Ayasofya’da Kudüs vurgusu
Ayasofya dergisi Kasım-Aralık 2017 tarihli 20. sayısında da duyarlılıklarını ön planda tutmaya devam ediyor. Bu, bir dergi için önemli bir ayrıntı. Çizgisi olmak ve her yeni sayı ile birlikte bu çizgiyi koyultmak istikrarlı bir ivmeyi işaret ediyor.
Mahmut Erol Kılıç: Kudüs ortak hedefimiz olmalı
Kudüs üzerine ne okursak okuyalım içimizde en küçük bir bıkkınlık olmuyor. Her yeni cümle biraz daha yeniliyor içimizdeki Kudüs sevdasını. Mahmut Erol Kılıç, Ayasofya dergisinin 20. sayısında Kudüs üzerine kaleme aldığı yazısına Araplar arasında bir türlü sağlanamayan ittifaktan bahsederek giriş yapıyor. Arapların ve genel anlamda Müslümanların birleşememe konusuna yaptığı tespit asırlık yaralarımızı ifşa ediyor: “Araplar, umumi olarak da Müslümanlar kendilerini birleştirecek yüksek esaslardan uzaklaşıp düşük, süfli meselelerle tıkanıp kaldıklarından gerek dini gerekse siyasi konularda bir türlü ortak hareket edemez hale geldiler.”
Mezhepçilik, ırkçılık, taifecilik gibi hastalıkların gündemde tutulmasının da aradaki ayrılıkları büyüttüğünü belirtiyor Kılıç. Yapılması gereken, Müslümanların ortak hedefler belirlemeleri. Mesela Kudüs. “Kudüs bizi birleştirsin; tıpkı Selahaddin’in Türk’ü, Arap’ı, Kürd’ü, Fars’ı bu uğurda birleştirdiği gibi.”
Mescid-i Aksa için bir şey yapmak
Prof. Dr. Abd al-Fattah El-Awaisi,Mescid-i Aksa meselesine içten bakan bir isim. Beytül Makdis sınırları içinde doğan ve üniversite eğitimine kadar o topraklarda yaşayan, İsrail’in her türlü zulmüne maruz kalan El-Awaisi, yazısında Mescid-i Aksa için neler yapılabileceğini madde madde anlatıyor.
Altı adımda da bir direniş ve direnişi bileme var. “Tepki vermekten vazgeçip, nöbetini tutmaya çalıştığın cephe vasıtasıyla tepkiye yol açan fiil üretmeye çalışmak.” İlk adımdan başlayan bir hareketlilik yazının tümüne hakim.
Başkalarını değil kendini harekete geçirmek, siyasi güçlere sık sık hatırlatmalarda bulunmak, ümitsizliğe ve hayal kırıklığına yer vermemek ve bütün bunları bir süreliğine değil bir ömür benimsemek.
Sedat Anar ile söyleşi
Bir Sedat Anar müziği dinliyorsanız kendinizi yaşadığınız zamandan ve mekândan uzaklaştırıp çok eski zamanlara ve uzak coğrafyalara seyahatte hissedebilirsiniz. Kendi bestelerini yapan, divan edebiyatına hâkim, santur, tenbur, dutar, erbana, tarp ve bağlama icracısı olan Anar, İran’da geçirdiği yıllarda müziğini zenginleştirmiş ve özgün bir sanatçı olarak yoluna devam ediyor.
Muhammed Said Çimen ve Bülent Özdaman, edebiyat ve müzik merkezli bir söyleşi gerçekleştirmiş Anar ile. Müzikle olan sıkı bağını Mevlana’nın ve Yahya Kemal’in rehberliğinde paylaşıyor Anar. Mevlana’nın “Susuzun suyu aradığı gibi su da suyu arar.” ve Yahya Kemal’in “Ya Rab bana bir ses yaratan kudreti ver” sözleri, ardına düştüğü sesin çağrısını yapmış Anar’a.
“İnsanı Allah’tan uzaklaştırmayan müzik” ifadesi ile tasavvufla olan yakınlığından açarak müziğin insan ruhunda açacağı yeni pencerelerden bahsediyor ve ekliyor Sedat Anar: “Bir kişi bile müziğimle birlikte Niyazi-i Mısrî hazretlerini tanırsa ne mutlu bana.”
