Mevdudi hem eylem hem de düşünce adamıdır
Temmuz dergisinin 26. sayısında Prof. Dr. Mustafa Özel ile yapılan bir söyleşi var. 20. yüzyıl İslam düşüncesi hakkındaki düşüncelerini sıraladıktan sonra Özel, Mevdudi üzerine değerlendirmelerine geçiyor.
“20. yüzyıl İslam düşüncesini önceki dönemlerden ayıran en büyük özellik, geçmişe, tarihe, geleneğe dönük yoğun eleştiridir. Bunun anlaşılabilir tarafları vardır. Bunları dar anlamıyla dini, sosyal, siyasal, kültürel vb. etkenlerle açıklamak mümkündür.”
Böyle bir girişten sonra Mevdudi’den açılan bahisle şu değerlendirmeyi yapıyor Özel:
“Mevdudi merhum, derdi olan bir insandır. Bundan dolayı her yolla derdine derman aramıştır. Gençliğinden beri yazmış, konuşmuştur. Çeşitli kuruluşlar kurmuş, ülkeler gezmiştir. ( Turistik anlamında değil tabii.) Mümkün olan her fırsat ve araçla İslam’ı tebliğe çalışmış, insanları dine davet etmiştir.”
“Bir Çift Ölüm”
Mehmet Mortaş, sonbahardan ölüme bir geçiş yapıyor Temmuz dergisindeki “Bir Çift Ölüm” yazısında. Mevsimlerin yaşayan bir yüzünün olduğunu bize her cümlesi ile hissettiren bir yazı bu. Zaman gelip geçer ve insan ömrü değişen mevsimlerle birlikte renkten renge, ölümden hayata geçişler yaşar. Mortaş da yazısında lirik bir duyarlılıkla bahsediyor ölümden.
Sonbaharla birlikte aramızdan ayrılan şair Bahaeddin Karakoç’a sessiz bir ağıt var Mortaş’ın cümlelerinde. Bir şairin ölümüyle birlikte öksüz kalan dizelerin sonbahar rüzgârlarıyla savruluşunun hüznü bu.
“Cümlelerin batı tarafına doğru güneş zamana adanmış iki şiirin üzerinden ağır ağır sonsuzluğa doğru batıyor. Beyaz bir kartal uçuyor ruhumuzun gökyüzünde. Ve keskin gözleriyle beyaz kartal yakalıyor uzaklarda yazılmamış şiirin ağıtını. Yakalıyor gökyüzünü sonsuzluğa doğru bir çift kanat, yorgun fakat gururlu destanlar diyarından beyaz saçlı ak kanatlı şiir uğurlanıyor. Esmer gökyüzü sonsuza uçuyor suhuf gözlü şiirler uçuşuyor yorgunluğun çaresizliğine inat. Hayat bir mengene gibi sıkıştırıyor fakat sonsuzluğun baskısına dayanamıyor.
İç çekmelerim sadece kitap şeklindeki tabuta dökülür, tabutu taşır dört kelime, omuzlarda bir çift ölüm.”
Temmuz’dan 3 şiir
Kudüs’ten kalkar, göğsüme kanan kuşlar
Yaşamışlığın varsa, gündüzün karanlığında
Ah ırmaklar zamanlardan geçen ırmaklar
Bekler Selahhadin’i kıssalarla gazalarla
Mescid-i Aksa’nın dört kapısında.”
Ahmet Tepe
bir uçuruma komşu kıldı beni kader
kayanın suyu reddetmesi gibi döküldü üstümden
göğsümdeki kemanı bastıran sesler
ve ölüme yazgılı bir tür pas gibi gövdemde
silinmez bir anlama dönüştüler
Tunay Özer
Nice sırlarla doludur dört bir köşesi
Çok dilli tercüman isteyen suskun haller
Boyunları büküktür ve gözleri yaşlı
Nakış nakış işlidir hüzünler ve neşeler
Erol Yılmaz
Mahalle Mektebi’nde Yıldız Ramazanoğlu söyleşisi
Mahalle Mektebi dergisinin 44. sayısında Yıldız Ramazanoğlu ile yapılmış bir söyleşi var. Ramazanoğlu’nun öyküleri ve kitapları merkeze alınmış bu söyleşide. Yaşadığı çağı çok iyi tahlil eden bir yazar Yıldız Ramazanoğlu. Onun bakış açısının merkezinde mümince bir duruş var. Öykülerini okurken de bu hassas denge hemen dikkat çekiyor. Söyleşide de çok ince göndermeler var içimizdeki sancılara.
“Gündelik yaşam eylemlerinde hiçbir ahiret inancı, helal-haram izi taşımayan fakat beş vakit camiye giden insanlarla karşılaşmak mümkün. Tekamülden, ruhun incelmesinden dem vuran Budistler, Arakan’da insanları yakıyor.”
