Mart 2018 Dergilerine Genel Bir Bakış

Zifir, Cımga, Şiar ve Yolcu dergilerinin Mart 2018 sayıları hakkında Mustafa Uçurum yazdı.

Mart 2018 Dergilerine Genel Bir Bakış

Lirik şiirin bir karşılığı var mı?

Zifir dergisi 5. sayısına ulaştı. Hatay’dan seslenen bir dergi. Söyleyecek bir sözü ve duruşu var Zifir’in. İlk sayıdan bu yana değişmiyor bu çizgi. Yazar ve şair kadrosu da göz dolduruyor.

Orhan Tepebaş “Lirik Şiirin Oluşumu ve Okurda Bulduğu Karşılık” yazısı ile yer alıyor dergide. Dergilerdeki bu tür yazıları önemsiyorum. Deneme, anı, öykü kalabalığında ihmal ediliyor poetik yazılar. Tepebaş, bir saat ustasının hikâyesinden başlayarak lirik şiir yazan şair ile saat ustası arasında bir bağ kuruyor yazısında.

Ortaçağda akıl ve iman

Ejder Turan, ortaçağ üzerine bir yazı kaleme almış. Ortağın fikir yapısının temelini Helenistik dönemden başlayarak anlatıyor. “Yeni –Platoncular, Helenistik dönemin son ekolü olmakla birlikte, ortaçağ felsefesine girişin de habercisi olmuştur. Bu düşünce sistemi, radikal söylemlerini kuşkuculuğun itibarını kaybetmesine borçludur.” Bağdaşmazcılık, birlik tezi ve tamamlayıcılık üzerinden ortaçağ düşüncesinde aklın vahye ya da imana karşı konumunu ayrıntılı olarak ele alıyor.

Zifir’de şairler geçidi 

Zifir, şiire geniş yer ayıran dergilerden. İbrahim Gökburun ile açıyor şiir sayfalarını. “Dünya inmiyor sırtımdan / Sular sağa sola depreşip duruyor / Deniz diyorlar buna

Gazi Balcı imzalı“Emir Subayının Tereddütleri” de diri bir şiir. Yüksek bir sesi var. Kendini okutturan imgeler oldukça fazla yer tutuyor şiirde. “İsa olsaydım ölüleri diriltirdi kelimelerim / Yatağımda güvercin cesetleriyle uyanırdım her sabah / Her sabah gözlerimde ortadoğu çaresizliği

Zifir’den alacağım son paylaşım Tunay Özer’den “Unutmanın Melodisi” şiiri. Tunay Özer şiirini severek takip ediyorum. Akışı güçlü, söyleyişi özgün şiirler yazıyor Tunay Özer. “bir hokka mürekkepte yüzen / kanatları haşyetten / ezgili söz kuşları gördüm

Cımga, yıl:1 sayı:1

Yer, zaman ayırt etmeden yeni çıkan her dergi için aynı heyecanı duymaya devam ediyorum. Köhnemiş bir asırda içimizi onaran bütün güzellikleri selamlayarak, içindeki umudu diri tutarak yola düşen herkese sonsuz bir muhabbet besliyorum.

Anadolu’nun bereketi bizi hiç yanıltmadı. Bu topraklarda her vakit Anadolu’nun canlılığı kendini hissettirdi, hissettirmeye devam ediyor.

Cımga edebiyat sanat kültür dergisi Tokat-Erbaa’dan ses veren bir dergi. İlk sayısı ile selamdı okurlarını. Bir kıvılcım yakmak gayretinde olan gönül insanlarının edebiyat dünyasına bir armağanı olarak görülmeli Cımga. Derginin genel yayın yönetmeni Mehmet Akbulut, edebiyat dünyamızın tanıdığı isimlerden. Romanları, hikâye kitapları ile tarihten aldığı bereketi cümleleriyle buluşturarak eserler ortaya koymaya devam ediyor. Giriş yazısında; Anadolu’nun bir dergi mezarlığı değil dergi fabrikası olduğu vurgusunu yapıyor. Sadece ürün yayınlamak değil derginin amacı. Bir mektep olmak da istiyor Cımga. Gençlere kapılarını sonuna kadar açtıklarını belirtiyor Akbulut. “Yeteneği olduğu halde ‘Acaba ben de yazabilir miyim?’ diyenlerin, endişelerini, usta kalemlerin de yazdığı bu dergide giderebileceği bir sohbet mekânıdır Cımga.”

İnsanın bir derdi olmalı

Muhammed Sinan Kökcü, “Ali’ye Mektup” adlı yazısında Ali’nin nazarında hepimize bir mektup gönderiyor. İronisi bol bir yazı bu. Cümlelerin, harflerin canlanıp bir derdi dillendirdiği bir yazı. “Bence içini dökmeli insan. Ama içini dinlemeli de. Duyabilmeli içini… İçine sesleneni… İç içe olmalı içiyle.”

