Kitabın adı üç değer üzerine kurulmuş.
Dindar, doktor, hanım.
Bir zamanlar milletimizin en çok özlemini çektiği ve ihtiyaç duyduğu değerler bunlar. Birinci öncelik tabii ki dindarlık. “Allah’ın ve Hz. Peygamber’in emir ve yasakları konusunda itina ve hassasiyet sahibi olan, gücünün yettiği kadar emirlere uymaya çalışan kişi” anlamında “dindar”lık neden bu kadar önemli ve öne çıkarılmış? Çünkü Ayşe Hümeyra Hanım’ın yetiştiği, tahsil gördüğü dönem; bu değerlerin örselendiği, yasaklandığı, dine temayülü olan kişilerin küçümsendiği, dışlandığı hatta cezalandırıldığı bir dönemdir. Hümeyra Hanım’ın 1938-41 yıllarında lise, 1943-49 yıllarında Tıp tahsili yaptığı göz önünde bulundurulursa ne demek istediğimi anlarsınız. (Hatıralardan öğrendim ki Hümeyra Hanım, lise yıllarında iftihar listesine girmiş ve dönemin Maarif Vekaleti o yıl İftiharlar Kitabı’nda ona da yer vermiş. Şimdi nerededir bilmiyorum dediği fotoğrafı, İftiharlar Kitabı’nda aradım ve Hümeyra Hanım’ın fotoğrafını buldum. Bu fotoğrafı makale vesilesiyle ilk defa burada neşrediyoruz.)
“Kıtlık zamanında verilen lokma unutulmaz” atasözü tam bu dönem için söylenmiş gibi. Aslî ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanları teselli edecek, geleceğe umutla bakmayı kolaylaştıracak tek teselli kaynağı İslâm dini. Onun da önünde engeller var. Böyle sıkıştırılmış bir dönemde millet ne yapar? Ne yapabilir?
Zor zamanların doktoru
Karnını doyurmak için kuru ekmeğini tuza banar, çıplak kalmamak için kırk yama yapar, bütün cezaları göze alır ibadetini gizli gizli yapar, çocuklarına dinini ağızdan/kulaktan öğretir.
Ayşe Hümeyra Ökten’in çocukluk yılları işte böyle bir zaman diliminde geçer. Bir farkla: Babası (merhum) Celaleddin Ökten öğretmendir, kısmî olarak ekonomik bir rahatlık içindedir. Öyleyse bu nimetin şükrünü eda etmek lazımdır. O da babasından, annesinden dinini öğrenir, tahsilini, döneme göre çok zor bir mesleği öğrenmek için seçer ki o da tababettir. Döneme bakıldığında imanlı bir hanımın doktor olmasının kıymeti iki kat artmıştır. Çünkü İstanbul başta olmak üzere Anadolu insanı, annesi, karısı, kızı, kız kardeşi hasta olduğunda öncelikle kadın doktoru tercih eder. Bu husus fıtri bir yönelimdir ve zaten utangaç, haya sahibi olan Anadolu kadını için hayatî bir sorundur. Bunun üzerine doktorun o kıtlık yıllarında, tok gözlülük gösterip bir de muayene parası almamasını veya çok az ile yetinmesini eklerseniz; nûrun alâ nûr olur.
Kadın doktorun dinî hassasiyet sahibi oluşu da bunun üzerine eklenince -ki o dönemde çok az kişide bulunan bir haslettir- nimetin büyüklüğünün, böyle bir lütfun varlığına sevincin, hamdin sınırı olmaz.
Hac’daki unutulmaz hizmetleri
Bu husus o kadar mühimdir ki önemi, en çok Hac esnasında hissedilmiştir. Ayşe Hümeyra Hanım’ın manevi mertebesini artıran hizmet yılları da bundan sonra görülür. Çünkü o; 19 Ağustos 1953’te ilk hanım doktor görevlisi olarak Hacc’a gider. Kitabın en güzel sayfaları bu hac görevliliği esnasında yaptıkları hizmetlerin anlatıldığı sayfalardır. Türk insanının kırılganlığını, yaşlı olarak Hacc’a gidişini, dil bilmezliğini, çekingenliğini, kendisine yakın ilgi gösterildiğinde, hele tedavi edildiğinde girdiği ruh hâlini düşünürseniz bu işin ne kadar büyük bir hizmet olduğunu anlarsınız. ‘Hacc’a görevli olarak geldim, özel olarak hac için değil’, anlayışı ile kadın erkek herkesin hizmetine koşan Ayşe Hümeyra Hanım, ne kazanıyorsa zaten bu hizmetlerinden dolayı kazanıyor? Ne mi kazanıyor?