Öykü dışındaki çalışmalarına da değiniyor söyleşide Ramazanoğlu:
“Eleştirmenlik edebiyatın, sanatın bir parçası. Bu zor alanda emek verenlere büyük saygı duyuyorum. Filmler hakkında yazarken beni etkileyen eserleri seçtim doğal olarak. Hiç beğenmediğim bir film söz almak yerine hakkında yazılan kıymetli kritikleri okumayı tercih ettim. Bu eleştirel tutumdan uzak olmamla ilgili değil. Yazdıklarımda eksiklikleri de dile getirdiğimi düşünüyorum.”
Ve yazarlıkla ilgili şu cümlelerini alıyorum Ramazanoğlu’nun buraya:
“Yazmasaydım bu tuhaf örseleyici dünya hayatına katlanamazdım gibi geliyor. Meraklarım, şaşkınlığım ve kimi zaman yılgınlığımla yazarak başa çıkıyorum belki. Yazıyorum o halde umurdum var durumu.”
Yıldız Ramazanoğlu’nun yazdığı her cümleyi çok değerli bulduğum için bu söyleşiyi de büyük bir keyifle okudum. Mahalle Mektebi okuyucularına bu söyleşiyi özellikle tavsiye ediyorum.
Mülteci dosyasından
Mahalle Mektebi’nin dosya konusu “Mülteci.” Dosyadan paylaşımlar yapmak istiyorum:
“Kökünden koparılmış bir ağaç gibi, eğreti duruyor göçmen. Sert esecek bir rüzgâr bir yaprak gibi önüne katıp savuracak koca ağacı.”
Yusuf Adıgüzel
“Göç, bir yer değiştirme hali olmanın ötesinde, uzun soluklu olduğunda aynı zamanda habitat değişimini imler. Mukim olunan bir yaşam alanından bir başka yaşam alanı ya da alanlarına geçiş şeklinde gerçekleşen bu yer değiştirme olayı sadece fiziksel değil, üretilen ve içerisinde var olunan habitusun da beraberinde taşınmasını kapsamaktadır. Böylelikle gidilen yerlere kültür ve kimliğin tüm bileşenleri eşlik etmektedir.”
Ejder Ulutaş
“Ülkemize göç eden kişiler, mekân belirlerken tanışık olmayı önemserler. Mesken tuttukları yerler, kira gelirleri düşük, birçok hizmetin uzağında ‘kendilerinden’ olan kişilerin bulunduğu, genelde ekonomik yoksunluğun yaşandığı yerlerdir. Göç ile gelen kişi, aidiyet problemi yaşar. Tanıdıklarının olduğu mekânlar onlara aidiyet duygusu kazandırır.”
Betül Ok
“Titrek bir alev gibidir insanoğlu dünya hayatını yaşarken ve gerçek anlamda tam bir muhacirdir. Başka ülkelerden, başka şehirlerden, savaşlardan, yıkımlardan gelip konmuş insanlara muhacir tanımını kullanır ama aslında kendisi cennet yurdundan sürgüne uğramış en has muhacirdir.”
Selvigül Kandoğmuş Şahin
Mahalle Mektebi’nden 3 şiir
Ölümü lafa tutup yalnızlık
Kendine eş beğeniyor kendinden
Çağırıp uzak akrabalarını
Aradan sıyrılıyor kelimeler
Bir yanlışa kurban gidiyor dünya
O lafın gelişi, o galat-ı meşhur
Hüseyin Akın
Şimdilerde fetihler hep içten
Samimi değil yanlış anlaşılmasın
İçten yani özden
Yaralanır bölünür kendimiz
Biz bize yapar ve biz size
Kalırız her şeyin sonunda
Ali Akçakaya
Miyop değil zannımca, sanki biraz katarakt
Tırnağıyla kazıyor başındaki kurtçuğu
Şaşkın ördek yavrusu faka bastı takarak
Yakasına afili mavi nazar boncuğu
Yaşar Keskin
Güzel Adamların sekizincisi Ersin Nazif Gürdoğan
Edebiyat Ortamı dergisi hazırladığı Ersin Nazif Gürdoğan dosyası ile 65. sayısına merhaba dedi. İsabetli bir dosya. Değerlerimizin kıymetini yaşarken bilmek gerek sözünün bir göstergesi bu. Edebiyat Ortamı bu konuda oldukça hassas olan dergilerimizden.
Dosya, Arif Ay’ın Gürdoğan ile yaptığı söyleşiyle başlıyor. Söyleşiden birkaç bölümü paylaşmak istiyorum.
“Bizim sıra dışı kuşağımız Necip Fazıl’la ve Sezai Karakoç’la üniversite yıllarında İstanbul’da tanışmıştır. O yıllarda Necip Fazıl’ın Büyük Doğu, Sezai Karakoç’un Diriliş, dergiler, Kapitalistler, Komünistler arayıp da bulamadıkları ne varsa, gelsinler aradıklarını İslam’da bulsunlar demişlerdir. Onlar kutsal kültürün bütün insanlığı aydınlatan, ana kaynaklarını güncelleştiren, şiirler, hikâyeler, denemeler, oyunlar yazmışlardır. Ezberbozanlar bütün çalışmalarında, Ankara’nın çorak topraklarına değil İstanbul’un bereketli topraklarına önem vermişlerdir. Onların oyu hep İstanbul’dan yana olmuştur.”
