Her genç yazar ve şairin umudu ve hayali aslında bir anlamda dergide ürünlerinin yayınlanması gibi görünürken yahut yazdıklarının bir kişi tarafından bile olsa beğenilmesi iken, daha büyük bir umudu varsa bu da kendi imzalarının bulunduğu kitabı yayınlanmış olarak görmektir aslında…

Genç bir kalem olsanız ve ürününüze dergi yönetimi cevap vermese neler hissederdiniz?” sorusunu merkeze alan soruşturmadan sonra bu kez genç yazar ve şairlerle, farklı bir soruşturma yaptık. Dergilerle irtibatlarını, yazılarını/ şiirlerini kitaplaştırana kadar geçen süreçte yaşadıklarını, bu süreçte kimlerden destek gördüklerini, kimlerin onları teşvik ettiğini sorduk. Bakalım yazarlarımız/ şairlerimiz sorulara ne cevap vermişler?

Yağız Gönüler: “Teşviklerin en güzeli okuyucudan oluyor”

Yıllardır sıkı takip ettiğim dergilere, bir süre sonra şiirler ve yazılar göndermeye başladım. Bunlardan yayımlananlar, bir kitap meydana getirdi. Dergâh, İtibar ve Edebiyat Ortamı dergileri en sık şiir gönderdiğim dergiler oldu. Dolayısıyla Mustafa Kutlu, İbrahim Tenekeci ve Mustafa Aydoğan’dan öneriler ve yönlendirmeler aldım. Aşkar dergisine ise yoğun biçimde hem şiir hem deneme/ inceleme yazısı gönderdiğim süreçte Hüseyin Karacalar, İrfan Dağ ve İdris Ekinci ile temas kurup metinlerime farklı gözlerle bakma imkanım oldu. Kitap çıktıktan sonra Bülent Parlak ve Hüseyin Akın da kıymetli eleştirileri ve destekleriyle daima ardımda oldular. Uzaklık, dünya işleri, ev, ekmek ve nicesi bu yönlendirmeleri elbette sanal ortamda yahut telefonda daha yoğun kılıyor. Bu da haliyle bir eksiklik veya yorgunluk doğuruyor. Kolay değil, herkesin geçerli sebepleri var ama bizde işler zaten göründüğü gibi de değil.

Ülkemizde maalesef ciddi bir edebiyat çevresi yok. Daha çok arkadaş ağları ile yürüyor, bu da zaten kablosuz ağlardan sosyal medyaya ulaşıyor. Hepimiz görüyoruz. Bunun dışında bizde usta da yok ama üstadçılığın kralı var. Yani biz henüz ustadaki güzellikleri yakalayamadan üstadçılığın at gözlüğünü takmışız ve şakşakçılığını yapmaya başlamışız. Maalesef böyle. Gençlerin önünde yol gösteren çok az kimse var, onların da işi gücü var. Bu durumda teşviklerin en güzeli okuyucudan oluyor. Yazar yahut şair, yazdığında kendini buldukça ve samimiyetiyle yürüdükçe aslında en güzel teşviki kendinde buluyor. İç huzur, metin çalışmalarının temel ilham kaynağı ve sürükleyici gücü diye düşünüyorum. İç huzur olunca bütün teşvikler ve tedbirler bir yana, sanatçı sanatını ortaya koymak için elinden geleni yapıyor, ter döküyor. Burada iç huzurdan kastım da bol primli iş hayatı ve havuzlu evde yaşamak falan değil. Sadece ne yaptığını bilmek ve yaptığından mutlu olmak… Başka bir şey değil. Son olarak, çok açık olan bir şey varsa o da sanatçının teşvike ve ilgiye muhtaç olduğudur. Bu durumda dergilerde kendini görmek de ciddi teşviklerden biridir, kendini bulmak için.