Mesajlarını harflerin düzenlerinden ipuçlarıyla veriyor Kökcü. Sembolik bir yazı kaleme alarak yapıyor bunu. “Ali! Fark ettin mi? 15-20 dakikamı alan sadece bir sayfa bile tutmayan yazıda kaç farklı karaktere sahip yazı stili ortaya çıktı. Hayat da böyle değil mi? Bir kalıba sokulmaya çalışılırsın hep. Sense hep sızarsın kalıplardan.”

Masaldan dirilişe Sezai Karakoç

Cımga bir ilk sayıya yakışan yoğunlukta çıkış yaparak bundan sonrası için de umut vadeden çalışmalara yer vermiş sayfalarında. Durmuş Sezgin’in “Masal’dan Dirilişe” yazısı Sezai Karakoç’un “Masal” şiirinin ele alındığı, bu şiirden hareketle Karakoç’un diriliş nesline mesajlarına da dikkat çeken bir yazı. “Masallarda iyiyle kötünün mücadelesinin olduğunu hepimiz biliyoruz. ‘Masal’ şiirinde de bir mücadele vardır. Buradaki mücadelede Osmanlı’nın son dönemleriyle günümüze kadar geçen süreç resmedilmektedir.

Osmanlı padişahları ve şiir

Padişahlar sadece yöneticilik vasfıyla değil de her yönüyle anlatmalı. Bunu, yeni nesillere iyi bir örnek olması anlamında dikkat çekici bir yaklaşım olarak görüyorum. Ülkeler fetheden ama aynı zamanda şiir yazan padişah duruşunu da genç nesillere örnekler eşliğinde anlatmakta fayda var.

Salih Cenik yazısında şair padişahları anlatıyor. Şiirin hayatla olan sıkı bağından bahsederek konuyu Osmanlı dönemine getiriyor. II. Murat’tan başlayarak padişahları şiirlerinden örnekler ile ele alıyor. Padişahların ciddi bir bakış açısıyla şiirler yazdığını ve divan sahibi olduğunu anlatıyor Cenik. “Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsun etdi felek / Giryemi kıldı füzûn ekşimi hûn etdi gelek / Şîrler pençe-i kahrımda olurken lerzân / Beni bir gözleri ahûya zebûn etdi felek

Cımga dergisi ilk sayısı ile umut veren bir adım attı. Yeni sayıları merakla beklenen bir dergi olmasını can-ı gönülden diliyorum.

Bosna Hersek Milli Şairi Şiar’da

Şiar dergisi baharı selamlayan rengârenk bir içerikle karşıladı okuyucularını 15. sayısında. Kendini okutturan şiirler oldukça geniş yer tutuyor dergide bu sayı.

Cemalettin Latiç de Şiar dergisinde yer alan isimler arasında. Bosna Hersek ile Türkiye arasındaki köprünün günümüzdeki en önemli isimlerinden biri Latiç. Bosna Milli Şairi ve Aliya’nın dava arkadaşı. Böyle bir ismin ülkemiz kültür gündeminde yer alması, dergilerimizde eserlerini yayınlatması büyük bir şans. Latiç’in yazdığı her satırı okumak Bosna davasına şahit olmaktır. “Bosnalı Bilal İçin Kaside” adlı şiiri ve “Âlimler Allah’ın Elçilerinin Vârisleridir” adlı yazısı ile yer alıyor dergide Latiç. Mutlaka okunmalı dediğim iki metin bunlar.

Cahit Zarifoğlu’nun şehirleri

Cahit Zarifoğlu’nun şehirleri hakkında yazmış Mustafa Bostan. Zarifoğlu’nun şiirlerinde geçen şehirler, şiirler eşliğinde sunulmuş. Londra, Moskova, Berlin, İstanbul, Venedik, Maraş, Viyana, Buhara, Beyrut, Beyrut ve daha birçok şehir karşımıza çıkıyor Zarifoğlu’nun şiirinde. “Venedik birdenbire kavruldu / Nedensiz ve niçin / Çün korkunç

Şiire serbest giren şair

Nurettin Durman ismi ile nerede karşılaşırsam karşılaşayım bu bana inanılmaz bir heyecan verir. Birkaç iş yaptıktan sonra büyük bir bezginlikle kenara çekilen, her şeyden elini eteğini çeken yeni yetmeleri görünce, Nurettin Durman ağabeyin yazdığı her satırı daha bir içtenlikle okuyorum. Ömrüne bereket olsun, sağlıklı ve huzurla.

