Kasım 2018 dergilerine genel bir bakış-3

Kardelen, Türk Edebiyatı, Kitabın Ortası, Şehir ve Kültür dergilerinin Kasım 2018 dergileri hakkında Mustafa Uçurum yazdı.

Kasım 2018 dergilerine genel bir bakış-3

İnternet kumarhane olmasın

Yıl: 28, sayı 98 diyerek çıktı Kardelen dergisi. Uzun soluklu ifadesini hak eden bir ömrü geride bırakmış Kardelen. Hem anlam olarak hem de ifade gücü olarak kardelenin edebiyata yatkınlığı aşikâr. Birçok dergi çıktı Kardelen isimli. Benim elimde bulunan Kardelen, Bilecik merkezli bir dergi. Ben yeni tanıştım dergi ile. Anadolu’nun sıcaklığını hissettiren bir dergi Kardelen.

“İnternet” üzerine yoğunlaşmış derginin bu sayısı. Bir dosya hacminde internet konusu işlenmiş. Ben M. Nihat Malkoç’un yazısına değinmek istiyorum. Hayatın birçok alanında yasaklanan kumarın internette aleni olarak oynanmasının toplumda açtığı yaradan bahsediyor Malkoç. Kontrol edilmezse bir bomba etkisi kadar tahribat gücüne sahip internetin mutlaka kontrol altına alınmasının altını çiziyor Malkoç. Çok haklı. Artık kumarın ve ahlaksızlığın sınırsızca kullanıldığı bir alan olan internetin gençler üzerindeki etkisini kontrol edemezsek ortaya çıkacak sonuçları tahmin bile edemeyeceğiz.

“Yeni kumar bağımlılarının yüzde 75’ini sanal ortamda kumar oynayanlar oluşturuyor. Sanal kumarhanede daha çok erkeklerin kumar oynadığı şeklindeki değerlendirmeler ise gerçeği yansıtmıyor. Bağımlılar arasında bayanlar ve çocuklar başı çekiyor. Çünkü bayanlar büyük oranda dışarıdaki kumarhanelere gidemiyor. Çocuklar ise merakla başlıyor. Birkaç kez bedava kumar oynayan gençler, sonunda paralı kumarın pençesine düşmekten kurtulamıyor.”

Kardelen’den üç şiir

Babam çividen, demirden, duvardan
Ve alın terinden anlardı
Emeğiyle yaşamaktan anlardı bir de
Koltuğunda ekmeğiyle gelince eve
O “alın” derdi, teri ona kalırdı

İsmail Güçtaş

ninemin masalları gitti ah, modern masal
ne kadar da çetrefil, ne kadar korkutucu
katili kral yapar işte mızrağın ucu
gerçek kaçmış dağlara… aklım sen de hoşça kal

Ahmet Yalçınkaya

Kasvetliyim sığmıyorum ilime
Uğramadın bir an olsun dilime,
Ölüyorum inanmadın halime,
Çoruh gibi taşıyorum, nerdesin?

Hızır İrfan Önder

Türk Edebiyatı’nda Bahaettin Karakoç dosyası

Şiirimizin beyaz kartalı Bahaettin Karakoç;  içimize ıhlamur kokularını armağan ederek ayrıldı aramızdan. Bu ayki dergilerimizde Karakoç üzerine şairin ismine yakışır dosyalar hazırlandı. Bu dergilerden biri de Türk Edebiyatı. Derginin kasım sayısı Bahaettin Karakoç dosyası ile çıktı. Dosyada yer alan yazılardan birkaçını paylaşmak istiyorum.

“Karakoç’un şiirlerinde insanın iç ve dış dünyasına uzanan temalar vardır. Tabiat, aşk, tasavvuf, ölüm gibi temalarla, insanın iç dünyasındaki oluşlar tahlil ve temsil edilirken; sosyal tenkit, din gibi temalarla da insanın dış dünyasıyla münasebetleri sorgulanmaktadır.”