Melek Arslanbenzer: “Edebiyat ortamıyla pek ilişkim olmadı”

Yazın hayatım bouynca dergi ve yayınevleriyle doğrudan bir irtibatım olmadı. Atlılar'ın çıktığı zamanlarda üniversitede derginin satış temsilciliğini yapıyordum ama yazar olarak dergide yer almıyordum. Açık söylemek gerekirse edebiyat dünyasına biraz mesafeliydim, Aslına bakarsanız hâlâ da öyle sayılırım. Edebiyat ve dergi topluluklarının içinde kendimi genelde huzursuz hissediyorum. Yazmak insanın tekamülüne hizmet etmesi gereken bir şeyken genelde edebiyatla ilgili insanlarda bunun aksine bir tutum ve zaaf var. Bunu hissettiğim zamanlarda içim çekiliyor ve büyük bir çaresizlik hissediyorum. Bu yüzden az çok okur yazar bir insan olmama rağmen edebiyat ortamıyla pek ilişkim olmadı. Atlılar'ın temsilciliğini yaparken ekipten insanlarla tanıştım ve bu düşündüğümün aksine bir durum olabileceğini farkettim. Bu benim için ferahlatıcı bir tecrübeydi ama yine de dergiye doğrudan dahil olmadım çünkü bu konuda acemiydim.

Hakan Arslanbenzer'le tanıştığmızda bana yazıp yazmadığımı sormuştu. Net bir cevap veremedim.

Bir süre sonra dergiye bir şiirimi gönderdim. Sonra dergide şiirimi gördüm. Sonra birkaç şiir daha. Sonra Atlılar kapandı ve Fayrap'ta şiirlerim yayımlanmaya devam etti. Atlılar ve Fayrap dışında sadece Dergah'a şiir göndermişliğim var ama sağolsun Mustafa Kutlu şiirimi yayımlamadı. Başka bir dergiyle de bu anlamda bir irtibatım olmadı.

Kitabımın çıkmasına kadar geçen süreç yukarıda anlattıklarımı kapsıyor. Kitabın çıkması ve şiir yayımlamam konusunda tabii ki en büyük destekçim hep Hakan oldu. Şiir bilgisi, sezgisi ve kavrayışı açısından sonsuz güven duyduğum birisi Hakan. O güven benim için müthiş bir zemin oldu her zaman. İyi yazdığımı takdir edeceği gibi kötüyü de açıkça söylerdi ve söyledi de. Bu güven duygusu benim yazıyla bağımı güçlendiren bir şeye dönüştü. Böyle böyle bir kitabım oldu. Çok şükür.

Zeynep Arkan: “ Dergilerle sağlam, kalıcı, iyi niyet üzere ilişkiler kurmak zor”

İlk gençliğini internetsiz, ilk şiir yayımlama deneyimini sosyal medyasız yaşayan biri olarak, kendimi bu bağlamda kıyas şansını ele geçirmiş bir kuşak içinde görüyorum. 15 yaşındayken Cahit Zarifoğlu’nun köşesini devralan İsmail Kıllıoğlu’na el yazımla şiir göndermemi saymazsak dergiler ve editörlerle diyaloğumu da internet yoluyla sağladım. İnternetle yeni tanışmamız kafelerde birkaç e-posta okuyup cevap yazmanın saatler sürdüğü zamanlardı. Şiir kitaplarını ve dergileri ulaşılabilir kılan kaynaklardan biri olan kitabevlerine gereken özeni gösteriyorduk. Düzenli okuru olduğum dergiler şiir yayımlamak için seçtiğim dergilerdi tabii ki.

İlk şiirlerim Dergâh dergisinde okuyucuya ulaştı. Mustafa Kutlu, birçok değerli şaire kelimenin tam anlamıyla dergah olmuş bir dergide gençlere de yer açan, gençleri aynı tornaya tâbi tutar gibi baskılamayan örnek bir editör olmuştu benim için. İki yıl boyunca (kitabım çıkana kadar) şiirlerimi yayımlamasına rağmen henüz tanışmıyorduk, nerede yaşadığımı, ne iş yaptığımı bile bilmiyordu. İkrar çıktıktan üç ay sonra Dergâh dergisine gitmek nasip oldu, ayrıca kitabım hakkında yazdığı yazı için teşekkür etmek istedim. O yazı ile benim şiir yazma gayretimi nasıl perçinlediğini anlatamam. Bu, çok kıymetli bir destekti.

