Semerkand dergisi, Haziran sayısında son günlerde revaçta olan önemli bir konuyu ayın konusunda ön plana çıkarmış: Sadece aşk ve muhabbeti öngören fıkıhsız, şeriatsız tasavvuf anlayışı. Derginin yazarlarından Abdurrahman Mıhcıoğlu'na göre, salt aşk söylemi, gerek ameli, gerekse akidevi meselelerde, tasavvufu sanki dini sorumluluklardan kurtaran, daha geniş hareket etme imkânı sağlayan bir alan olarak öne sürüyor. Özellikle Mevlana, Şems ve İbn Arabi'nin bazı eserlerindeki derinlikli ve lirik anlatımlar böyle bir yaklaşımı mümkün kılabiliyor. Bu yaklaşım, hiç de yeni değil. İslam tarihinin ilk dönemlerinde Batıniyye ve İbahiyye ekollerinde kendilerine sufi diyenler, Allah'ın, kulun itaat ve ibadetine muhtaç olmadığını, sonsuz lütuf ve keremiyle günahları bağışlayacağını, dini emir ve yasakların sağlayacağı manevi yücelişin, muhabbet ve riyazetle elde edilebileceğini öne sürmüşler, ayet ve hadislerin zahiri manalarını bir yana bırakmış, batıni manayı elde etme bahanesiyle nassları hiçbir kurala bağlı kalmadan yorumlamış ve bu şekilde, kendilerince, bildiğimiz dini hükümlerin geçersiz olduğunu iddia etmişlerdir. Bu sapmalara karşı, Ehl-i Sünnet akidesini muhafaza eden sufiler, hicri üçüncü asırdan itibaren önemli telif eser yazdılar. Haris el-Muhasibi'nin er-Riaye'si, Ebu Nasr Serrac'ın el-Lüma'ı, Hücviri'nin Keşfül-Mahcub'u, Kelabazi'nin et-Taaruf'u, Şihabüddin Sühreverdi'nin Avarifü'l-Meârif'i bunlardan en önemlileri.
"Hakikat"i şeriatın dışında tanımlamaya başlayınca...
Bir kez, "Hakikat"i şeriatın dışında tanımlamaya başlayınca, Budistlerin de, Hıristiyan ve Yahudilerin de Hakk'ı bulacağı ve iman üzere öleceği ileri sürülebiliyor. Ameli meselelerdeki sapmalardan da bir örnek vermek gerekirse, kimi çevrelerce tesettür ayetindeki "ayıpları örtmek", "muhatabın karşısında tevazu göstermek" şeklinde anlaşılmakta, ayetin birinci ve asıl manasını oluşturan "mahrem yerlerin örtülmesi" emri geri plana atılarak yok sayılmakta ya da önemsiz bir teferruat olarak telakki edilmekte, tasavvuf, İslâm'dan bağımsız dinler üstü bir anlayış olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Bu yaklaşımı bugün, tasavvufî aşk romanları olarak şöhret bulan bazı kitaplarda ve tasavvuf bahisli bazı televizyon programlarında görüyoruz. Mevlana'nın Mesnevi'sindeki “dövme yaptıran Kazvinli Adam” hikayesi, buna iyi bir örnektir. Kazvinli bir adam dövmeciye giderek kürek kemiğinin üzerine kükreyen bir aslan dövmesi yaptırmak ister. Dövmeci dövme yapmak üzere iğneyi her batırmasında, Kazvinli feryadı basarak, -Neresini resmediyorsun? diye sorması ve cevap karşısında, -Boşver yapma! demesi üzerine dövmeci, -Bre şaşkın! Kuyruksuz, kulaksız, karınsız aslan mı olurmuş? Haydi işine! der ve Kazvinliyi kovar. Mesnevi şarihi Tahiru'l Mevlevi bu hikayeyi şöyle yorumlar: "Hz. Mevlana, Müslümanlığın bir kısmını alıp, diğer bir kısmını bırakanları bu Kazvinli'ye benzetiyor. Ötesinden berisinden kırpılmak ve kendine göre beğenilmeyen hükümleri atılmak suretiyle meydana getirilecek Müslümanlık, Kazvinli'nin başsız, kuyruksuz, pençesiz aslanı gibi olur ki, böyle bir aslan olmayacağı gibi böyle bir din ve Müslümanlık da olmaz."
Zahir ve Batın (kabuk ve çekirdek) bütünlüğü
Mevlana k.s., Mesnevi'deki zahir ve batın bütünlüğünün önemine şöyle dikkat çeker: "Mesnevi'nin sözlerinin suretine bakarsan bu, suret ehlini saptırır. Mana ehlini ise hidayete erdirir. Kur'an'da 'Bu Kur'an, bazılarını hidayete ulaştırır, bazılarını sapıklığa düşürür.' (Bakara, 26) buyrulmuştur." Burada manayı (batını) bilmeden zahirin anlaşılamayacağına da bir işaret vardır. Mevlana sahih akideyi ve istikamet üzere ameli kabuğa, ihlas ve muhabbeti de öze, çekirdeğe benzeterek, ikisi arasındaki münasebeti şöyle izah eder: "Nasıl ki, özü, çekirdeği olmayan bir kabuk faydasızsa, kabuksuz dikilen bir çekirdekten de filizlenip neşv ü nema buluncaya kadar harici şartlardan korunamayacağı için bir fayda, bir meyve hasıl olmaz." İbn Arabi de ilahi aşk ve muhabbete dair şu açıklamayı yapma gereği duyar: "Muhabbeti din edinmek, bu makamın bir gereğidir. Kur'an'da, 'De ki, Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.' (Al-i İmran, 31) buyrulur. Muhabbeti din edinmek, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e tâbi olmaktır. Zira Hz. Muhammed (s.a.v.) diğer peygamberler içinde muhabbet makamına da kemal noktasına da sahiptir. Allah Teala onu kendisine 'habib' edinmiştir. Onun varisleri de elbette onun yolundan gidecektir."
Konuyla ilgili olarak yer verilen Niyazi-i Mısri'nin bir güzel şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum:
"Mürşid gerekdür, bildüre Hakk'ı sana hakk'el yakin
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş.
..
Her mürşide dil verme kim, yolunı sarpa uğratır,
Mürşidi kamil olanın gayet yolu asan imiş."
Hüseyin Kahraman yazdı