Kasım 2018 dergilerine genel bir bakış-2

Yolcu, Şehir, Şiar dergilerinin Kasım 2018 sayıları hakkında Mustafa Uçurum yazdı.

Kasım 2018 dergilerine genel bir bakış-2

Bir ülkenin tapusudur harita

Yolcu dergisinin 91. sayısı çıktı. Bu kez kapaktan “Parası olmayan çocuklar da düdük çalsın” diye sesleniyor Yolcu.

Dergiden ilk olarak Selçuk Küpçük’ün Aydın Hız ile yaptığı söyleşiden paylaşım yapmak istiyorum. Aydın Hız çıkardığı iki roman ile kendi okuyucu kitlesini oluşturmayı başarmış bir yazar. Büyük emek var Hız’ın romanlarında. Alt yapısı ve kurgusu yoğun bir içeriği barındırıyor. Selçuk Küpçük’ün ufuk açıcı sorularıyla okuyucular Aydın Hız’ın yazı dünyası ile daha yakından tanışma fırsatını da yakalamış olacaklar.

“Romanlarımdaki karakterlerim tanıdık ve tarihe mal olmuş önemli kimseler. Birinde Hallac-ı Mansur'u, diğerinde ise İbn Arabi'yi merkeze alarak kurguladım romanlarımı. Fakat benim çalışmalarımın merkezinde salt biyografik bir özellik yer almıyor. Dönem romanı olmasını daha çok önemsiyorum. Ya da anlattığım kişileri yaşadığı çevrenin içinde görmek ve o imkânların veya imkânsızlıkların içinden okumak istiyorum. Döneme ait sosyal yaşamın izleri, siyasi meseleler, ekonomik hayata dair ayrıntıları kullanıyorum. Bunun için uzun ve yoğun bir araştırma süreci yaşıyorum.”

“Romanın ilk bölümünde de belirtildiği gibi, harita asla bir haritadan ibaret değildir. Çizgilerinde bütün bir geçmişin izlerini bulmak mümkündür. Harita siyasi bir gerçeğin ötesinde, bir medeniyetin düşlerini de taşır çizgilerinde. Ortaçağ'da bir haritaya sahip olmak demek, bir dünya tasavvuruna sahip olmak demekti. Bir ülkenin tapusudur harita. Suriye'de kaybolan tarihi haritaya Türkiye'nin sahip çıkmasını bu çerçeveden okumak gerekir.” 

Kemalettin Kamu’yu tanıyalım

Gökhan Akçiçek Yolcu dergisinde Kemalettin Kamu hakkında kaleme aldığı bir yazısı ile yer alıyor. İnce ayrıntılara dokunan, Kamu’yu birçok yönden ele alan bir yazı bu. Şiirleri, düşünce yapısı, kitapları, siyasi yaşantısı gibi birçok konu karşımıza çıkıyor. Dergilerde bu türden hazırlanmış yazılara çok ihtiyaç var.  Ben yazıdan birkaç paylaşım yapmak istiyorum.

“Kamu, kedileri ve çocukları çok sever… Uçağa binmekten korkar. Hatta bir keresinde Nurullah Ataç'ı da uçak yolculuğundan vazgeçirmeye çalışır. Aynı sohbete katılan Yahya Kemal, bir ara tarih bilmenin öneminden bahseder. Kamu ise, dünün değil bugünün değerli olduğunu söyler. Edirne milletvekili Mehmet Enginün'ün aktardığına göre: Yahya Kemal, tarih bilmenin iyiliklerini söylüyor. Kemalettin de dünü bırakıp bugünle uğraşalım demektedir. Tartışma sonuçsuz kalırve Yahya Kemal, Ataç'ın da hak verdiği anlaşılan şu cümleyi sarf eder: böyledir bunlar (…) tarihi de kabul etmezler tayyareyi de.”

“Kemallettin Kamu, soyadı kanunu çıktığında Paris'tedir. Abisi Hüsnü Bey ile soyadı üzerine ortak bir karara varamazlar. Ağabeyi -Uluğ- soyadını alır. Şairin, Bingöl Çobanları şiirinden olsa gerek önce Bingöl sonrasında ise Bingöl'ü değiştirerek Kamu soyadını aldığı tahmin edilmektedir. Çünkü o dönemde yazılan şiir antolojilerinde şairin adı Kemalettin Kâmi Bingöl, diye geçmektedir. Fakat -Kamu- soyadını almasında içinde yaşadığı millete ait olduğu duygusunu perçinlemenin yanı sıra, çok gerçekçi olmasa da benim aklıma başka bir ihtimal daha geliyor. Acaba, -o esmer- kızın adı Kâmuran mıydı? Benimkisi sadece masum bir tahmin sayılır. Edebiyat tarihçilerine bu manada haklı bir görev düşüyor.”