“Aramızda Kalsın” şiiriyle yer alıyor Durman Şiar’da. “Bu şiire serbest giriş yapıyorum” diyerek başlıyor, aynı rahatlıkta ilerliyor şiir. Aslında cümle âlemin duymasını istediğimiz ne varsa onları sıralıyor şair aramızda kalsın diyerek. “Havalara girmenin, yüksünmenin, / Kibirlenmenin, nefret etmenin / Düşmanlık edip çakşırmanın / Sana faydası olmayacak / Endişeye lüzum yok ölüm var çünkü

Orhan Tepebaş söyleşisi

Derginin 15. sayı söyleşisi Orhan Tepebaş ile gerçekleştirilmiş. Serap Kadıoğlu’nun sorularını cevaplandırmış Tepebaş. Şairler, şiir, okuyucu-şair münasebetleri, İsmet Özel, şiir serüveni gibi birçok konuda keyifli bir söyleşi olmuş bu. Tepebaş’ın şiarı ile bitirmek istiyorum Şiar dergisi paylaşımımı: “Dünyadan sessizce geçerken şiirim bir yarayı sarsın istedim

Son insan çağından selamun aleyküm

Yolcu dergisi 88. sayısını yaşadığımız dijital ve mekanik kuşatmaya dikkat çekerek çıkardı. Ömer İdris Akdin meseleyi son iki sayıdır derinlemesine işliyor. Modern bilimin insanı nasıl olup da kendine benzettiğinin ayrıntıları var yazıda. İçimizin en kuytu köşelerine kadar istila olmuş bir zamanı yaşıyoruz. Kuşatma devam ediyor:

Maddenin insanı belirlemesi ve kontrol etmesi, insanoğlunun karşılaştığı yeni bir durum değil elbette. Bunu putperestliğin öyküsünde de görebiliriz. İnsan, inandığı yaratıcının bir kısım işlevlerinin ve meziyetlerinin yüklendiği ikonlar aracılığıyla düşünmeyi ve hareket etmeyi bir inanç biçimi olarak görebilir. Ki biz buna literatürümüzde şirk diyoruz. Putların ikonlara, ikonların makinelere, makinelerin yapay zekâlara evrildiği bir süreci yaşıyor olmamız bilenler için şaşırtıcı gelmeyebilir. Ancak bunun ötesinde karmakarışık gelen ilişkiler bütününe açık bir göz ile ya da kalp gözüyle bakmanın önünde ne gibi engeller yükseliyor, belki bir fark ediş meselesi olarak buradan başlamak gerekir. Her başlangıç ise sahici bir soruyu içinde barındırıyor: Şeytan bunun neresinde?

Çürümenin şiirini yazmış Adem Turan

Adem Turan şiiri var Yolcu dergisinde. Sesi, duruşu olan bir şiir bu. Yani tam bir Adem Turan şiiri: “Biz, kuşku uyandıran yaralılar / Bir bisiklet görünce insan yanımızı hatırlarız hemen / Ve bir türkü tuttururuz son evi de geçince, eskilerden / Keyiflerine baksın diye mahallenin bütün sakinleri

İnsanlığın sonu yaklaşırken

Her yerde aynı ürperten tedirginlik. İnsanlığın yok oluşuna şahit olarak geçiyor zaman. Tüm fizik, felsefe, sosyoloji kurallarını alt üst ederek yitip gidiyor insan yanımız. Lütfi Bergen okumak biraz da yaşadığı çağa şahit olmakla ve olup bitenin farkına varmakla eşdeğer bir sorumluluk yüklüyor omuzlara. Bergen’in olaylara yaklaşımı sadece yaşadığımız çağla sınırla değil. Geçmişten günümüze, bugünden yarına kadar uzanan bir açılımı sunuyor bizlere yazılarında Bergen.

“Homo Sapiens’in Sonu” adlı yazısında da aynı duyarlılık devam ediyor. 2018 yılında Davos’ta bir konuşma yapan Yuval Noah Harari’nin konuşmasından hareketle bir yazı kaleme almış Lütfi Bergen. “Konuşmalarında yeni bir insandan bahsederek Homo Sapiens (düşünen insan) türünün son örnekleri olduğumuza, önümüzdeki yüzyılın ekonomisinde insan bedeninin ve zihninin yeniden inşa edilerek yeni bir ürünün ortaya çıkacağına temas etti. Buna göre endüstri üretimi artık tekstil, otomobil ya da silah değil beden ve zihin geliştirmeye odaklanacak. Hariri’nin söylemek istediği şu: İnsanların düşünceleri okunacak, duygu ve düşünceleri hacklenecek ve verileri ele geçirmiş elitler, duyguları/ zihinleri/ bedenleri üzerinde etkinlik sağladıkları insanlar üzerinde hakimiyet kuracak.

Lütfi Bergen’in şu tespiti de endişe verici gelişmelerin boyutunu ortaya koyuyor: “Yıllardır yapılan çalışmalar neticesinde insanların verileri artık insanların mülkiyetinden çıkmıştır. Hastanelerde alınan kan örnekleri, doku örnekleri, teşhis ve tedavi süreçleri sonunda kişilerin DNA’ları, vücuduna ait, yaşamına dair veriler tıp şirketlerine, doktorlara, kurumlara, hükümetlere ve belki bütün olarak insan topluluğuna ait kılınmıştır. Şu an verilerin büyük kısmı bu zikri geçen kurum ve bilgi saklayıcıların elindedir. Bu durum endişe vericidir.”

 

Mustafa Uçurum

YORUM EKLE