Mehmet Narlı

Bahaettin Karakoç’un şiirlerinde görülen destansı hava da şairin, hayatı algılayış tarzıyla ilgilidir. Bu hayat ise Türk toplumunun mayasını oluşturan değerler bütünüyle kuşatılmış bir biçimde canlılık kazanır. Türk - İslam sentezini özümseyen, kimi zaman arada kalmanın huzursuzluğuyla bunalan insanın macerası onun ruhundan süzülen sözcüklerle imgesel bir görünüm kazanır.”

Beyhan Kanter

“Onun yüzünde Anadolu’nun derin sıcaklığı saklıydı, ısıtırdı üşüyen bakışları.
Şiirle zikrederdi sevgilisini.
O, kar sesini duyardı.
Dağ gibi yaslanırdı şiirlerine.
Şiirlerindeki aşk sıcaklığı terlettikçe ruhu; insan, aşka aşina bir tebessümle yaslanırdı neşidelerine. Şiirlerindeki süvariler yağmur kokardı.
O, şiirlerinin içinde dinlenirdi.
Yıldız bulaşığı elleriyle beyaz dilekçeler yazardı.
Dudakları şiir olur kururdu.”

Yasin Mortaş

“Karakoç’un şiirleri bütünüyle bir arada düşünüldüğünde, adeta bir çağrışımlar okyanusu ile karşı karşıya kaldığınız duygusuna kapılırsınız. “

İsa Kocakaplan

“Bahaettin Karakoç, geleneksel şiiri bilen hece şiirinin kalıplarına sığmayan ama hecenin, aruzun imkânlarından faydalanarak zengin kelime hazinesinden seçtiği kelimeleri neredeyse bir başka şiirinde kullanmayarak hem Türk şiirine hem Türkçeye hizmet eyledi. “

Tayyip Atmaca

“Karakoç’un şiirinin gelenekle kurduğu bağın nirengi noktasında temellük ve tevarüs etmek kavramları durur. Bundan kastım gelenek dediğimiz büyük birikimin bir şairin potasında eriyip yeni kalıplara dökülmesi, kişisel birikimiyle yeni bileşikler oluşturmasıdır.”

Bahtiyar Aslan

Her şeyden önce o da tıpkı Yunus Emre gibi, Karacaoğlan gibi Türkçenin has damarından geliyordu. Şiir yazmıyor şiir söylüyordu. Doğaldı, içtendi ve gönlünden akan ırmak suları gibi mısraları olan yine kalbe akan, kalbe dokunan söyleyişlerdi.”

Mustafa Özçelik

Modern dünya ve duygularımız

Kitabın Ortası dergisinin 20. sayısı çıktı. Dergiyi incelediğimizde önümüzde sadece sıradan bir kitap dergisi olmadığını hemen hissettiren bir derinlik göze çarpıyor. Söyleşiler, yazarların tüm eserleri, inceleme yazıları derken elimizde arşivlik çalışmaların yer aldığı bir dergi var.

Kitabın Ortası’ndan ilk paylaşımım Kemal Sayar söyleşisi olacak. Ezgi Aşık gerçekleştirmiş söyleşiyi. Özelde sosyal medya, genelde modern dünyanın halleri konulu bir söyleşi bu. Modernleşelim diye kaybettiğimiz duygularımıza hem bir yazar gözüyle hem de psikolog yönüyle değiniyor Kemal Sayar.

“Sosyal medya insanların çok kolaylıkla –mış gibi davranabildiği bir mecra. Orada olduğumuz gibi değil, olmak istediğimiz gibi davranıyoruz. Aslında kişiliğimizde göstermek istediğimiz tarafları yansıtıyor ya da kendi kişiliğimizi cilalatıp parlatıyoruz. Kimlik egzersizi gibi herkes kendinin ne olabileceğini biraz orada göstermeye çalışıyor. Kendimize ait hayallerimizi, ümitlerimizi ve beklentilerimizi oraya yansıtıyoruz. Göründüğümüz kadar var olduğumuzu zannettiğimiz bir çağda yaşıyoruz.”  