Yolcu’dan üç şiir

bıçak kesiği gün; peşinde hareler

hareler içre çiçekler

kır çiçekleri

aydınlık karanlığı yenebilir

dedim korkma, bir adım daha

yollar hak, gitmek başa bela

ayaklarımda azim, ayaklarımda şifa

'dönersem eğer'

dedim dönme bir daha

Zeynep Turan

Nasıl içlisin öyle akşam rüzgârı bilir

Rüyasında Âdem’in kanayan diş izleri

Ayna sende arınır, ateş sende sevilir

Yürüyüşünle besler her ırmak denizleri

Mehmet Aycı

ah!.. sevdiğim

aydınlanmaya ihtiyacım yokmuş öğrendim

beni sevsen yeterli

gülümse bana

tut elimi

ışıyan gözlerle bak...

Bülent Sönmez

Fatma Bacı’yı tanıyalım

Şehir dergisinin 23. sayısından ilk paylaşımım Prof. Dr. Mustafa Keskin’e ait. Kültürümüzün çok önemli bir parçası olan ahilik kültüründen ve bu kültürün çok da bilinmeyen bir yönü olan kadın esnaflardan bahsediliyor yazıda.

“Selçuklu ve Osmanlı tarih metinlerinde, sadece Âşıkpaşaoğlu’nun Tevarih-i Âli Osman’ının 158. kısmında “Bu Anadolu’da misafirler ve seyyahlar arasında dört tayfa vardır ki bunlar Anadolu Gazileri, Anadolu Ahileri, Anadolu Abdalları ve Anadolu Bacıları diye anılır.” denilmektedir. Bir Türk kurumu olan Ahiliğin bünyesinde kadınların bulunup bulunmadığına dair bilgi mevcut değildir. Eli, gönlü ve sofrası açık olan, konuklarına lütuf ve merhametle muamele ederek sevgi gösteren, ikram hususunda pek cömert olan Ahiler yanında, “Baciyan-ı Rum” başlığı altında farklı bir zümreden bahsedilmesi, mahiyetini bilmemekle beraber, bunun varlığının kanıtıdır.”

Daha sonra Fatma Bacı ve yaptığı çalışmalara geçiyor Keskin.

“Fatma Bacı’nın faaliyetleri Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fark edilmiş, desteklenmiş ve bugünkü Talas Caddesi’nin batı tarafında kalan Dabakönü Mahallesi’nde onlara büyük bir çarşı inşa edilmiştir. Burada dericiler, dokumacılar, kunduracılar, demirciler, dülgerler, nakkaşlar mesken tutmuş ve her esnaf kendi işyerinde çalışmaya ve üretim yapmaya başlamıştır. Yine Aşıkpaşazade’nin verdiği bilgilere göre bir müddet Kayseri’yi geçiş noktası olarak kullanan Hacı Bektaş-ı Veli’nin de Hatun Ana da denilen Fatma Bacı’ya manevi bağlılığı söz konusudur. Nitekim Velayetname’de Fatma Bacı, Kadıncık Ana, Fatma Ana olarak ismi geçer.”

Bedesten var bedesten içinde

Mehmet Karaaslan bedesten kültürünü anlatıyor yazısında. Tarihimizin bir parçası olan bedestenlerden bahsedilen yazıda bedestenlerin sadece alışveriş yapılan mekânlar olmadığını, insanların yardımlaşmayı ve kardeşliği öğrendikleri bir huzur mekânı olduğunu öğreniyoruz.

“Bir şehrin çarşısı o şehrin insanının her bakımdan ortak paydasıdır. Sadece iktisadi anlamda değil, o toplumun dini, ahlaki, siyasi yanının da tezahür ettiği yerlerdir. Bu yanıyla bizim çarşılarımız kültürel boyutumuzun da göstergeleridir. Bir şehrin insan yapısını, kültürel dokusunu, sosyal ilişkilerini çarşısında gözlemlersiniz. En küçüğünden en yaşlısına toplum çarşısında tebellür eder. Dolayısıyla çarşı bir eğitim öğretim mekânıdır da. Çocukluğundan itibaren babasının, dedesinin veya bir yakınının yanına çırak olarak gelen birisi kemalini orada bulur. Çünkü çarşı insanın makamdan makama terbiye yoluyla geçtiği mekânlardır. Bu anlamıyla çarşı Türk milletinde devletin, milletin ve şehrin kalbi ve merkezidir. Dualarla açılır, şükürlerle kapanır. Ticaretin de ötesinde herkesin birbirine yardım ettiği, birbirine destek verdiği, eksiklerini giderdiği mekânlardır çarşılar, hanlar, bedestenler.”

“Bedesten Osmanlıların Kayseri’de yaptığı ilk çarşı binası olarak kabul edilir. Kayseri Bedesteni, Ulu Caminin (Cami-i Kebir) hemen yanında ve hanların arasında olan, üzerinde inşa kitabesi bulunan bu türden nâdir eserlerdendir. Bedesten, H. 903/M. 1497 tarihinde Emîr Mustafa bin Abdülhay tarafından geliri oradaki mescidine harcan - mak üzere yaptırılır. Kayseri Bedesteni de Galata ve Kastamonu’dakiler gibi kare plânlı olup ortada dört pâyesi vardır. Bölümleri eşit pandantifli dokuz kubbe ile örtülmüş muntazam bir yapıdır.”