Duayı, Allah’ın rızasını yani. Medine başta olmak üzere Hicaz sevgisi, mahlukata ve özel olarak hacca gelmiş Müslümanlara hizmet etmenin neşvesini kazanıyor.
Bunu okuyunca mürid-şeyh hikâyesini hatırladım. Bir mürid, şeyhinden himmet istemiş ve “Himmet ya Efendim!” demiş. Şeyhi de ona “Hizmet, hizmet evladım!” diye cevap vermiş.
Hümeyra Hanım’ın hayatından açıkça görüyoruz ki himmetin yolunu açan anahtar hizmettir.
“Şöhret afettir;” denmiş fakat bu hayırhâhlık, Hümeyra Hanım için nimete dönüşüyor, İstanbul’da da benzer bir hizmet halkasına giriyor.
Ayşe Hümeyra Ökten, soyadından da hatırlayacaksınız, İmam Hatiplerin kurucu önderi Celaleddin Ökten Hoca’nın kızıdır. Bir ilim, irfan ve hizmet erbabı olan Celaleddin Ökten (Celal Hoca), kızının hem hocası hem babası hem arkadaşı olmuş. Ayşe Hümeyra Hanım’ı başkasının kızı olsa da severdim, sayardım, gıpta ederdim. Fakat gayet zeki, bir ahlâk abidesi, girişken, adanmış bir vakıf insan olan Celal Hoca’nın kızı olduğunu öğrenince onu daha çok sevdim ve dedim ki:
“Armut dibine düşer. Kim demiş mum dibine ışık vermez diye. İşte babasından aldığı ışığı (Ay), Güneş ışığı hâline getiren bir evlad. Üstelik (Buradaki “üstelik” Türkiye’de kız evladına burun kıvıran, kızları okutmaya soğuk bakan kişiler içindir) kendi döneminde en zor olan Tıp tahsilini bitiriyor ve hâzık bir hekim oluyor. Hekim olmakla kalmıyor, dinî hassasiyetini, ibadetlerini koruyor ve pozitif bilim, materyalizm, deneycilik, inançsızlık gibi Batılı anlayışlara kapı aralayan tababeti, iman ile birlikte yürütüyor.
Bu hususların “kadın”larda olmasının önemine bir nebze olsun değindim sanıyorum. Pozitif, rasyonel bilimci Cumhuriyet zihniyetine karşı/rağmen, kızların tahsili için gösterdiği tavır bakımdan altını çizmemiz gereken birinci kişi, baba Celaleddin Ökten Hoca’dır. Hele o dönem için…
Celal Hoca’nın tek parti zihniyetine verdiği bir cevap
Bir yanda “Kızlar okuyup da ne olacak?” diye burun kıvıran, dini kılıflar uyduran geleneksel çevre. Diğer tarafta “Bu gericiler, kızları okutmaz, onları kafes ardında tutar, on beş yaşına gelince de evlendirirler, zaten bunlardan dolayı geri kaldık.” diyen elit (!), aydın(lanmış) (!), Cumhuriyet entelijansiyası.
Celal Hoca ve Ayşe Hümeyra Hanım her iki yaklaşıma sözleri ile değil; hayat tarzları ile mücadele etmiş ve Allah’ın izniyle muvaffak olmuş kişilerdir. Madem kitabın adındaki kelimeler üzerinden gidiyoruz. “Dindar”lık üzerinde duralım biraz.
Kabul edelim ki kitaptaki “dindar”lık, bugün anladığımız, içini boşalttığımız “dindar”lık değil. Günümüz dolaşımında hem pejoratif hem de “sağcı-muhafazakâr”, mânâsında kullanılan, sınırları gayetle belirsizleştirilmiş bir kullanım olduğu için başlangıçta bu tanımlamayı isabetli bulmadım.