“Hüzün, bir misafir gibidir ara ara gelir ve gider. İçimizin en tenha köşeleriyle bizi buluşturur. Hayatın gelip geçiciliğini hissettirir. O an için hayattan çok büyük bir neşe duymayız ama bazı şeyleri de daha derinlemesine yaşarız. Klinik depresyon, çok ağır mutsuzluk halidir. Bu durumda hayat durmuştur ve kişi etrafında güzel şeyler olsa da hiçbir şeyden lezzet almaz hale gelir. Hüzünlü insan ise hayattan lezzet alır.”

İslâm ve Batı sanatı arasında “sanat”

Derginin dosya konusu İslam ve sanat. Hassasiyeti ve derinliği olan bir konu bu. İki kavramın kırmızı çizgileri olduğu düşünülünce de ele alınan konunun önemi daha net ortaya çıkıyor. Bu konuyu işleyen birçok kitap incelenmiş. Kitaplardan hareketle dikkat çeken tespitler de yer alıyor yazıda.

“Sanat, doğal ihtiyaçlarımızın ve aklı bilgilerimizin üstüne çıkarak iç ve dış dünyamızı değişik açılardan kavramamızı ve bunlardan zevk almamızı sağlar. Bu sebeple sanat; ilim, düşünce ve mantık sınırlarını aşar. İnsanın hayatını fikrî anlamda zenginleştirir. Sanatsız bir toplum düşünülemez. İlkel toplumlardan modern toplumlara kadar her dönemin kendine özgü estetik dili vardır.”

Dosyada yer alan kitaplarla ilgili incelemelerden birkaçına yer vermek istiyorum.

“Yazara göre, güzellik ve estetik konularına değinmiş en önemli İslâm düşünürü şüphesiz, Gazali’dir. Gazali’nin düşünceleri, toplumda büyük yaygınlık kazanmıştır. Çünkü o, İslâm düşüncesinde var olan çeşitli entelektüel akımları birbiriyle sentezlenmektedir. Gazali düşünceleriyle İslâm dünyasının en meşhur düşünürleri arasında olmuştur. Eserlerinin pek çoğu büyük ölçüde tercüme edilmiş ve Müslüman toplumunun çok geniş bir kesimi tarafından yoğun olarak okunmuştur.”

Tasvir / Nicole Kançal - Ferrari Ayşe Taşkent

“İslâm sanatında geometrik süslemede kullanılan çeşitli motiflerin envanterini yapmaya çalışan kitap, dönem, çevre, malzeme ya da teknikle ilgili hiçbir sınırlandırma yapmaz. Yazar, sanat üzerindeki çerçeveyi iki kriter üzerinden seçtiğini dile getirir. Bunlar İslâm sanat zevkinin egemen olduğu çevrelerde yapılmış olması ve desenlerinin geometrik oluşu olarak sıralanır.”

İslam Sanatında Geometrik Süsleme / Yıldız Demiriz

“Sanat eserlerinin yorumlanmasına yararlı bir giriş sunan kitap, okurlara Ortaçağ’dan Rönesans’a kadar gelişen sanat dilini görseller üzerinden açıklar. Kitapta yer alan içeriklerin büyük bir bölümü, tarihi ve dini karakterlerden oluşan resimlerden oluşmaktadır. Edebi karakterler, eserlerin sanat tarihindeki bağlamı, sembolleri, nitelikleri ve kişileştirmelerine kadar dâhil edilmiştir.”

Sanatın Gizli Dili / Sarah Carr – Gomm

Fahri Tuna’dan Diyarbakır yazısı

Şehir ve Kültür dergisinin 52. sayısında Fahri Tuna Diyarbakır yazısı ile yer alıyor. Modern bir Evliya Çelebi’dir Fahri Tuna. Onun hangi şehirde, kasabada, ülkede olduğunu kestirmek zordur. Gönlünün sesine kulak verir ve düşer yola.

“Yıllar önce Diyarbakır’a ilk gidişimde, ‘Diyarbakır etrafında bağlar’ vardı ya hani, o bağları aramak sormak görmek olmuştu. Meğerse o bağlar şehir olmuş. Merkez ilçelerinden biriymiş Bağlar Kaymakamlığı. Helal hoş olsun, ne diyelim. ‘İçteki yâre’ durduktan sonra bağ olsa ne yazar olmasa ne yazar ama. Ulu Camii taşları gibi gri renkli şehir Diyarbakır. Ciğeri de karpuzu gibi lezzetlidir ha. Tattım yedim şahitlik ettim.”