Büyük Türk şiiri deyince gözleri dolan şair

Şiar dergisi 19. sayısını çıkardı. Dergiden yapacağım ilk paylaşım Süleyman Unutmaz söyleşisine ait. Serap Kadıoğlu gerçekleştirmiş söyleşiyi.

Süleyman Unutmaz mutlaka okunması gereken şairlerdendir. Eğer günümüz şiiri ile hemhal olmak gibi bir muradı varsa kişinin listesine Süleyman Unutmaz’ı eklememişse o listenin önemli bir ayağı eksiktir diyebilirim. Şiirini gür sesiyle kuran bir şair Unutmaz. İmgesini yaşadığı topraklardan alıyor. Yani yerli bir sesi var. Söyleşiyi okuyanlar görecekler ki bir şairin dünyasına girer girmez şiirler karşılayacak sizi. Her anı şiirle kuşatılınca şairin büyük Türk şiirinin bir parçası olmak gibi bir bahtiyarlık da gün gelince yerini buluyor.

“Hem dergilere hem kitaba bakış açısı değişmeli. Her şeye para harcayan insan, iş kitaba ve dergiye geldiği zaman iki paket sigara parası için pahalı diyor. Dergiler de kitaplar da pahalı değil aslında. Hatta daha pahalı olmalı. Ucuza kıymet verilmez.”

“Ben Büyük Türk Şiiri deyince gözleri dolan biriyim. Bu ülkede yaşıyor olmanın bütün tarihi şiirimizde mevcut. Dünyada bizim şiirimizin ayarında bir şiir yoktur. Buna yürekten inanınca kim olduğunu ve neye mensup olduğunu anlamış oluyorsun.

Ben hep sessizce yaşayıp öleceğim bir hayatın içinde oldum. Dahası kendimi yazmak için bir araç haline getirdim. Ya da burada iradi bir tasarruf yoktu. Evet, doğrusu bu. Şiir yazmak da kaderse demek bunda Allah’ın takdiri var. Bunu anlayınca ne yaptığımı daha iyi anladım.”

Bilincin kapısından dünyaya bakmak

Hayrettin Orhanoğlu kapılardan geçerek çıkacağımız aydınlık yolun haritasını sunuyor bizlere Şiar’da. Aslında kapıları doğru açmanın önemine değiniliyor yazıda. Doğru açılan bir kapının insana sunacağı güzellikler de şairler ve şiirler eşliğinde veriliyor.

“Kapının dışa açılan tarafı hayatı, içe açılan yanı ise ölümü çağırır. İlk kapı, sığınmayı, korkuyu, kaçışı, ertelemeyi ve belki de umutsuzluğun hikâyesini barındırırken dışa açılan kapıda bizi yeni başlangıçlar, umarsızlık, kabuk değiştirme ihtiyacı bekler. Dolayısıyla kapı, geniş bir imge evreni açar bize.”

Daha sonra Orhanoğlu şairlerin kapılara uğrayan şiirlerinden örnekler vererek devam ettiriyor yazısını. Bedri Rahmi Eyüpoğlu, İlhan Berk, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Hilmi Yavuz, Sezai Karakoç ve İsmet Özel’in şiirleri ve bu şiirler üzerine değiniler var yazıda.

Duvarı karşılaştırsak karşılaştırsak
kapıyla karşılaştırırız ancak.
Duvar gibi o da kendini saklar.
” ( İlhan Berk)

kapılarda bıraktılar her şeyleri her şeyleri
ey üzünç yalnız bir seni mi aldılar içeri
” ( Turgut Uyar)

Her kapıyı ölüm kapar, ölüm açar.” ( Sezai Karakoç)

Şiardan beş şiir

kalabalıklardaki yalnızlığı bağışladın bana
bir oğul bir ocak bağışladın
güvendin emanet ettin sevdiklerini sevdim

Orhan Tepebaş

Çektin kuyulardan oyuklarla
yoktu ve var ettin
bilmediğin bir güle dokundun
soldu

talihin

Cihan Adıman

Biraz ölsem diyorum
Duymasam hiç bazı haberleri
Sevmekten yorulan ırmaklara gömülse adım
Bambaşka bir tene bürünse bedenim
Beyaz olmasa mesela tenim

Serap Kadıoğlu

yol yorgunuyum geceden çıkmak öyle kolay değil
kurşun geçirmeyen son gecede yaşamaya can atan
dilimin ucundakilerle oynuyor bahar toprak sahada
bizi gölgesinde pişiriyor iç avluda kaynayan kazan

Arif Mete

Ses verdim Ali’ye

Başka diller tutulsun
Eğirip duruyorum sonbaharı
Turnaların göçüyle

Uzaklar neymiş bildim

İsmail Karakurt

Mustafa Uçurum

YORUM EKLE