Şiir yayımlamanın çeşitli sosyal zorlukları, cinsiyetçi avantaj ve dezavantajları daima vardır. Önemli olan nasıl bir editörle karşılaştığımız, muhatabımız olan editörün neyi öncelediği ve bize ne tür kazanımlar verdiğidir. Bir dergi editörü, yazar ve şairinden verimlilik, özgünlük, sebat ve sadakat bekler ve bunda haklıdır. Fakat ortada güven ve iyi niyet varsa. İnsanları tehdit ve tahkir ederek, işi iftiraya kadar götüren suçlamalarla üretiminizi baltalamaya çalışan editörleri de gördükten sonra Dergâh dergisi ile yaşadığım tecrübenin değeri daha çok arttı.

Uzun süre şiir ve eleştiri yayımladığım başka dergiler de oldu. Dönemin şartları içinde yenilik vaat eden, şiir ortamına hareket ve iyi şiirden örnekler getiren dergilerde yer almayı önceledim. Birkaç derginin çıkış, yükseliş ve kapanışına şahit oldum. İşin ilginç tarafı dergilerin etkisiyle dalgalanan şiir ortamının şiirin tarihini oluşturduğunun pek az dile getirilmesidir. Klişe söylem bazen, ifadenin en iyi hali olabiliyor: Şiirin kalbi dergilerde atar.

Bir dergi yeni bir akım, yeni bir etki, yeni bir düşünce doğurma gücüne sahiptir. Merkezde kalmayı her editör arzularken benmerkezcilikle karıştırılan bir konum sorununu görmezden gelmemizi isteyemezler. Bu tür yaklaşımı daima reddettim, hâlâ da reddediyorum. Kariyer planlarım olmadığı için; erk, merkeziyet, tahakküm, tiraj, nicelik gibi dertleri olmayan insanlarla çalışmayı önemsiyorum.

Daha önce okumadığım, içeriğini benimsemediğim hiçbir dergiye eser göndermemeyi ilke edinerek şiirlerimi yayımladım. Yolumun hiç kesişmediği, hiçbir şekilde tanışmadığım dergi kadroları da oldu. Bunun sebebinin şiire yaklaşımımızın doğal bir sonucu olduğunu zannediyorum.

Hatta ilginçtir; uzun bir süre şiir yayımlayıp emek verdiğim, Türk şiirinde önemli bir mihenk taşı olan bir derginin kapandıktan sonra adımı hiçbir yerde, hiçbir şekilde anmadığı da oldu. Bu, ideolojik olduğunu düşündüğüm sansür bana trajikomik geliyor. O zamandan bu zamana şiirsel duruş adına değişen hiçbir şey yok oysa ki. Samimiyetsizlik söz konusu sadece. Ya o geçmiş yıllara ait olmalı bu samimiyetsizlik ya da şimdiye. Bu örneği dergiciliğin, dergilerle kurulan iletişimin, doğası gereği değişkenliğini vurgulamak için de verdim. Dergilerle sağlam, kalıcı, özveri ve iyi niyet üzere ilişkiler kurmak çok zor ama kurulunca da çok verimli ve güzel. Karşılıklı vefa, her şeyi belirleyen unsur aslında.

Kitabımı yayımlarken ise ciddi bir zorluk yaşamadım. Yayınevinden beni arayıp kitabımı basmak istediklerini söylediler ve kabul ettim. Bazı dağıtım problemleri dışında sorun yaşamadığım bir yayınevi Ebabil. İyi şiir kitapları bastılar, basıyorlar.

