Bazı Müslüman çevrelerde hâlâ müziğin helalliğı haramlığı tartışıladursun; müzik seven, ucundan bucağından müziğe bulaşan ya da müzisyen olan nice Müslüman var. Kimi “ezgi”yle bu işi icra ediyor, kimi geleneksel-klasik müzikle. “Musiki mi, Mûsiki mi, Musîki mi yoksa Müzik mi?” diye de tartışıladursun, biz hangisini münasip görüyorsak onu kullanalım.
Müslüman ve müzik kelimelerinin geçtiği yerde akla illa ki tasavvuf geliyor, tasavvuf deyince de akla ney geliyor. İnsanımızın aklında bu çağrışımların-imgelerin nasıl oluştuğu ayrı bir bahis fakat müzikle ilgilenen ve dışarıdan bakanın “muhafazakâr” diye niteleyeceği insanların genelde ney çaldığı ya da ney çalması gerektiği gibi bir fikir var halkımızda. Vâ esefâ… Ney üflemeyen-çalmayan, diğer enstrümanları çalan şahıslar Müslümanlar tarafından dinlenilmeye, takdir görmeye lâyık değil mi?
Klasik kemençe diye bir saz var örneğin. Tanburî Cemil Bey tarafından sınıf atlatılarak Türk müziğinde ciddi bir mevkiye getirilen bir saz. Ferit Kam’ın oğlu Ruşen Ferit Kam’ın, İhsan Özgen’in ve talebesi -bizi asıl ilgilendiren isim olan- Derya Türkan’ın sazı.
Kimdir Derya Türkan? İnternette biyografisini ve birlikte çalıştığı isimleri bulabilirsiniz. Fakat özet geçmek gerekirse; şu an Türkiye’de virtüöz sayılan ve dünyanın sayılı kemençevîleri arasında bulunan henüz 39 yaşında bir sanatkâr. Bekir Sıtkı Sezgin, Niyazi Sayın, Alâeddin Yavaşça ile çalıştı. Çoğu dinleyici O’nu İncesaz grubu ve dizi müzikleri ile tanıdı.
İlk kez tanışıp sohbetini dinleme şansım oldu
Ben de onu İncesaz’la tanıyan dinleyicilerden biriydim, şükür ki artık değilim. Derya Hoca bu konuda biraz şikayetçi; “İncesazdan, dizi müziklerinden tanıyorlar bizi. ‘Ahenk’ten (Murat Aydemir ile yaptığı albüm), klasik eserlerden ötürü tanıyan çok az.” Bu haklı şikayeti, kendisi ile Boğaziçi Üniversitesi'nde geçenlerde gerçekleştirdiğimiz sohbette zikretti.
Şakır şakır yağmur yağan bir havada “Sohbete geç kalır herhalde” derken neredeyse 1 saat erken geldi Derya Hoca kampüse. Kendisine her selam verene tevazu ile mukabele eden, hal hatır soran birisi. Ayrıca sigarasını her yakışınızdan sonra “eyvallah” demeyi esirgemiyor.
Hep uzaktan görmüştüm, uzaktan dinlemiştim O’nu. İlk defa bir sohbetine katılma imkânı elde ediyordum.
Çocukluğu, ailesi, müzisyen babası, yanında yetiştiği üstatlar, konservatuar günleri, Necdet Yaşar’ın yönetimindeki İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Topluluğu’na girişi, Kudsi Ergüner ile tanışması, Jordi Savall ile çalışması, Muhammed Rıza Şeceryan ile karşılaşması… Tek tek anlattı hayatının belirli bölümlerini. Çok güzel bir anlatma ve espri kabiliyeti var Derya Hoca’nın.
Sonra müziğe dair konuşmalar başladı. Niyazi Sayın’dan yaptığı bir alıntı, müziğin nasıl bir şey olduğunu özetleyebilir: “Müzik ruhun değil, ruh müziğin gıdasıdır.”
Nusret Fatih Ali Han Türkiye’ye gelmeyi çok istemiş ama…
Derya Hoca kendi kültürünü, kendi müziğini hor görenlere epey kızıyor; “Bu topraklarda ekmek yiyip bu toprakları küçümseyenler var. Klasik Türk Müziği’ni gerici, aşağı bir kültür olarak görenler hâlâ mevcut ve bu insanların bir kısmı devletten de para alıyor” diyor.
