Bilim adamlarının meleklerle iletişime geçme yollarını keşfedeceği günü bekliyorum. Belki o zaman yazdıkları defterleri inceleyip, kaç sevap puanı, kaç günah puanı biriktirdiğimizi görebilirdik.
Yoksa bu işler böyle değil miydi? Halbuki ben namaz kılmak, oruç tutmak gibi şeylerin sevap kazanma yolları olduğunu sanıyordum. Hayatı bir oyuna benzetiyor ve oyunun sonunda sevap ve günah puanlarımızın karşılaştırılacağına inanıyordum. Günde beş vakit namaz kıldın, hoop beş çarpı yirmiden yüz sevap puanı cepte! Oruç tuttun, elli puan; tekne orucuysa yirmi beş puan. Küfredersen de ettiğin küfrün ayıplığına göre değişen günah puanları hayal ederdim.
Bir süre sonra bazı boş işlerde icazet verebilir kıvama geldim
Eğer din böyle bir şey olmasa neden tek kelimesini anlamadığım hâlde Yasin'i, Tebareke'yi ezberlemem gereksin ki? Hem imam hatip lisesinde geçirdiğim seneler, hem de çevremde gördüğüm Müslümanlar, bana bu tezimin doğru olduğunu haykırır gibiydi.
Başlarda namaz kılmak çok zor geliyordu. Ben de annemler "Namaz kıl!" dediğinde mescide gidip namaz kılınacak bir müddet bekliyor ve geri geliyordum. Bazen gelip bakıyorlardı, ben de bu zamanlarda namaz kılıyor olsaydım kaçıncı rekatta olabileceğimi hesaplıyor ve ona uygun şekle girip ağzımdan fısıltıyla garip Arapçamsı sesler çıkartıyordum. Sonra öğrendim ki namaz kılmak, başkası görsün diye yaptığımda sevap kazandırmıyormuş.
Bu acı gerçekle hayatıma devam etme kararı aldım. Düşündüm; günah işlemek daha zevkliydi, ama Cehennem'de hiç gezip tozmak, oynamak yoktu, Cennet ise hep gülüp oynayabileceğimiz bir yerdi. Kazanabildiğim kadar çok sevap puanı kazanmaya çalışmalıydım! Bütün Cennet bahçeleri benim olacaktı!
Derken araya ergenlik girdi. Bol bol namaz kılıp, oruç tutup sevap puanları kazanıyordum, fakat bunlar beni hiç tatmin etmiyordu. Ben de kendimi eğlendirecek yollar buldum. Bunların bir kısmı günahtı, daha büyük bir kısmınaysa insanlar "boş iş" diyordu. Bilgisayar oyunları oynamak gibi işler mesela; öğrendiğime göre boş işler, ne sevap ne de günah kısmına bir puan eklemiyordu. Ben de gömüldükçe gömüldüm bunlara: Oyun, müzik, fantastik romanlar, çizgi filmler... Ne varsa hepsini tüketiyor, üstüne üstlük boş işlerin dergilerini alıp onlar hakkında edinebildiğim kadar çok bilgi ediniyordum. Boş iş konuşulan yerde bir hatibe dönüşüyordum, bir süre sonra bazı boş işlerde icazet verebilir kıvama geldim.
Nedense sonra bu boş işlerin o kadar masum olamayabileceğini düşünmeye başladım, bana pek Cennet'i kazandıracak gibi değillerdi, sevap puanlarımın toplandığı kutudaki boşluğu hissediyordum. Bir süre arayışımı sürdürdükten sonra "tasavvuf" diye duyduğum şeyi araştırmaya başladım. Tanıdığım sufilerden ve tasavvuf üzerine okuduklarımdan şöyle bir şey çıkardım: "Kişi, her işi bırakır da sadece sevap puanı kazanmaya çalışır ve sürekli ibadet ederse hem Cennet'lik olurmuş, hem de Allah ona süper güçler bahşedermiş." Kulağa çok iyi geliyordu, sonunda İslam'ı anlamaya başladığımı sanıyordum!
Sevap ve günah puanlarım boşa gitti, hepsi bu oyunun içinde kaldı
Bir süre sevap puanları konusunda çok gayretli davrandım ve günah puanı biriktirmemeye çalıştım. Ancak bu yeni keşfettiğim yolun derinliklerine indikçe gerçekle örtüşmeyen hatalar buluyordum. "Olabilir." dedim, "Aslında bunlar hata değildir de ben anlamıyorumdur."; hem zaten bu oyunda usta olanlar hep öyle demiyorlar mıydı? "İşlerin hikmetini herkes anlayamaz, gerçeğin bilgisi ancak Allah'ın sevgili kullarına açıktır" diye... Ben de gittikçe daha sıkı sarıldım bu yola. Evet, insan tüm zevkleri bırakmalıydı, Müslüman acı çekmeliydi! Ve sonunda bu acılarımızın karşılığı olarak gelsin süper güçler, gelsin Cennet!
İbadet etmenin acı çekmek olduğunu kavramıştım artık. Hem de ben çok ibadet edersem Allah'la aramda sevgi bağı oluşur ve ibadet etmekten zevk alabilir duruma gelirmişim. Oyunun kurallarını tam olarak öğrendiğime inanıyordum artık, sevap puanı kazanma yolunda ne kadar acı çektiğime aldırmıyordum.
İşte böyle; günde beş vakit namaz kılar ve her gün Kur'an okur durumdayken çeşitli yerlerde okuduğum ve gördüğüm bazı şeyler, izlediğim yolun yanlışlığını yüzüme çarpmaya başladı. Oyunun kurallarına uydukça mavi ekran alıyordum, oyunun her yeri hatalarla dolmaya başlıyordu. Sonra bir gün, ibadet kelimesinin anlamının benim sevap kazanmak için yaptığım işler olmadığını öğrendim. İbadet, Arapça "kulluk etmek" demekmiş. Hemen ardından bunca senedir içinde ne yazdığını merak etmediğim Kur'an'ı okudum. İşte o an farkına vardım ki hepsi bir oyunmuş. Oyunun kuralları birer birer değersiz hâle geldi, geriye iki şey kaldı: İnanç ve amel. Sevap ve günah puanlarım boşa gitti, hepsi bu oyunun içinde kaldı.
Artık biliyordum, ne kadar sevap puanı kazanırsam kazanayım bu puanlar sadece oyunun içinde geçerliydi, gerçekteyse bunların değeri yoktu. Çevreme baktım, bu oyun içinde yüksek skor yapmaya çalışandan oyunun kurallarını çok çiğnemeden oyunun tadını çıkarmaya çalışana kadar türlü türlü insan gördüm. Gerçek önümdeydi, oyuna devam edebilirdim, oyun oynamak her zaman daha kolaydı. Bunun gerçekten bir oyun olduğunun farkına varanlarsa gösterişsiz, sade bir hayat sürüyorlardı. Elimdeki jetonlara baktım, "Hâlâ bir seçme hakkım var." diye düşündüm. Sonunda, elimde kalan jetonları çöpe attım ve bu atari salonuna bir daha girmemeye karar verdim.
Ahmet Torun yazdı