Şimdilerde sosyal medya yoluyla dergilere-editörlere ulaşmak çok daha kolay. Hatta bazı gençler twitter’daki 'mention’laşma yoluyla şiiri öğrenebileceklerini, şair olabildiklerini filan sanıyor olabilirler. Bu işin bu kadar kolay olduğu hissini veren editörler olduğunu da düşünüyorum. Bu şiir dışı sosyalleşmenin “gençlerin önünü açmak” ile bağlantısı olmadığını bilen editörler de mevcut. Ben bu duruma “onurlandırılan cehalet” diyorum. Bazen de o toy insanlar sizin reklam yüzünüz de olabiliyor çünkü. Sosyal medya yoluyla tanışmak ve yazdığı metinleri göndermek isteyen gençlerle karşılaşıyorum. Metinleri okuduğum da oluyor bazen, kötüyse kötü demekten sakınmıyorum. Şiir adına istenen yardım, eğer bir dergi editörüyle tanışılıp o ham şiir basılmışsa bıçak gibi kesiliyor. “Bu iş bu kadar kolaysa neden çalışıp didineyim” duygusu sarıyor olabilir gençleri. Fakat ortada görünmeyi, etki uyandırmayı başarabilen bir eser ortaya çıkmayınca antrenmansız ringe çıkan bir boksör gibi kalıveriyorlar. Çalışkan, okumayı ve düşünmeyi, iyi şiir için çalışmayı önceleyen genç arkadaşlarımızı tenzih ederim. Onlar her şekilde görünebiliyorlar zaten.

Evren Kuçlu: “Hiçbir şairin desteğine ihtiyaç duymuyorum”

Sanırım dergiciliğe bakışım biraz sorunlu benim. Bugüne dek birkaç derginin dışında bir yerlerde şiir ya da yazı yayınlatmadım. Aynı dergiye uzunca bir süre şiir ve yazı yollamayı seçtim. Bugün buradan bakınca hiç sağlıklı bir karar değilmiş gibi geliyor. Mesela yaklaşık 6 yıl boyunca içerisinde yer aldığım Karagöz perdeden çekilene kadar gözüm hep üzerinde oldu. Bunun edebi anlamda bana katkısını tam olarak belirleyemem. Farklı dergilerde bulunarak yazdıklarımın ağırlığını tartma olanağı bulabilirdim mesela ( laf aramızda, öyle bir dergi de yoktu :) ) Taş yerinde ağırdır ya da ağır mıdır bilmiyorum, ama öyle sandık /saydık. Ayrıca bugünkü ortama bakılırsa “edebiyat dergilerde yaşar” denir mi bilmem ama “genç şair dergilerde ölür” demek daha akla yakın geliyor bana. Özel bir konuşmada kimliğini tespit edebildiğim bu ölüleri de sayabilirim :)

Bu bahsettiklerimin temel sebebi edebiyat ortamındaki kadrolaşma. Yani bir dergiye bir metin yolladığınızda yeni bir mahalleye taşınmış gibi oluyorsunuz. Adresiniz, komşularınız hatta istikametiniz değişebiliyor. Şimdi bu yolu izleyen belki de izlemek zorunda kalan birçok genç yazar arkadaş var. Şimdi onlara rahatlatıcı, hatta motivasyon kaynağı gibi gözüken bu tip kararların ilerde ayak bağı olabileceğini görebiliyorum.

İlk şiir, ilk kitap; çok heyecan verici şeyler bunlar. Şiirlerinizi kitaplaşmış görene kadar kendinize tam bir şair gözüyle bakamıyorsunuz. Elinizde kendi kitabınızı tuttuğunuzda her şey daha sahici geliyor sanki. Kapağında kendi adınız yazan, yazdığınız dergiye kıyasla tamamen müstakil bir eser var ortada. Bu yüzden kitapla birlikte taşlar yerine oturuyor bir anlamda. Zaten kitap çıktıktan sonra aldığınız tepkilere, kapladığınız yere bakarak aradaki farkı anlıyorsunuz.

