Mehtike’yi okuduğunda Amine, tam da onun yaşındaydı. 9 yaşındaki bu kız, Mehtike için ağladı. Ağladı ve bir sürü cümleler kurdu dünyadaki çocuklar üzerine, mazlum, aç, vesaire. “Ben büyüyünce,...” diye başlayan bir çok cümle, Libya üstüne, Filistin'e, Somali'ye…Abdurrahman Dilipak, Mehtike

Abdurrahman Dilipak'ın yazıp Yalçın Turgut'un çizdiği, 1983'de Çekirdek Yayınları’ndan ikinci baskısı çıkmış bu eski kitabın sayfalarını öyle itinayla çevirdi ki Amine, tablet bilgisayarların hoyrat dünyasına doğmuş zavallı çocukların bilemeyeceğini düşündüğüm bir itinaydı bu. Kitabın sararmış, eski sayfalarını koklayan bu çocuk, yaşıtı bir başka çocuğun, başka bir zaman diliminde ve başka bir coğrafyada yaşadığı sonu kabul edemedi. Olduramadı, ölçtü, tarttı, biçti, hazmedemedi. O zaman gördüm ki, biz yetişkinler(!) ne çabuk hazmeder olmuşuz herşeyi.

Mehtike özgürlüğünün önündeki tellere takılmış, 9 yaşında cennete adım atmıştı

Mehtike, 9 yaşında, 1958’in Libya'sında… Henüz Kaddafi'siyle tanışmamış bu topraklarda, göçebe bir bedevinin kızı. Tipik Afrikalı Arap kızı. 7 kardeşi, dedesi, ninesi, anne ve babasıyla, mevsimden mevsime tatlı su kaynaklarını takip ederek süren bir hayat onunkisi. Sade, ayrıntısız, serin, sıcak. Çocuklarımızın varolduklarını unuttuğu yıldızlarla arkadaş çölde, onları takipte. Çölün tüm meşakkatli hallerini yaşayan, çocuk oluşunda saklı olan saflık ve temizlikle hiç şikayet etmeyen, çölü keyifle yaşayan bir çocuk. Trablus'ta okusun diye, okuyup çok muhtaç oldukları doktorlardan biri olarak yetişsin diye bir zaman sonra  göçebe hayata veda ediyor bu aile. Okullu oluyor bedevi kızı.

Küçük oğullarına da Ömer Muhtar diyorlar,  bu kahraman adamın adı ile anıyorlar evlatlarını. İtalyanların ülkelerinden kovulmasındaki büyük katkısı sebebiyle, Ömer Muhtar'ın adı ailelerine kazınıyor bu çocukla, savaşta şehit verdikleri dayıları, amcaları anısına. Öyle bir dünyanın çocukları onlar, öyle esir, öyle özgür…

Abdurrahman Dilipak, MehtikeMehtike o günün Libya'sında tepelerinde dolanan asker uçaklarına, helikopterlere olan aşinalığıyla, savaşta yaşayan çocukları temsil ediyor kitapta. Savaş ortamından nasıl da rahatsız olan bir ruha sahip, bu da var ayrıntılarda.

Mehtike koyunlarına çobanlık ederken; yasak bölgeyi bilmeyecek kadar saf ve çocukken; çok kıymetli kuzusunun peşinden koşuşurken; gözünü kırpmadan elini götürdüğü silahın mermisiyle Amerikalı bir askerin, 9 yaşında cennete adım atıyor. ABD askeri üssünün yasak bölgesine girmemesi gerektiğini bilmeyen bu saf ve çocuk insan, özgürlüğünün önündeki tellere takılıyor.

Bir zamanlar Mehtike'sini kaybetmiş bir annenin akl-ı selimiyle durabilmeli

Bugün güzel yüzünü toprağa dokundurduğu yer “Mehtike Üssü” olarak anılıyor. Mehtike bir bağımsızlık ve özgürlük anıtı aslında Libya için, Kaddafi'siyle yüzyüze gelmemiş o günlerin Libya'sı için.

Bugün kaç Libyalı Mehtike'sini hatırlar; taşkınlıklarında kaç kişi, Mehtike'yi ve nice Mehtike'lerin ailelerinin izzeli duruşunu örnek alır bilinmez. Libya, tarihi boyunca kaderi kan ve gözyaşı olan, taşkınlık olan, savaş olan coğrafyalardan biri. Bugün de durulmuş, dinmiş değil bu hal. Taşkın duruşların adresi olsa da Libya, bir zamanlar Mehtike'sini kaybetmiş bir annenin akl-ı selimiyle durabilmeli, izzetli bir duruşla, seviyesiz ve zalimce bir müdaafanın tüm ayıplarından kurtulmalı… Tıpkı bu kirli oyuna bulaştırılmaya çalışılan tüm Müslümanların yapması gerektiği gibi.

Kabri, yabancı devlet adamlarını bile dize getirip ziyaret edilen ilk çocukAbdurrahman Dilipak, Mehtike

Mehtike yalnızca Libya'nın değil hepimizin, itilmek istenen, tuzaklarla kuşatılmış bu dünyada, özgürlüğüne pranga vurulan herkesin bağımsızlık sembolü. İşte bu yüzdendir ki Mehtike,  Trablus’a 160 km uzaklıktaki Cumapazarı isimli köyde, Şevarif mezarlığında, iki evliyanın arasında medfun bulunduğu kabrinde, yabancı devlet adamlarını bile dize getirip ziyaret edilen ilk çocuk.

Mehtike, gerçek bir hayat hikayesi, gerçekliği en fena olan bir gerçeğin hikayesi. Amine anlayamadı, kabullenemedi, hazmedemedi; biz ise şahit olduğumuz halde çoktan  unuttuk.  İşte bu kitap, hatırladığımız günleri yad etmek içindi.

Not: Kitabın 43. sayfasında başlayan, yine Abdurrahman Dilipak'ın yazıp Kemal Güler'in çizdiği “Büyükler İçin Masallar: Bir Fidancık vardı” adlı dört sayfalık ek, kitabın basım yıllarında bazı konulara gösterdiğimiz hassasiyetten ne kadar da uzaklaştığımızın bir vesikası. Ağaç dert ediliyormuş o zamanlar ey okur!

 

Büşra Tosun Durmuş tozlu raflardan buldu

GYY notu: Bu güzel, şirin kitabı ben de okumuş, pek sevmiştim. Sene 1985. Çekirdek Yayınları'nın tüm serisini okumuştum. Kıp Kıp, Küçük Tuba Büyük Yolda, Aydınlık Savaşçıları... "Siz bilmezsiniz sevgili okur, İslamcılık o yıllarda daha bir güzeldi be.." diyeceğim de şimdi doya doya coşku ile yerinde duramayan çakı gibi İslamcı, ümmetçi genç kardeşlerimze haksızlık olacak korkusuyla demiyorum ama siz anlayın işte o yılların ne kadar güzel olduğunu... Tabii Rabb-i zül Celal aşkı, samimiyeti, coşkuyu, fedakarlığı sadece 80li yılların İslamcılığına hasretmiş değil. Tüm zamanları kuşatan bir tarafı vardır samimiyetin, cehdin, çabanın, gayretin...  Yeter ki içinde olsun o aşk!

"Şimdi bir aşk sayhası salacağım havalara/Derler ki bu adam isyan basıyor damarlara" Zarifoğlu