Modern zamanlar önüne çıkan her şeyi kalıplaştırmaya, var olan bir kalıbın içine sokmaya ve o kalıptan hareketle tanımlamaya, tanıtmaya dayanan bir karaktere sahiptir. Yani istisnaların fazlasıyla kaideyi bozduğu bir karakterdir bu. Siyasi, kültürel, teorik, pratik kalıplar vardır ve bu kalıpların sıkı markajında yaşarız.
Aslında modern zamanlar kendini meşrulaştırırken kadim zamanlara göre daha özgür, daha bireysel, daha geniş bir hareket alanına sahip olduğunu iddia eder. Bu tamamıyla asılsızdır. Modern birey eskiye göre daha bağımlıdır, daha çok kendi dışında tanımlanmış paradigmaların kuşatması altındadır. İnsan modern hayatın içinde hangi alandaysa ona göre davranış kalıpları benimser. Meslekî ve bürokratik kuşatma ne istiyorsa ona göre şekillenen bir kimlik dünyası… Hangi işle uğraşıyorsanız o kalıba girersiniz.
Kendisi yoğun entelektüel faaliyetlerle hemhal, bir düzine kitap yazan, onlarca derginin genel yayın yönetmenliğini yapmış olan, şu an haber10 sitesinin sahibi olan ve prodüksiyon işiyle uğraşan, çektiği belgesellerle bizi tarihimizin gah huzur dolu gah keder dolu dünyasında gezdiren Ahmet Özcan’ı dilimize doluyoruz. Bir istisna Ahmet Özcan…
Yazılı/görsel her türlü iletişim aracıyla iç içedir ama ortalıkta fazla görünmez. Yaptığı işler dışında, yazdığı yazılar dışında göremeyiz onu. Modern zamanların kalıplarına hiç uymaz. Uyduramazsınız onu…
Ahmet Özcan derin bir siyasi analiz yeteneğine sahiptir
Ahmet Özcan alışılagelinmiş siyasi ve kültürel atmosferin ötesinde özgün bir duruşa sahiptir. Kendine özgüdür. Klasik jargonların dışında kulisi, kliği, müridi olmayan, mürit kabul etmeyen bir derviştir. Otel lobilerinde göremezsiniz onu, pahalı, gösterişli açılışlarda, hele hiç. O Fatih’tedir, duvar dibinde… Postunu İstanbul Fatih’te, Fatih Külliyesine bitişik olan duvar dibine sermiştir. Dergâhı duvar dibidir. Sırtını Fatih Külliyesi’nin kadim duvarlarına yaslayarak bugüne ve yarına dair orijinal fikirlerini dillendirir. Çaycı Orhan Abi çayıyla birlikte muhabbeti de demler burada. Kendinizi sözün, sohbetin ulvi ikliminde kaybedersiniz. Modern zamanların yatay ve dikey hiyerarşisi girmez duvar dibine.
Ahmet Özcan derin bir siyasi analiz yeteneğine sahiptir. Bilgi ve birikimini çok lirik bir üslupla birleştirerek okuyucuyu sıkmadan meseleleri anlatır. Onu okurken kuru, tecessüsten uzak metinlere hapsolmazsınız; adeta yaşayan cümleler, sayfalardan çıkıp sağda solda koşuşturacak gibi olan fikirlerle karşılaşırsınız. Adeta yaşarsınız metnin içinde.
Türk Solu’na Marks anlatacak derecede Marks’ı bilir
Uzun yıllar boyunca hazırladığı haftalık alıntı basın dergisi “Haftaya Bakış”da yazdığı ve daha sonra Sessizlik Senfonisi ve Şeb-i Yelda adıyla kitaplaştırdığı “Hasbıhal” yazıları hem günübirlik siyaseti yorumlama hem de edebiyat açısından çok parlak yazılardır. “Haftaya Bakış”, aynı zamanda gazetecilerin, köşe yazarlarının kendi yazılarının ne kadar kayda değer olduğunu gözlemledikleri bir yer de olmuştur. Tek boyutlu bir yazar değildir Özcan.Onu okurken sadece bir konu ya da isme takılıp kalmayız. Yazılarında büyük siyaset felsefecileri, filozoflar, şairler konuşur. İslamcı bir gelenekten gelmesine rağmen Türk Solu’na Marks anlatacak derecede Marks’ı bilir. Ana ilgi alanı siyaset ve siyaset düşüncesi olmasına karşın divan edebiyatını, modern Türk şiirini bilir.