Altı albüm sahibi Sedat Anar. Bütün besteler kendisine ait. Yeni projelerinden de bahsediyor. Hüsn ü Aşk müzikali, Mevlana’nın şiirlerini bestelemek ve modern şairlerin şiirlerine beste yapmak yeni projelerinin sadece birkaçı.
Kaybolmaya inananlar için içimizin kovuğu
Ayasofya dergisinin şiirleri derginin dinamiğine denk bir canlılıkta. Bu da dergiye güç katıyor. Ben Harun Yakarer’in “Kaybolmaya İnananlar İçin İçimizin Kovuğu” şiirine dikkat çekmek istiyorum.
Tezatları olan bir şiir bu. Uzak ve yakın iç içe şiirde. Karanlık ve aydınlık yan yana. Şairin tercihi karanlıktan yana: “Edison çok sıkıcı, sayesinde şehirler aydınlık.”
Akıcı bir söyleyiş ve çarpıcı dizeler var Yakarer’in şiirinde. Şiir ki durağanlığı kaldırmaz. Şiiri okurken bir anda sarsılmalı okuyucu. Şiirdeki dizeler böyle: “Beğendim yerimi / İki kişi sığmaz nasılsa diyorum minicik bir gözyaşına.”
Şehir ve Kültür’de medeniyet vurgusu
Şehir ve Kültür dergisi yaşadığımız topraklardan başlayarak dünyanın birçok noktasına kadar uzanan bir zenginlikle şehirlerin ve kültürlerin nabzını tutmaya devam ediyor. Derginin Kasım 2017 tarihli 40. sayısında genel yayın yönetmeni Mehmet Kamil Berse “Medeniyetimizin temeli sağlamdır” başlıklı yazısıyla kısa bir edebiyat tarihi özeti sunuyor okuyucuya. Kaşgarlı Mahmut’tan günümüze edebiyatın, sanatın, kültürün serpilip büyüdüğü bu coğrafyada her zaman bereketini koruyacak medeniyet yapısından bahsediyor.
Nazif Gürdoğan: Kentlerde tekdüzelik ve sıradanlaşmak
Son zamanlarda temel konularımızdan oldu şehirlerin hal i pür melali. Herkes rahatsız. Binalar yükseliyor şehirlerin merkezinde, yaşam alanı denen ferahlık gün geçtikçe daralmaya başladı ama sıkıntı büyüdükçe atılacak sağlam bir adımı görememek daha da karanlığa sürüklüyor hepimizi.
Nazif Gürdoğan, dünyanın yaşadığı hızlı kentleşmeyi “Kentlerdeki hayat; büyük bir araba fabrikasındaki iş düzenine dönüştü. Fabrikalar için geliştirilen ve insanın iç dünyasını göz ardı eden, üretim ve yönetim teknikleri kentlerde de uygulanıyor.” şeklinde ifade ediyor.
Kentleşme, sanayileşme kavramları üzerinden yiten insan yanımıza dikkat çekiyor Gürdoğan. Sorunları sıralıyor ama çözümü de sunuyor bizlere: “Kentleri sorun kaynağı olmaktan çıkarmak için, ‘ya bilgi ya bilgelik’ diyen mühendis ve mimarlara değil, ‘hem bilgi hem bilgelik’ diyen mühendis ve mimarlara ihtiyaç var.”
Fahri Tuna’dan Aliya yüzlü şehir
Fahri Tuna Bosna yazılarına devam ediyor. Bosna üzerine ne kadar yazı okursak Bosna’nın bizden bir parça olduğunu daha iyi anlıyoruz. İçimizdeki Bosna sevdası her yazı ile daha da pekişiyor. Aliya’nın Bosna’sını anlatıyor Fahri Tuna. Mücadelenin, ayakta kalmanın diğer bir adı olan, Fatih’in hediyesi olan Bosna.
Yer yer keyifli yer yer içimizi burkan cümlelerle bizlere Bosna turu attırıyor Fahri Tuna. İçimizde gitme arzusu her cümle ile biraz daha depreşiyor. Siz siz olun, yolunuzu Sarayevo’ya düşürün. Aliya İzzetbegoviç’in ve binlerce Boşnak şehidin kabirlerinin bulunduğu Sarayevo Mezarlığı’na uğrayıp Fatiha’nızı okuyun, inip aşağıda Gazi Hüsrev Bey’de namazınızı eda edin, Çevabi ve Boşnak böreğini tadını çıkara çıkara midenize uğurlayın.