Fakat kavram bizim kavramımız ve “dindar” örneğimiz müşahhas Ayşe Hümeyra Hanım olduğu için kavramı aslî yerine koymak lazım ve kitap buna da hizmet edebilir diye düşündüm sonra.
Kitabın içine giremedik ne yazık ki.
Şu kadarını söyleyeyim ki bu kitap bir yönü ile “Hac Hatıraları.”
Bilindiği gibi Hac ibadetinin eda edildiği Hicaz’da çekilen sıkıntılar, manevi hâller, mekanlar bizde çok az kişi tarafından anlatılmıştır.
“Dindar Bir Hanım Doktor” kitabının bu bakımdan bir boşluğu doldurduğunu söyleyebilirim.
İkinci husus; Ayşe Hümeyra Hanım’ın çevresi.
Doktor olması, Celal Hoca’nın kızı olması, İstanbullu olması gibi birden fazla sebeple çevresinin alimler, arifler, okur yazarlardan teşekkül etmesine şaşırmıyoruz. Ancak Ayşe Hümeyra Hanım’ın gözlerden kaçan diğer bir çevresi var ki onlar da “Saliha hanımlar” çevresidir. Daha önce başka bir vesile ile söylemiştim; bu kitabı okuyunca o kanaatim pekişti. Kanaatim ve tespitim şudur:
Toplumumuz görünürdeki dışavurumlardan daha çok dindardır. İkincisi, kadınlarımız erkeklerden daha dindardır (veya en az erkekler kadar dindardır).
Türk toplumunda salih erkekler yanında saliha kadınlar da vardır ve toplumun geleceğini esas onlar belirliyor. Ayşe Hümeyra Hanım’ın çevresinin bu saliha hanımlardan meydana geldiğini gördüm ki ‘Dindarlık nedir, saliha olmak nedir?’ onlara bakarak öğrenebilirsiniz.
Bu kitap, 30’lu yıllardan 2000’li yıllara Türk toplumunun geçtiği kültürel, siyasi, ekonomik süreçleri anlatan bir “yakın tarihtir.”
Nelerden bahsettiğimizi kitabı okuyanlar daha iyi anlayacaktır.
Manevi annem seçtim
Yazımızı rahmet ve şefaat dileği ile bitirelim.
Öncelik rahmet borcumuz Ayşe Hümeyra Hanım gibi bir evlad yetiştiren Celal Hoca’ya. İkinci rahmet borcumuz “bizim” ilk dindar, hanım, doktorumuz Ayşe Hümeyra Ökten Hanımefendi’ye.
Kendini hizmete adamış, ‘Hastalar benden hizmet beklerken nasıl ev-bark sahibi olabilirim?’ diyerek ‘mücerred’ kalmayı tercih etmiş, Ayşe Hümeyra Hanım’ı kendime manevi anne tayin ettim.
O beni evlatlığa kabul eder mi bilmiyorum. Böylece iki Peygamber sevdalısı, ikisi de mücerred yaşamış, biri erkek (Muhammed Hamidullah); diğeri kadın Ayşe Hümeyra Ökten’e evlat olmak için onların ruhaniyetlerine ilticada bulundum, dilekçe verdim.
Bunun kabul edilip edilmediğini mahşer gününde öğreneceğiz.
Eğer öldükten sonra hayırla, rahmetle, dua ile anılmak istiyorsak önce kendimiz bu hassasiyete, vefa bilincine sahip olmalıyız.
İstanbul’da medfun Celal Hocamız’a, Cennet’ül Baki’de medfun Ayşe Hümeyra Hanımefendi’ye ve de ABD’de medfun Muhammed Hamidullah Hoca’ya rahmetler olsun. Allah onlardan razı olsun. Kabirleri nurla dolsun. Rabbim, onlara verdiği ilim, irfan, hikmet, ihlas ve hizmet aşkını bizlere de nasip eylesin. Âmin.
Rabbim Ayşe Hümeyra Hanıma rahmet eylesin. İnşAllah bu yazı yeni Dindar, Doktor hanımların yetişmesinde bir teşvik olur. K. Yeşil beye teşekkür ederiz. Kitabı alıp okumak istiyorum.