Doksanlı yıllarda “Haftaya Bakış” dergisiyle beraber aylık olarak yayınlanan “Değişim” dergisini de çıkarmıştı. Derginin hem genel yayın yönetmenidir hem de ilgiyle takip edilen yazarı. “Değişim” dergisinde yazdığı yazılar bir dönemin ufuk açıcı makaleleri olarak görülmektedir. Burada yer yer klasik anlayış ve değerlendirmelerin tepkisini çeken yazılar yayınlamıştır. Ahmet Özcan edebiyatı iyi bilmesine rağmen hiçbir zaman hamaset edebiyatı yapmamıştır. Yüzlerce yıllık yaralarımıza çekinmeden bıçak vurabilmiştir. “Değişim” dergisi döneminde Derin Devlet ve Muhalefet Geleneği, İslami Uyanıştan İslami Harekete, Yeni Bir Cumhuriyet İçin gibi dikkat çekici kitaplar yayınlamıştır.
Ahmet Özcan, Seyfettin Mut'un müstear adıdır. Bir röportajında bu müstearı niçin kullandığı sorulduğunda, üniversite yıllarında arkadaşlarıyla dergi çıkardıklarından bahisle, sözkonusu dergide bir kaç yazı birden yazdığından müstear kullanma gereksiniminin doğduğunu ve "Ahmet Özcan" ismini kullandığını söylüyor kendisi. Ahmet Özcan adıyla yazılan yazılar okuyucu tarafından daha çok kabul görmüş. Böylece Ahmet Özcan ismi Seyfettin Bey’e yapışıp kalmış.
Yerelden seslenir o, derin Anadolu’dan…
“Değişim" dergisi kapandıktan sonra “Yarın” adlı yeni bir dergide yazılarını yayınlamıştır. Dergideki “Özgürlüğün Arkeolojisi”, “Milli Restorasyon, “Osmanlı’nın Tasfiyesi” makaleleri üzerinde düşünülmesi gereken makalelerdir. Özcan, Doğudan ve Batıdan önemli birçok düşünürü, filozofu, siyasetçiyi, şairi sıkı okumuştur. Müslüman düşünürlerle zaten iç içedir. Bu kadar geniş ve yoğun bir fikir dünyası içinde bir yere takılıp kalmamıştır. Derin tarihî tecrübe ve birikimleri bugüne uyarlayarak meseleleri kavramaktadır.
Onun yazılarını birbirinden bağımsız olarak incelediğimizde “Milliyetçi” refleksler algılanabilir. O kesinlikle etnik bir milliyetçi değildir. Irkçılıkla arası hiç hoş olmamıştır. Kimileyin “Avrasyacı” bir perspektif görülebilir. “Avrasyacı”, “Osmanlıcı” nitelemesi yapılabilir ama onun fikirleri kesinlikle “Rus Avrasyacılığı” ve Amerikan projesi “Pax Ottoman” ile bağdaştırılamaz. Yerelden seslenir o, derin Anadolu’dan. Milli bir siyasetten konuşur. Yer yer emperyal bir vizyonla konuşur. Ama asla bir emperyalist hevesin içinde değildir. Belki de en net bir şekilde tanımlarsak “anti emperyalist”tir. Kendisiyle yapılan bir söyleşide “en büyük hayaliniz nedir” diye sorulduğunda: “Anglo-sakson/Yahudi İmparatorluğunun çöküşünü, Osmanlı-Selçuklu terkibine dayalı büyük İslam İmparatorluğu’nun yeniden kuruluşunu görmek… Görmeden ölürsem gözüm arkada kalır. Göremezsem; Bu hedef vasiyetimiz olsun bizden sonrakilere…” diyerek durumu açıklamıştır.
Yarın dergisinde ilgi çekici diğer yazılarını “Açık Mektuplar” başlığıyla yazmıştır. “Açık Mektuplar” kitap olarak da yayınlamıştır. Açık Mektuplar, hem üslup olarak hem de mektupların yazıldığı kişiler açısından son derece önemlidir. Adeta tarihe düşülmüş notlardır. Mehmet Akif Ersoy’dan Enver Paşa’ya, Ali Şeriati’den Kemal Tahir’e, İmam Humeyni’den Fethullah Gülen’e, Karl Marks’tan Antonio Gramsci’ye, Cem Karaca’dan Yusuf Akçura’ya… Açık Mektuplar, yazarın dünya fikir ve ruh hayatına emeği geçenlerle hasbıhaline dayanır. Okuyan, düşünen, acı çeken yüreklere bir çağrıdır aynı zamanda bu mektuplar.