Avrupa’daki prodüksiyon şirketlerinin Orta Asya’ya, Anadolu’ya gönderdiği çalışanlarının “hor görülen” şarkıları türküleri kaydettiğini; bunları incelediklerini, araştırdıklarını ve bizim yanıbaşımızdaki çoğu şeyden habersiz olduğumuzu söylüyor. Nusret Fatih Ali Han, Kudsi Ergüner tarafından keşfedilmiş fakat Avrupa’daki prodüksiyon şirketlerinin arşivlik kayıtlarından bulunarak. Bunun yanı sıra Nusret Fatih Ali Han Türkiye’ye gelmeyi, burada konser vermeyi çok istemiş ama ne davet edilmiş ne de ilgilenen çıkmış.
Derya Hoca “Klasik Kemençe” yerine “İstanbul Kemençesi” diyor saza ve tahmin edilebileceği üzere pek çok insana Karadenizli olmadığını anlatmak zorunda kaldığını söylüyor. “Almanya’da herhangi bir meslekle meşgul bir Alman, Bach dinlemeyebilir ama en azından adını bilir; bizdeyse büyük sanatkârların adını bilmiyor çoğu insan” diyor.
Müzik camiasındaki dedikodulardan, lakırdılardan da çok yakınıyor Derya Hoca. “Dedikodu yapmaktan hep korktum, çoğu defa ‘bir gün ben de böyle mi olacağım’ diye aklımdan geçirip üzüldüm” diyor. Pek çok Türk ve yabancı müzisyenle çalıştığı için belirli mukayeseleri yapıyor ve Batılı müzisyenlerde dedikodu denilen şeyden eser olmadığını anlatıyor.
Ali Ulvi Kurucu derdi ki…
İrlandalı olan fakat Girit’e yerleşen, Türk-Yunan-Balkan müziğine yakından ilgi duyan ve Müslüman olup bir tarikata intisap eden Ross Daly’nin Houdetsi Köyü’nde çalışıp çabalayıp kurduğu 20 yıllık müzik okulundan bahsetti Derya Hoca sohbetin akabinde. Yabancı medyanın bu köyle ilgili yıllardır haber yapıp bizim medyamızın bunu yeni keşfetmesine biraz üzülse de, en azından bir medya kuruluşunun böyle bir “müzik köyü”ne dair haber yapmasını hayli takdir etti Derya Hoca.
Anlatırken üzüldüğü bir anısına ben de derinden üzüldüm çünkü bu olay devlet nezdinde dahi sanata verdiğimiz değerin hal-i pür melalidir. Dünyaca ünlü kemancı Yehudi Menuhin’in (Necdet Yaşar’a övgüler yağdıran müzisyen) 80. yaş günü kutlaması yapılıyor Fransa’da ve düzenleyen isim Fransa’nın eski cumhurbaşkanı Jacques Chirac. Pek çok ülkeden sanatçı davet alıyor, Derya Hoca da bunlardan biri. Lakin bir ülke hariç diğer tüm ülkelerin büyükelçilikleri bu prestijli davete katılacak olan sanatkârlarının masraflarını üstleniyor. O “bir ülke”yi tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Kudsi Ergüner Fransız Kültür Bakanlığı ile irtibata geçiyor ve Türk sanatçıların masrafını Fransız Kültür Bakanlığı üstleniyor.
Bir konu hakkında birinden alıntı yapması gerekiyor Derya Hoca’nın. Sanki gönlünden “ah ne güzel insandın” cümlesi geçiyor da suratına yansıyor. “Allah rahmet eylesin, bir şairdi aynı zamanda” diyor. “Sohbetlerinde bulundum, tanışırdık kendisiyle. Ali Ulvi Kurucu… Derdi ki; uzaktayken yakın olmak; yakındayken uzak olmaktan çok daha iyidir.”
Derya Hoca neyzen Hakan Alvan’ın da yakın arkadaşı. Ayrıca kendisine merhum Safer Efendi’nin de muhabbetleri varmış.
Meşhur sözümüzdür; “marifet iltifata tabidir”. Ne mutlu ki Derya Türkan’ın marifeti iltifatsız kalmıyor, kemençesinin sesinin eriştiği her yerde alkışlanıyor.
Ömer Yüceller yazdı