Hayy’dan Hû’ya Nusret Özcan’ı özlemek
Şehir ve Kültür dergisinin 40. sayısında bir de Nusret Özcan yazısı var. Yazar; Sabri Gültekin. Nusret Özcan ancak böyle güzel özlenir dedirten bir yazı olmuş bu. Cümleler arasında ilerlerken sanıyorsunuz ki bir anda Nusret Özcan satır arasından sıyrılıp yanı başınıza gelecek. Selam verecek size, güneşte ışıldayan sakalları ile mütebessim bakacak yüzünüze.
Dostlar meclisinin İstanbul’da düzenlediği “Hayy’dan Hû’ya Nusret Özcan” programına ait izlenimlerini aktarıyor Gültekin. Programda Nusret Özcan’ın eşi Mualla Hanım’ın sözleri geceye düşülen unutulmayacak bir söz olarak asılı kalıyor gökte: “Ona sizlerle çok vakit geçirdiği için sitem ederdim. Söz uçar yazı kalır diyerek yazması yönünde çok ısrar ederdim. Meğer ne kadar yanılmışım. Söz uçsa da bir yerlerde kalıcı iz bırakırmış. O bizlere ahde vefayı, sizin gibi güzel dostları bıraktı.”
Yolcu dergisi: Dünyaya gelmek saldırıya uğramaktır
Yolcu dergisi kapak fotoğrafları ve sözleri ile zihinlerde yer etmeye devam ediyor. 85. sayısı da bunun bir örneği. Saldırıya açık bir yürekle dünyaya gelmek ve yaşamak bu çağda hepimizin makus talihi. Kurtulmak için bir şey de yapamıyor insan. Kuşatma devam ediyor.
E. İbrahim’in şiiri kapağın bir zeyli olarak yer alıyor dergide. “ve lütfen biraz merhamet şu açılmış yaraya” derken şair, kırbasında serinlikler taşıyarak düşüyor yola: “belki bir tutam bir nefes / her ne ise dolacak olan kırbana”
Eyleme ve sabra meyilli bir şiir bu. Sesi yüksek ama bir o kadar da sakin. Şair sözünü dünyanın ortasına bırakıyor, tüm insanlar için: “madem dünyaya gelmek açık olmaktır saldırıya / lütfen biraz merhamet şu açılmış yaraya”
Necdet Subaşı söyleşisi orta sayfada
Yolcu’nun bir özel yanı da orta sayfa söyleşileridir. Esaslı söyleşiler okuduk Yolcu’dan. 85. sayının söyleşisi Necdet Subaşı ile yapılmış. Ali Bedir’in soruları ile.
İslam, hayat, imam hatipler, ilahiyat, siyaset derken kısa ama zihinde tat bırakan bir söyleşi karşılıyor bizi. Necdet Subaşı’ya ait bir metin okuyorsanız kendinizi çoklu bir açılıma hazırlamanız gerekir. Sadece edebiyat değildir gönlünüzü gezdireceğiniz mecra. Cümleler alıp sizi çok uzak diyarlara götürebilir.
“Alevi açılımı”, “dindar nesil” konularına da değiniliyor söyleşide. “Alevi sorununun bilinebilir bir evrene çekilmesi için oldukça açık ve geniş tabanlı bir süreç yaşandı.” ifadesiyle Alevi sorununun Türkiye gündeminde olduğuna dikkat çekiyor. Bu çalışmaların içerisinde bulunan bir isim olan Subaşı’nın bu tespiti çok önemli. Ve ekliyor Subaşı. “Aleviler her yerde ve okulda ‘ama’sız ve ‘fakat’sız kendilerinden söz ediyorlar.”
“Dindar” kelimesine yüklenen negatif anlamların aksine bu ifadenin içinin doldurulmasının gerekliliğini de vurguluyor Necdet Subaşı: “Dindar ifadesine negatif bir içerik kazandıranların aksine dinle barışık, ona karşı saygılı ve referans dünyasında onu da hatırı sayılır ölçüde dikkate alma kastediliyor olmalı. Laikçi siyasetin dini tecrit etmekle sonuçlanan radikal yönelimlerine karşı onu yeniden hatırlamayı önceleyen ve tabii ki telafiyi de gündeminde tutan canlı bir talepkârlık sonuçta.”
