Ne zaman Kur'an'ın anlaşılması gündeme gelse, yaşadığım şu olayı hatırlarım. Bir gün, iş yerimizde, periyodik uluslararası fuarımız için dönemsel olarak çalışan üniversite öğrencisi Ürdünlü Arap arkadaşıma, "Siz ne kadar şanslısınız, namazda Kur'an'ı okuduğunuz anda anlıyorsunuz" dediğimde, "Sandığın gibi değil, biz de anlamıyoruz! Bunun için bizim de çalışmamız gerekiyor!" cevabı beni çok etkilemiş ve benim yeniden tefsir okumalarına başlamama sebep olmuştu.

Kur'an'ın mucizevi dili, anlam ve hikmeti, bilenler için üzerinde yüzyıllarca gezilse bitirilemeyecek, bilemeyenlerin de içinde boğulup gidecekleri büyük bir deryaya sahiptir. Allah (c.c) bu büyük deryada boğulmadan gezinebilmemiz için Peygamber Efendimizi (s.a.v) göndermiştir. Bu yüzden, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in anladığı ve yaşadığı Kur'an'ı anlamamız çok önemli. Bunun bize yüklediği önemli görev ise, imanımız ve Müslümanlığımızın da bir vecibesi olan Sevgili Peygamberimizi (s.a.v)'i sevmek ve onu daha yakından tanımak için gayret göstermektir.

Van'da yayınlanan “Bilge Adamlar Dergisi”, "Yeniden Kur'ân'a Dönüş Çabaları, İnsanlığın Hayat Kitabı Kur'ân" kapak başlığıyla, "yeniden Kur'an'a dönüş ve Kur'an'ın yeniden anlaşılması" konusunda, geleneksel İslâmî ilimlerle hesaplaşmak isteyenleri bir araya toplamış. Bilge Adamlar'ı okurken, adeta deryada boğuşanlarla yüz yüze geldiğimi hissettim.

Kitabına inandık ve uyduk!

Dergideki iki yazı ve bir söyleşi, konunun meramını açıklıyor. Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü olan Adnan İnanç'ın, "Kur'an'ın Anlaşıl(ama)ması Üzerine" başlıklı makalesindeki, "Şimdilerde yeniden canlanan bir ihya hareketine tanık oluyoruz. Geleneksel İslâmî ilimler birikimiyle ‘hesaplaşmayı’ ve yüzleşmeyi de amaçlayan bu mücadele, İslâm algısındaki bulanıklığın saf bir Kur'an algısından uzaklaşıldığı gerçeğine dayanıyor ve çözümün de tüm ilmi disiplinlerin Kur'an'a arzında saklı olduğu inancını taşıyor. Çeyrek yüzyıldan beridir güçlenen bu düşünce, gittikçe bir akıma dönüşüyor." sözleri, oldukça ürkütücü ve mealcilerin yaklaşımıyla da paralellik gösteriyor. İnanç, Kur'an'ı anlamak ve hükümleri uygulamak gibi ciddi bir kurumsal konuyu, kişisel tercihlere hasrederek, "(…) Her gün kendimize sormamız gereken soru, Kur'an ile ilişkimizin nasıl olduğudur. Kendimizden emin olarak göğsümüzü gere gere, ‘Kitabına inandık ve uyduk!’, ‘Vahyini hayatımıza taşıdık!’ diyebilmek için yüzleşmemiz ve cevabını bulmamız gereken soru budur" açıklamasında bulunuyor.

