Elbette gerçeklik, gizlenmekten ziyade açıklığa, orta yerde bulunmaya daha müsaittir. Doğaldır da bir bakıma. Gerçeklik, bilinenin tam aksine hep zaten uluorta yerleri mesken tutar. İnsanlar tarafından fark edilince de onlara, “a bu kadar açık ve meydanda mıymış” dedirtebilir gerçeklik. Çünkü olduğu gibidir ve orijinaldir. Öz ve biçimde hâlâ yaratıldığı ilk gündeki gibidir. Kalabalıklaşan ve karmaşıklaşan, gittikçe de hayattan kopan ve belli akımların geometrisi içinde kaybolan, insandır çünkü. O değil.
Yolunu yitirmiş insana, ‘metafizik ipuçları’ bu kadar net göstermesi, gerçekliğin aslî yapı ve görevlerindendir. Diğer yandan, gerçekliğin ara ara gerçekleştirdiği bu parlayışlar, insan anlamsızlık içindeyken, onun algılarını doğruya doğru götüren el fenerleri ya da kutup yıldızlarıdır.
Açıkçası bazı metinler de böyledir. Başını alıp giden, kör bir yazma serüvenin yaşandığı bir zamanda, bazı metinler vardır ki, ortama, saplantı halinde hareket eden birçok zihnin yüzünü kızartacak şekilde girer. Diğer metinlere bir destur verir. Yediiklim dergisinin Mart 2013 sayısında Mete Çamdereli tarafından kaleme alınan eleştirel metin, bu türden bir yazı. Özellikle ilahiyat alanında dinî bilginin, irfan alanına uğramadan metne veya söze dönüşmesini eleştiren bir yazıyla biraz da ortama müdahale etmek istemiş Çamdereli. Çoğu ilahiyatçı bu metinden üzerine düşen payı alacak ama, önemli olan metnin dönüştürücü, değiştirici ve kalıcı bir etkiye yol açmasıdır.
Dinleyiciye dinsel bir sera etkisi yaşatıyor, o kadar
Mete Çamdereli’ye göre, kirlenen ve doğasını kaybeden kişinin, dinî bilgi sunumu da haliyle bu pislenmeden payını alıyor. Özellikle dinî emir ve nehiylerin şahsiyette özümsenmeden başkasına aktarılması, dinleyen kişide trajik sonuçlar doğurabiliyor. Pozitivizmin insana yüklemiş olduğu bazı alışkanlıklardan kaynaklanıyor bu durum. Örneğin dinî bilginin bir fen bilgisi gibi izleyiciye ve okuyucuya sunulması buna örnektir. Diğer bir örnek de kulelerde ve medya plazalarında yetişen din adamlarının bilim uzmanları gibi hareket etmesidir. Mete Çamdereli için, medya plazalarından yapılan dinî telkinler, dinleyicileri dinin gerçekliğine yakınlaştırmaktan ziyade tam tersine, sahihliğinden uzaklaştırıyor. Kısacası dinleyiciye dinsel bir sera etkisi yaşatıyor, o kadar.
Post-modernizm demek başlı başına bir sera etkisi demektir zaten. Bu sera etkisini bizde, öncelikli olarak Batı etkisi oluşturuyor. Daha sonra, belki yıllar sonra, gerçeklik denen doğal öz, yolunu bulup seraya kurulmuş olan suni yapıyı yerle bir ediyor ama dediğim gibi iş biraz pahalıya patlamış oluyor.
Bir yerde gayet açık ve basit bir şekilde bilinen bir şey
Nasıl mı?
Şöyle: Benim çocukluğumun geçtiği yerde, Maraş’ta, evlerin yönü genelde kıble tarafına bakar. Evlerin ve apartmanların balkonları o yöne doğru kondurulmaya çalışılırdı. Ve bir yere seyahat ettiğinizde kıbleyi bulmakta zorluk çekmezdiniz. Evlerin ve apartmanların döndüğü yer olan kıbleye kolayca yönelebilirdiniz.
Ama yıllar sonra İstanbul’a geldiğimde, kıbleyi bulmakta zorlandım. Hatta evlerde kıldığım namazların çoğunu tekrar (kaza) etmek zorunda kaldım. Kıble kıbleye, evler anyaya dönmüştü. Geleneksel mimarimizin son temsilcisi Turgut Cansever, geleneksel mimari çizgisinin Tanzimat’la kırıldığını ve evlerin kıbleye doğru durma özelliğini terk ettiğini söylemişti.
İşin ilginç tarafı, Turgut Cansever’in, evlerin kıbleye dönük yapılmasını bir estetik öneri olarak sunmasıydı. Bir yerde gayet açık ve basit bir şekilde bilinen bir şey, bir başka (Batılaşmanın zirve yaptığı) yerde arasan bulunmaz bir öneriye dönüşüyordu. Bu çark edişe, Batılılaşma sürecinde Doğu’yu parça parça bulmak da denilebilirdi.
Mete Çamdereli, aynı yazısında, ilahiyatın, gerçeklikten, medeniyet bilincinden saptırılarak, din bilgisi sunum tarzının bozulduğunu, teorilere benzer bir edaya büründürüldüğünü, Batılılaştırıldığını söylüyor. Çamdereli açısından bu iş, yani dinî bilgilerin aktarımı, aslında bildiğini yaşayan insanlar için, gayet basit ve normal bir iştir. Ve pratikliğe, cazibeye yakındır da.
Adem Kalan yazdı