“Dünyada mektup yazma konusunda, Pakdil’in peşinden Türkiye’de Cahit Zarifoğlu, Amerika’da John Steinbeck gelir. Düşüncelerini mektuplarla anlatmada, mektupla iletişim kurmada, insanları mektupla eyleme geçirmede, Pakdil’in tartışılmaz bir yeri vardır. O her gün kurşun gibi ağır, bilgi ve bilgelikle yüklü, onlarca mektup yazarak, dostlarını, arkadaşlarını, edebiyat sevdalılarını, düşünmeye, okumaya, yazmaya, eyleme geçmeye çağırmıştır.”
“Edebiyatçıların düşünceleri İrem bağlarıdır, eylemleri sevgi meyveleridir. Edebiyatçıları sevenlerin çevrenlerinde geniş çekim alanları oluşur. Onların çevrelerinde halkalanlar, doyma bilmez okuyuculara, durma bilmez eylemcilere dönüşürler.”
Dosyada ayrıca; Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Atasoy Müftüoğlu, Erdem Bayazıt, Alaeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Arif Ay, Kemal Kahraman, Seyfettin Ünlü gibi isimlerin Nazif Gürdoğan üzerine kaleme aldığı yazı ve mektuplar da okuyucu ile buluşturulmuş.
Herkesin mutabık kalacağı bir güzel insandır Nazif Gürdoğan. Yedi Güzel Adam’ın yanına da her şeyiyle yakışan bir isimdir. Edebiyat Ortamı’nı hazırladıkları bu dosya için gönülden kutluyorum.
Kendini ruhunda bulan adam: Cengiz Dağcı
Tülay Berberoğlu, Edebiyat Ortamı’nda Cengiz Dağcı üzerine kaleme aldığı bir yazısı ile yer alıyor. İzlenimlerini aktarıyor Berberoğlu. Türk Edebiyatı Vakfı’nda Cengiz Dağcı hakkında yapılan panel notlarını paylaşırken Berberoğlu, aynı zamanda düştüğü notlarla hem Türk Edebiyatı’nın hem de Cengiz Dağcı’nın dünyasında yer alan yüzünü de aktarıyor bizlere.
Özcan Ünlü’nün yönettiği panelde konuşmacılar Zafer Karatay ve İsa Kocakaplan. Panelden notlar ve kendi iç konuşması var Berberoğlu’nun yazıda.
Yazarlık mücadelesi, memleket sevdası, çektiği sıkıntılar ile özgün bir Cengiz Dağcı Portresi bekliyor Edebiyat Ortamı okuyucularını.
Nazım Payan’dan gündeme dair “Kirli Yoksunluk” şiiri
Şairlerin gündemle olan bağını şiirlerde görmek pek de mümkün olmuyor. İç dünyasının sesine odaklanınca şair dış dünya olan bağını da tam olarak sağlayamıyor. Edebiyat Ortamı’nda Nazım Payam’ın şiirini görünce bu şiire mutlaka değinmem gerektiğini hissettim. Çünkü şair son zamanların en önemli gündem maddelerinden biri olan çocuk istismarına dair bir şiir kaleme almış. “Kirli Yoksunluk” şiiri, kanayan bir yaraya şairce göndermeler sunuyor. İçimizde bir kor alev gibi duran yanlış algıya da şiirinde hassas bir dokunuş yapıyor şair. Bu şiir için şair Nazım Payam’ı özellikle tebrik ediyorum. Şiirden bir bölümü paylaşıyorum.
Hiçbir şey söylemedi, sustu
Kurudu çimleri, pas tuttu
İç daraltan dikenli örgüye
Taş kesildi sevgi sunağı
Artık yasak
Çocukların başını okşamak
Edebiyat Ortamı’ndan 3 şiir
Allah’ım
Görünmez iplerle
Bağladığımız bulutları
Küçücük ellerimizle
Çekebilsek üstümüze
Yağmuru seven
Yağmurla konuşan Allah’ım
Bulutlar gönder bize
Mustafa Ruhi Şirin
Bütün konuklar gidince
Doğruldum ben de yerimden
Sırtımda ağırlaşan hayata aldırmadan
Omuzlarıma dökülen saçımı taramadan
Yürüdüm telaşla aşağıdaki değirmene
Yürüdüm de kederden başka
Öğütülecek bir şey yoktu elimde
Adem Turan
giderek büyüyen bir boşluk kaldı
bir geminin uzaklardan geçmesi
açık unutulmuş bir anı, karanlıkta
bıraktığım sözcükleri bulamıyorum
Şadi Kocabaş
Mustafa Uçurum