“Garipleri seven milletiz biz. Ve kavuşamayanları severiz en çok. İçin için üzülürüz. Evet; efsaneleri kadar gerçekleri, türküleri kadar şairleri, kalesi kadar köprüleri, hanları hamamları kadar yirmi sekiz çeşit kahvaltıları, ciğerleri kadar karpuzları… Rengârenk bir şehirdir Diyarbakır. Ulu şehirdir. Mehmedlerin Ömerlerin şehri. Mehmedlerle Ömerlerle güzel şehir.”

Vatanın harîm-i ismetini korumak için kurulan söğüt alayı

Nermin Taylan, Şehir ve Kültür okurlarını tarihte bir yolculuğa çıkarıyor. Mekân Söğüt. Büyük bir şölen bekliyor hepimizi.

“Hayme mana itibari ile çadır demektir ve bir diğer meali ise suyun kaynağı/suyun toplandığı yer anlamına gelmektedir. Başsız kalan bir aşireti Söğüt’te adeta yoktan var etmeye çalışan Hayme Ana, obasına isminin de manası misali çadır olmuş, onları her türlü zilletten korumayı başarmış, bir arada tutmaya çalışarak suyun kaynağı meali itibariyle aşiretinin bireylerine sanki birer ab-ı hayat misali can vermiştir. Âbâsı olmayana âbâ örmüş, aşı olmayana aşından katmış, dünyaya doğana ebe, dünyadan göçenin son suyunu yedinden vermiştir. Vakti gelip beylik nişanını oğluna vereceği hengâmda ise Ertuğrul Gazi'yi karşısına alarak; “Oğul, Anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgârlar önünde oradan oraya savrulduk. Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar artık son durağımız, son konağımız olsun. Oğuz’un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerinde, dalları gökyüzünün yüceliklerinde uzansın. Ak-boz atlara binip yağı üstüne yel gibi vardıkta Kadir Tanrı gözü pek yiğitlerimizi korusun. Göğsü kaba yerli kara dağlar gibi duran erlerimiz ile kır çiçekleri gibi saf ve temiz, ak yüzlü, ala gözlü kızlarımız Kutlu Kayı Boyumuza gürbüz evlatlar versinler.”

Bir medeniyet dili olarak salâ

Nidayi Sevim, salânın tarihsel sürecinden ve salânın işlevlerinden bahsediyor.

“Salâlar, Türk mûsikisi literatüründe daha ziyade dinî mûsikinin cami mûsikisi formları arasında gösterilir. Ancak tekkelerde ve çeşitli dinî-tasavvufî toplantılarda bazen bir kişi tarafından, bazen de toplu olarak bir kısmı besteyle, bir kısmı irticâlen okunan salâların epey yekûn tuttuğu kaynaklarda yer alır. Şair ve yazarlarımız sâla temasını eserlerinde severek kullanılmışlardır. İşte Yunus Emre’ye ait bir dörtlük: “Aşkın pazarında canlar satılır / Satarım canımı alan bulunmaz / Yunus öldü deyu selân verirler / Ölen beden imiş, âşıklar ölmez” Nuri Özcan adı geçen makalesinde Salâ’nın tekkelerde “çağırma, davet etme” anlamında da kullanıldığını, Mevlevî dergâhında yemek vakti geldiğinde somatçılık hizmetini yapan can, mevlevîhânenin orta yerinde “lokmaya salâ!” diye bağırdığını, mukabele vakti geldiğinde dış meydancının her hücrenin kapısını vurup “destûr, tennûreye salâ yâ hû!” diyerek mukabeleyi haber verdiğini zikreder.”

Mustafa Uçurum


 

YORUM EKLE
YORUMLAR
M. Nihat MALKOÇ
M. Nihat MALKOÇ - 5 yıl Önce

Dergileri çok güzel özetlemişsiniz. Faydalı bir çalışma olmuş. Teşekkür ederiz.