler arasındaki ilişkiler için uluslararası bir kuruluş niteliğinde bir Sekretarya teşekkül etmişse de bu kuruluşu, bugünkü durumuyla kastettiğimiz Birlik’le eş tutmaya imkân yoktur. Kırk İslâm ülkesinin devlet başkanlarını zaman zaman bir araya getiren bu Sekreterya, faydalı olmakla birlikte bugün için bu fayda, son derecede sınırlıdır. Bir örnek vermemiz gerekirse bu birliğin bir toplantısında, kırk devlet başkanı (belki bazı devletlerin başbakanları gelmiş olabilir) bir araya gelmiş, Afganistan konusunda Rusya’yı kınama kararı almıştır. Oysa kınama kararı ne ifade eder; kınama kararını kişiler de, dernekler de alabilir. Kırk devlet bir araya gelmişse Rusya’nın Afganistan’dan çekilmesi bir ültimatomla istenebilir. Boykot gibi abluka gibi kararlar alınabilirdi. Oysa “İslâm Ülkeleri Birliği” denilen bu teşekkül bunları sağlayamamıştır. Zaten böyle bir teşekkülden daha fazlasını beklemek, hayalcilik olur.
Müslüman ülkelerin asıl muhtaç olduğu birlik, her ülkedeki Müslüman aydınların şuurlanışı, “Birlik ideali”ne inanmaları ve bu ideallerini yaymaları suretiyle gönüllerde doğar, zaman içinde de bu kökleşir, gelişir, siyasi planda etkili olacak güce ulaşır.
Avrupalılar da yaradılışları gereği, bağımsız ve tek kalmaya eğilimli oldukları hâlde siyasi zaruretler yüzünden, NATO’yu ve Ortak Pazar’ı kurdular. Bir yandan yine, eski alışkanlıkları ve huyları gereği, kendi ülkelerinin çıkarları için birbirleri aleyhine veya zararına çalışmaktan geri durmuyorlar, ama bir yandan da çok yavaş da olsa Avrupa Birliği’ni ve Ortak Avrupa Devleti’ni gerçekleştirmeğe çalıyorlar; bu ideali, hep gündemde tutuyorlar, asla devreden çıkarmıyorlar. Batı Avrupa devletleri, kendi aralarında ayrı bir birlik oluşturmaya çalışıyorlarsa da bu birliğin, Avrupa Birliği’ne aykırı olmadığını da belirtmeyi ihmal etmiyorlar.
Asıl varolmak için yaşayabilmek, yok olmamak için ekmek kadar, su kadar muhtaç oldukları Birlik idealinden, ne yazık ki en uzak görünenler, Müslüman ülkelerdir. Parça parça olmuş, her biri bir yabancı ülkenin etki alanına girmiş bu ülkeler, günü gelince bu kopukluğun bedelini çok pahalıya ödemektedirler. Filistin yaşayamadı; bu küçücük gövdeleriyle, bu gidişle Lübnan da, Ürdün de yaşayamazlar. Ne de Suriye, Irak, ya da başka bir İslâm ülkesi yaşama garantisine sahiptir bugünkü gücüyle. Filistin’in, Afganistan’ın başına gelen, her birinin tek tek başına gelebilir ve kimseler de yardıma koşmaz. O yüzden, o dehşetli günler gelmeden şimdiden İslâm ülkeleri, gerçek birliğe doğru koşmak zorundadırlar. Eğer bunu belli bir sürede gerçekleştirmezlerse her biri, tek tek, haritadan silinecektir. Tarihin kanunları sert ve acımasızdır. Bir ülke yaşayabilmek için 50 yıl sonrasını düşünmeli, görebilmeli ve onun gerektirdiği önlemleri hiç çekinmeden, duraklamadan alabilmelidir.
Tunus, Libya, Cezayir ve hatta Fas arasında kurulmak istenen birlik, bu düşünceler açısından bakılınca önem kazanmaktadır. Çünkü arzu edilen İslâm Birliği, belki de bölge birliklerinin birleşmesiyle gerçekleşecektir. Kaddafi’nin başka hareketleri tartışılabilir ama birleşme konusundaki çabaları takdir edilmeğe değer bizce. Bugüne kadarki teşebbüsler (Mısır’la, Suriye’yle, Tunus’la birleşme teşebbüsleri) akamete uğradı ama yine de bu birleşme faaliyetlerinden asla vazgeçmemeli. Zor bir konudur. Bozucu güçler hiç durmadan çalışmaktadırlar ve son derece hilecidirler. Ama umutsuzluğa kapılmadan idealin gerçekleşmesine çalışmak lazımdır. Bugün kurulacak bir Kuzey Afrika İslâm Devletleri (Mağrip) Federasyonu, belki özlediğimiz İslâm Devletleri Federasyonu’nun tohumu olur. Gerçi, ne yazık ki Cezayir, Tunus ve Libya’nın bu birleşme çabalarında, İslâm, temel birlik ilkesini teşkil eder görünmüyor. Oysa birleşecek nokta İslâm olmalıdır, sosyalizim ya da Araplık değil.” (Diriliş dergisi, 22 Ağustos 1988, Sayı:5)
Alıntılayan: Nizamettin Yıldız
Serinin ilk yazısı için tıklayınız.
Serinin ikinci yazısı için tıklayınız.
Serinin üçüncü yazısı için tıklayınız.
Serinin dördüncü yazısı için tıklayınız.