Açık Mektuplar’da özellikle Mehmet Akif, Ali Şeraiti, İmam Humeyni, Enver Paşa ve Karl Marks’a yazılanlar özellikle okunmalıdır. Hele Ali Şeriati’ye yazılan… Kitabın son sayfalarındaki “Özgürlük Paradoksu” ise ayrı ele alınmalı. Yazı şu satırlarla bitiyor: "Bugün ağaran saçlarımızdan başka değişen pek bir şey yok. Belki yeni bir dil inşa etmemiz gerekiyor. Biz’i, hepimizi ifade eden, içinde hayat olan, özgürlük olan, eğlence olan, kavga olan, isyan olan, aşk olan, ütopya olan ve gerçek olan bir dil. Bir insanlık dili. İster tanrıdan ve tanrıyla konuşsun, isterse paradan puldan; her durumda insandan konuşan bir dil. Hiçbir yabancılaşmaya, hiçbir amaca, hiçbir ‘başka’ya insanı kurban etmeyen, her daim insanı mülkün, otoritenin ve hayatın efendisi kılacak özgürleştirici bir dil.”
Muhteşem belgesellere de imza attı
Ahmet Özcan siyasette ve gündelik yaşamda ezberlerimizi bozan bir kafadır da. Sanıldığının aksine dünya siyasetine yön veren gücün Amerika ve İsrail değil, İngiltere olduğunu söyler. Amerika’nın İngilizlerin kovboyculuğunu oynadığını, İsrail’in ise bir devletten ziyade emperyalizmin ileri bir karakolu olduğunu belirtir. Bugünkü Yahudiliğin bir din olmadığını, jeopolitik bir dinselliğin adı olduğunu söyler. Hahamların ise en büyük tefeciler olduğunu iddia eder.
Özcan’ın Davası Olmayan Adam Değildir adıyla yakın zamanlarda yayınlamış olan kitabı da üzerinde durulması gereken, tartışılması gereken konuları orta yere getirmektedir. Son dönemlerde bütün kesimlerde yaygın olan davasızlığı eleştirir. “Dünya’ya adalet ve özgürlük için nizam verme iddiasından, üç kuruş daha kazanmak eşini, dostunu, geçmişini, ruhunu satma çukuruna düştüğümüz süreci çok iyi etüt etmeliyiz.” diyerek, “Hem sistemi değiştirecek hem de bu mücadele içinde milleti dönüştürecek, yani hem adalet hem özgürlük ideasını birlikte içeren” bir hareketin gerekliliğini vurgular.
“Tevhit", "Adalet", "Özgürlük”... Bu üç kavram Ahmet Özcan’ın odak kelimeleridir. Bütün yazdıklarının şifresi olarak da görülebilir bu üç kavram. Özcan’a göre, “Tevhit’in toplumsal sonucu adalet, bireysel sonucu özgürlüktür.”
Ahmet Özcan, son dönemlerde “Sencer Film” ve “Toprak Prodüksiyon” kanalıyla muhteşem belgeseller yapmıştır. Özellikle 13 bölümlük “Yakın Tarihin İzinde Anılar Ve Duygular” adlı belgesel… Osmanlı’nın yıkılması döneminde, Osmanlı’nın bütün coğrafyalarında, kızgın çöllerinde, karlı dağlarında verilen destansı mücadelelerin anlatıldığı şiirsel bir yapıt. Dostluğun, fedakârlığın, adanmışlığın anıtı… Belgesel Teşkilat-ı Mahsusa’ya, Medine Müdafaası’na, Kudüs’ün kaybedilişine, Hicaz, Mısır, Libya, Suriye, Sudan, Tunus ve Cezayir’in kaybedilişine yakılmış bir ağıt gibidir.
Ahmet Özcan, çok yönlü, çalışkan, kalıplara uymayan biridir. Hem yazdıklarıyla hem yaptıklarıyla içimizde akan sessiz bir ırmak gibidir. Akıyor ama sesini duymuyoruz. Gürültü patırtıyla, reklamla, nümayişle işi yoktur onun. O, bu toprakların terkibi gibidir. Bir yanda Necip Fazıl, diğer yanda Nazım Hikmet. En çok da Sezai Karakoç ve Cemal Süreya… Bir yanında Nurettin Topçu’nun isyan ahlakı, diğer yanda Yûnus’un teslimiyeti. Satırlarında Ali Şeriati’nin çığlığı. Marks’ın derin çözümlemeleri…
Yazdıkları ve yaptıklarının üzerinde ciddiyetle durulması gerekir.
Muaz Ergü yazdı