Nâgehan ol şara vardum

Ol şarı yapılur gördüm

Ben dahi bile yapıldum

Taş ü toprak aresinde

Soğuğa çok yakın bir serinlikle geldi sonbahar. Çokça üşüyen, yaz gecelerinde bile üşüyen ben, montumla çıkıyorum dışarı. Devlet, sakallarımın kenarında yasalarıyla bekliyor. Okulun kapısından içeri girdiğimde, sakallarımın aleyhinde olan yasalarının diliyle konuşmaya başlayabilir. Emredip dayatabilir kendi yanlış-doğrularını. Evet, Türkiye’de değişen bir şeyler var. İnşallah olumludur bu değişim. Fakat Türkiye’nin, Müslümanların kuşatılmışlığı devam ediyor. Gavurun merhameti yok. Kazanmak, daha çok kazanmak için çok şey yapıyorlar. Yapmaya devam edecekler.

Belalar niçin gelir?

Bizi yaşatan ve yürüten güç, Allah’a olan inancımızdır. Biz O’na, yani yasalarına, yani Resulü’nün sünnetine-yoluna tutundukça O bizimledir. Bazıları Allah’ın bizimle olmasını, belasızlık olarak algılıyorlar. Bu yanlış bir algılayış. Allah sevdiğini sınar. Allah sevdiğini, sevdiklerini zorluklardan geçirerek, onları belalarla kuşatarak arındırmak ister. Sabredip direnenlerle gerisin geri dönenleri imtihanlarla birbirinden ayırır. Böylece urvetül-vuska’ya tutunmuş olanlar belli olur. Allah’sız planlar bozulur.

İlim Şehri'nin Kapı'sını unutma!

‘Dar Kapı’dan geçenler kurtulacaktır. Demokrasi geniş ve kirli kapıdır. Beşerin eliyle inşa edilmiştir çünkü. Çaresiz yığınlar ve menfaat elde etmek isteyenler sığınır o kapıya. O kapıya sığınanlar öncü/imam olamaz. İlim Şehri’ne varan Kapı başkadır. Hakikat ordadır. Bu çağın yahudileşmiş pagan kafasının ürettiği kavramlardan medet ummak tatlı bir yanılsamadır. Kolaycılıktır. Kaçamaktır. Bu yanılsamanın oyalayıcı-geçici parıltıları kalbimizde bir sevinc, bir zafer ve başarmışlık duygusu oluşturuyorsa; köklerimizle bağlarımız zayıflamış demektir. Böyle bir düşünceye kapılmak ise, felaketin eşiğinde olduğumuza işarettir.

Savunmacı ve reaksiyoner olmadan...

Acilen Kitab’a dönmemiz gerekiyor. Tarihi ve birikimi diriltici bir nazarla kat’ etmemiz gerekiyor. Şu an yürürlükte olan, muzaffer ve hâkim olan veya çabucak devrim diyen düşünce, algılayış biçimlerinin-sistemlerinin gölgesinin altına girmeden yapmalıyız üstelik bunu. Güvenle ve merhametle. Müslümanı, İslam’ı savunacağız ama savunmacı ve reaksiyoner olmadan. Hüküm vermek için aceleci olmayacağız. Dağlarımıza bakacağız: Âlimlerimize, mücahidlerimize. Ummanlarımıza dalacağız: Ariflerimize, bilgelerimize. Biz hem kayayız hem su. Hem dikeniz hem meyve. Hem derdiz hem şifa. Acelecilik, itinasızlık, dar görüşlülük bizi ham meyva olarak koparır dalımızdan.

Ruhunu şeytana satan cansızdır!

Yeryüzünün halifesi olma potansiyeliyle yaratılmışız. Zor bir görevdir bu. Müslüman olmak bu zor göreve gönüllüce talip olmaktır. Celal ve Cemal sıfatlarının altın oranda cem olduğu şahsiyettir, varlıktır halife. Kişiyi/nefsi, aileyi, millet ve devleti adaletle yaşatacak derin bilgi. Maksat budur. İrfan sahibi bir kalb. Hikmetle eyleme davranan akıl. İttika ile süslenmiş beden. Bunlar bizde varsa; asla telef olmayız. Hiçbir sözümüz, amelimiz, yönetim tarzımız heba olmaz. Bakışımız boşuna ve boşluğa değildir. O nazar muhakkak bir işe yarar. Çünkü Allah’ın nuruyla bakmışızdır. Malayani (gereksiz, boş, faydasız)  şeylerle yoğunlaşan yokluğa, imanın maneviyatıyla ve cesaretle yoğunlaşan varlığa ulaşır. Hakk ile varolan hakiki olur. Batıla sarılan ise, butlana/yokluğa mahkumdur, hak ile yeksan olur. Evet, o da topraktan yaratılan Adem soyundandır ama ruhunu şeytana sattığından, artık ruhsuzdur, cansızdır.

Kuşatmayı yarmak için...

Var mısın sözle, kelimelerle, sohbetle, amelle, hikmetle, ilimle, irfanla dirilmeye!

Var mısın çok uzun yıllardır süren bu zorlu kuşatmayı akılla, birlikle ve cesaretle yarmaya!

Var mısın hakikat denizinde yüzen Şeriat Gemisi’nde, sabırla seyrü sefer etmeye!

Var mısın yürülükteki evrensel(!) kavramları paçavraya çevirip, Muhammedi bir canla-lisanla yeniden düşünmeye ve inşa etmeye!

Var mısın bu selamı iki cihanda işitmeye!

‘Selam! Rahim bir Rab’dan kelam.’

 

Mustafa Nezihi sonbaharın serinliğinde yazdı