Abdülaziz Bayındır ise, "Kur'an'da Kur'an Kavramı" başlıklı makalesinde, baştan sona bir psikolojik histeri nöbeti içinde adeta sayıklamakta: "(…) Kimse, Kur'anı açıklama bahanesiyle kendi isteklerini, Allah'ın isteği gibi göstermesin! (…) Allah, kitabı açıklama konusunda kimseye yetki vermemektedir! (…) Şafiiler, sadece hadise uymuş, ayeti bırakmışlardır. (…) Hanefiler, sa'y konusunda hiçbir delile dayanmadan hüküm ve fetva vermişlerdir! (…) Çünkü bunlar, Kitab'a uymaya değil, kendilerine uydurmaya çalışmışlardır (…) Görüldüğü gibi ayeti, kendilerine uydurmak için yapmadıklarını bırakmamışlardır." Bayındır, makalesinde; İslâm âlimlerinin üzerinde çok durdukları ve tartıştıkları “hikmet” kelimesini, bir çırpıda "doğru hüküm" olarak nitelendirmekte, “Sünnetin, Kur'an'ın ürünü olduğu görülememektedir” diyerek, Peygamber Efendimizin (s.a.v)'in, Allah'ın sadece kendisine bahşettiği kişiliğini adeta eritmektedir. On sayfalık makalesinde, Peygamber Efendimizden (s.a.v) bir yerde söz etmekte, orada da salat-ü selam kullanmadan "Allah'ın Elçisi" demektedir. Fıkhî hükümleri irdelediği makalesinde, Peygamber Efendimiz, adeta yok olup gitmekte, geriye de ilim adamlarına asla yakıştıramayacağımız, mezhep imamlarına saygısızlık ve husumeti kalmaktadır.

 Biz dirilişi gözlüyoruz!

Kapaktan verilen söyleşide Mustafa Öztürk ise, kendi tespitleriyle çelişen açıklamalarda bulunmakta, hiç alışık olmadığımız bir şekilde, Allah için "Efendimiz" hitabını kullanmaktadır. Kur'an'da yeni bir inşa sürecini başlatmak adına "tarihselcilik fikrini" savunduğunu iddia eden Öztürk, "Elimizi vicdanımıza koyup kendi kendimize soralım; acaba Havle bint Sa'lebe mağduriyet yaşamasaydı, Kur'an'da zıharla ilgili kefaret düzenlemesi yer alır mıydı?" sözüyle insanı gülümsetiyor. Öztürk, bir yandan Kur'an'da, sosyal ve siyasal sistem ve şekillerden bahsedilmediğini, belli başlı temel ilke/prensipler vaz edildiğini söylerken, bir yandan da, “Kur'an'da hukuki meseleler ve hükümler sınırlı, oysa hayat olayları sayısız ve sınırsızdır” diyerek, bugün fıkhi manada (sanki çözümleyemeyeceğimiz) bir sürü problem olduğunu söylüyor. Gene Kur'an'ın teberrük kitabı olmadığını vurgulamakla birlikte sonraki cümlelerinde, Allah'ın himayesine sığınmak için teberrüken de okunabileceğini söylüyor. Öztürk'ün, hadis-i şeriflerle ilgili olarak, "Hadis metinlerinin çok ciddi problemler içerdiği de malumdur" sözü ise bana, yıllar önce Kadıköy'deki tren istasyonunda gerçekleştirilen bir dini yayınlar kitap fuarında tertiplenen panelde, Yaşar Nuri Öztürk'ün, "Bugün benim İstanbul'da söylediğim bir söz, yarın Ankara'ya gittiğimde başka bir şekilde karşıma çıkıyor. Bir de bin yıl önce Peygamberimizin söylediği sözleri düşünün!" açıklaması karşısında, rahmetli Prof. Dr. İbrahim Canan Hoca’nın, tüm saygı ve nezaketini koruyarak hadis ilmi hakkında söylediği doyurucu sözlerin ayakta alkışlandığı o anı hatırlattı. Panelin yöneticisi de o zamanlar Marmara İlahiyat'ta yardımcı doçent olan Raşit Küçük Hocamızdı.

Tam burada, Sezai Karakoç'u hatırlamak gerekiyor. O, hesaplaşma kaygısından uzak "yeniden İslam'ın Dirilişi" diyor. Ve ekliyor;

"Evrim günlük sularla

Devrim irinle kanla

Bizse dirilişi gözlüyoruz

Bengisu, bengisu kayna ve çağla"

 

Hüseyin Kahraman yazdı