Din; insanın duygu, düşünce ve davranışlarına etki eden bir hayat rehberidir. Dinin ortaya koyduğu emir ve yasaklar o dine inanan insanlar için kırmızı çizgiler ihtiva eder. Bunlara uygun bir yaşantı sürmek inanmış bir insanın aslî sorumluluğudur. İnanca uygun bir yaşantının yanında, özellikle yetişkinlerin bir diğer sorumluluğu da dini, yeni nesillere aktarmaktadır. Bu süreçte hem bireylere hem de bu faaliyetleri yürüten kurumlara önemli görevler düşmektedir.
Din eğitimine dair çok farklı boyutlar konu edilebilir şüphesiz, lakin; benim burada dikkat çekmek istediğim nokta bu süreçte kullanılacak dil mevzuu. Hepimiz biliriz ki sıradan bir mağazada pahada değeri düşük bir ürünü pazarlayacak kişiye bile kullanacağı dil konusunda bir eğitim verilir. Bu kişiden karşı tarafı rahatsız edecek bir tavır ve söylem içinde bulunmaması, müşteriye nezaket çerçevesinde yardımcı olması, güven vermesi istenir. Dünyalık bir ürünü pazarlarken bile dile bu denli özen gösterilirken din gibi muazzam bir değeri muhatabına tanıtacak kişinin dilinin özensiz olması düşünülebilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım: Din gibi muazzam bir değeri muhatabına anlatacak kişinin dil noktasındaki özensizliği mazur görülebilir mi?
Sadi Şirazi “Yanlış üslup doğru sözün celladıdır” der. Sözlerin en doğrusu olduğuna inandığımız Allah kelamının yanlış üsluba kurban edilmesi ne büyük bir hatadır! Çok bilmenin yeterli olmadığı, aynı zamanda bunu nasıl anlatacağımız, bu konuda nasıl bir söylem üreteceğimiz konusunda da bilinç ve farkındalık sahibi olmak gerektiği çok açık. Zira doğruyu söylemek yetmiyor; doğruyu, doğru şekilde söylemek gerekiyor. Konuyu daha somutlaştırmak için şöyle bir örnek üzerinden gidelim: Bir adam eşine çok kıymetli bir elmas yüzük alır. Akşam eve geldiğinde eşine: “Hele bak sana ne aldım!” diye seslenir ve elindeki nadide elması eşinin önüne fırlatıverir. Bu durumda elmas elmaslığından bir şey kaybetmez elbette ama eşinin gözünde o elmas tüm değerini yitirir. Değerli olanı; değer verdiğimiz kişiye ona değer verdiğimizi gösterecek şekilde sunmak gerekir.
Hatta karşımızdaki kendi değerini yok etmiş bir kişi olsa bile durum değişmez. Bu konuda hemen temel referansımız olan Kur’an-ı Kerim’e müracaat edelim. Hz. Musa kendisine peygamberlik görevi verildikten sonra kardeşi Hz. Harun’la birlikte Firavun’a gitmek için görevlendirildiğinde kullanacağı dil konusunda şu uyarıya muhatap olur: “Firavun’a gidin. Doğrusu o haddi aşmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır ya da (daha ileri gitmekten) çekinir.”[1] Burada şu nokta çok açıktır ki Firavun gibi işi azgınlığa vurmuş, kendini tanrılaştırmış bir kişiye bile Allah’ı anlatırken kavl-i leyyin yani yumuşak söz söylenmesi istenmektedir. Firavun’a karşı gösterilen bu nezaketin çocuklarımızdan, gençlerimizden, daha genelde ise muhatabımızdan esirgenmesi ise hiçbir şekilde doğru kabul edilemez.
Bir başka ayet-i kerimde ise Yüce Allah Hz. Peygambere hitaben şöyle buyurmaktadır: “Sen onlara sırf Allah’ın lütfettiği merhamet sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onların bağışlanmasını dile, iş hakkında onlara danış, karar verince de Allah’a güven, doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.”[2] Burada ise Hz. Peygamberin dini tebliğ ederken nasıl bir dil kullandığı, muhatabına nasıl yaklaştığı konusuna dikkat çekildiği görülmektedir. Aslında Kur’an-ı Kerim’in bütünü incelendiğinde tüm peygamberlerin, sözlerini tartarak söyledikleri; merhametli, yumuşak huylu ve yumuşak sözlü olmanın peygamberlerin ortak vasfı olduğu görülür.
Dini öğretecek kişilerin, dini sağlam kaynaklardan öğrenmek yanında iki temel önceliğinin bulunduğu söylenebilir. Birincisi dini yaşamak. Yaşamadığımız, kendimize mal etmediğimiz bir değeri ne kadar güzel anlatırsak anlatalım muhatabımızda tesir uyandırmamız mümkün olmayacaktır. İkinci nokta ise yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız dil meselesidir. Hem doğal bir eğitimci olan anne babaların hem de bunu profesyonelce yapan meslek erbabının din eğitiminden önce bir dil eğitimi almaları gerekiyor. Örneğin buyurgan, dayatmacı bir dil muhatabımızı bizden uzaklaştırır. Tehditkâr, kötümser bir dil muhatabımızı korkutur. Söze Allah’ın azabıyla başlayanlar, cehennemin kapılarını açmak için yarışanlar, din üzerinden geleceğe dair felaket senaryoları çizenlerin nebevî usule çok ama çok yabancı oldukları görülüyor. Halbuki İslam’da her işin başı besmeledir ve orada Allah’ın rahman ve rahim vasfı vurgulanır. Müslümanın işi rahmanca ve rahimce olmak durumundadır. Din eğitimcisinin dil eğitimi konusunda ilk ödevi besmelenin mana ve önemi üzerine kafa yormak olabilir.
“Dil” kelimesi Farsça’da “gönül” anlamına gelen bir kelime. Dil ile gönül arasında bir bağ olduğundan yana şüphe yok. Kullandığımız dil doğrudan muhatabımızın gönlüne tesir ediyor. Dinin özü diyebileceğimiz inancın, merkezinin kalp; kalbe giden ana arterlerden birinin de dil olduğu dikkatten uzak tutulmamalı. Gönül kazanmada, ortaya koyduğumuz tavrın ve kullandığımız dilin çok önemli bir yeri var. Tam da bu noktada etrafındaki insanların gönlüne dokunmayı başarmış peygamberlerin hayatlarının daha bir dikkatle incelenmesi gerekiyor.
Dil eğitiminin içine muhatabı iyi tanımayı, onun ihtiyaçlarını ve seviyesini gözetmeyi, modern iletişim tekniklerini bilmeyi, modern iletişim araçlarını etkili kullanmayı vb. ekleyebiliriz tabi. Burada önemli olan bu konunun ehemmiyetini fark etmek. Bu yazı az da olsa buna vesile olursa ne mutlu.