Şiirlerimi kitaplaştırma kararıyla ilgili de birkaç cümle kuracak olursam; şiire ilişkin duygularımın tamamen rölantide olduğu günlerde gerçekleştiğini söyleyebilirim. Ebabil Yayınları yeni şiir kitapları basıyordu. Benim de içerisinde olmamı istediler, ben de kabul ettim. İyi de oldu. Hayata bir yerden atılmak gerekiyor :)

Aslında şiir yazarak geldiğim nokta bana bir Oscar konuşması yaptıracak seviyede değil. Hatta harcadığım enerjiye bakılırsa hayal kırıklığı hissetmem daha akıllıca. Bu yüzden “destek görmek” ya da bu itibarı birilerine iade etmek epey abartılı kaçacaktır. Şu kadarını açık yüreklilikle söyleyebilirim ki edebiyat ortamındaki hiçbir şairin desteğine ihtiyaç duymuyorum. Ya da hiçbirinin olası ihtiyaçlara cevap verebilecek bir teçhizatı olduğunu sanmıyorum. Ortama bakış açısından bu seviyeyi yakalamış olmak benim açımdan oldukça tatmin edici. Edebiyat ortamında dostum diyebileceğim, sözlerine kulak verdiğim tek kişi Hayriye Ünal var. Herhangi başka bir destek arayışım da yok. Bir yıldır bir roman üzerinde çalışıyorum, her şey gayet yolunda. Huzur kapı komşum. Teşekkür ederim.

Ayşegül Genç: “Güray Süngü'nin editörlüğü benim için büyük bir kazanç”

Yayın hayatına başladığı ilk aylarda Genç dergisine dâhil oldum ve sekiz senedir orada yazmaya çalışıyorum. Bazen iyi bazen kötü ama istikrar içinde… Genç dergisini sadece dergi olarak değil, değiştiren ve dönüştüren bir ‘hareket’ olarak da görüyorum. Beslendiği noktalar onu ‘efendi’ kılıyor. Yani bunca fitne ve fesat içerisinde kendi suyu ile kendi yatağında akmaya devam ediyor. Gençler o suya kendisini gönül rahatlığı ile bırakıveriyor çoğu zaman. Sekiz sene boyunca Genç’ten kopmak istediğim anlar da oldu, özellikle çocuklu bir hayatın sıkıntılı zamanlarında… Ama M. Lütfi Arslan ve S. Ragıp Yazıcılar her zaman teşvik ettiler, müşfikçe yaklaştılar. Başka yazarlara karşı da böyledirler eminim. Ama başka editörler başka yazarlara karşı böyle midirler, emin değilim.

Roman ise başka bir mecra. Roman yazara geniş bir imkân sunuyor ama pek çok roman, “hayatım roman” sığlığında olması yüzünden bizim okuyucumuz tarafından önyargı ile karşılanıyor. Gereksiz bulunuyor belki. Ben Genç dergisinde yazmış olmanın verdiği ‘canlı’ bir bakış açısı ile romanın imkânlarını birleştirmeyi hedefledim. Bunu çok önemsedim. Modern insanın çıkmazlarından ve yalnızlığından sıkıldım çünkü. Tek boyutlu anlatımlardan da. Oysa Cenab-ı Hakk’ın esmaları, kullar üzerinde tecelli etmeye devam ediyor. Müslümanlar yaşadıkları çağa göre strateji belirlemek için çaba sarf ediyor. Böyle canlı ve dertli bir bakış açısı ile yazdığım ilk romanımı hiçbir tanışıklığım olmayan Güray Süngü’ye gönderdim. Onun ‘samimi’ olan bir ciddiyeti var. Çok takdir ediyorum. Onun insaflı eleştirileri sayesinde ilk romanım olduğundan daha iyi bir şekle girdi. İkinci romanımı da yine onun teşviki ile yazdım. Onun editörlüğü benim için büyük bir kazançtır diyebilirim.

 

Şeyma Subaşı sordu