Adem Turan’dan “Ağır Kapı” şiiri
Yolcu dergisinin metinleri gibi şiirleri de sorgulayıcı bir kimliğe sahip. Adem Turan’ın “Ağır Kapı” şiiri yıkık şehirlerden dünyaya bakan bir şiir. Adem Turan’ın duyarlı duruşuna yakışan bir şiir: “Sokağın iki ucu da tutulmuş / Ateşe verilmiş şehir boydan boya / Yeryüzü kasten boğulmuş / Ayaklar altına alınmış onuru”
Yaşadığı vakitlere şahit olacak cümleler ve dizeler kurmak, kalemi kendine yâr eyleyenlerin şairlik ve yazarlık vasfını pekiştirir. Kalıcı olmaktır esas olan. Adem Turan “Ağır Kapı” şiiri ile mazlumların yanında olduğunu haykırıyor dünyaya: “Şiirini al, sokağa in / Şehrin iki ucuna doğru yürü / Çarşılar çökmüş, halk acılı / Göster gücünü, heybetini anlat!”
Eyyüp Akyüz’den Cuma hutbesi tavsiyeleri
Dergide Cuma hutbelerinin tekdüzeliğinden yakınan Eyyüp Akyüz, edebiyat ve düşünce dünyamızdan birçok ismi hutbede hayal ediyor ve birer cümleyle de olsa onların dilinden ve yüreğinden hutbeler paylaşıyor bizimle.
Atasoy Müftüoğlu'nu minberde hayal ediyorum: “Cami inşa etmeden önce bilinç inşa etmeliyiz!”
Kemal Sayar ruh hassaslarını tedavi ettikten sonra reçete yazıyor: “Ahlak, başkalarının acıları için de harekete geçmeyi gerektirir.”
İbrahim Tenekeci şükür makamında: “Allah'a bizi ölümle tedavi ettiği için şükretmeliyiz. Yoksa hepimiz hırs kanseri olurduk.”
Cahit Koytak amin dedirtiyor her dize sonrası: “Beni bana aldattırma Allahım!/ Muhtaç etme, rüsva eyleme beni!”
Nasip oldu çıktı Şiar
13. sayısına ulaştı Kasım sayısıyla Şiar dergisi. “Nasip Oldukça Çıkan Dergi” Şiar’ın umuyorum ki nasibi hiç kapanmaz.
Şakir Kurtulmuş söyleşisi
Serap Kadıoğlu,13. sayıda Şakir Kurtulmuş ilebir söyleşi gerçekleştirmiş. Şakir Kurtulmuş’un son birkaç yıldır hızına yetişmek imkânsız. Bol bol maşallah’ı hak edecek bir performans sergiliyor. Kaybolup giden yılların öcünü alıyor desek yeridir.
Edebiyatla olan münasebetinden bahsediyor Kurtulmuş. İlk çıkardığı gazete olan Fecir’den ve Fecir’in hayatındaki yerinden bahsediyor. İsim babası Ahmet Kot olan duvar gazetesi Fecir’in çıkış hikâyesini ve gazetenin müdavimlerinin nasıl olup da arttığını anlatıyor içtenlikle. Öğrenci evindeki duvar gazetesi Fecir’in ilk okuyucusunun Atasoy Müftüoğlu olduğu notunu da paylaşıyor.
Mavera günleri, Cahit Zarifoğlu ile tanışma ve bu ortamlar hakkında bilgi veren Kurtulmuş, geçmişten günümüze yaşadıklarını, edebiyat çevreleri hakkındaki izlenimlerini de anlatıyor gözlemlerini de katarak.
Berat Demirci’den Kayı türküsü
Berat Demirci’nin yazısını Zaralı Halil’in “Akşam Olur Gölge Düşer Kayı’ya” türküsü eşliğinde dinlemekte fayda var. Yazının ana teması, Kayı boyunun Sivas’ın Hafik ilçesi ile olan bağları.
Hatırı sayılır Sivaslılardandır Berat Demirci. Kayıların Anadolu’daki uzun yolculuğundan bahsettiği yazısında Kayıların özellikle Sivas’la olan ilgisine vurgu yapmak istiyor. Erzurum-Erzincan yolculuğunun ardından Kayıların Sivas’tanda geçtiğini, hatta Gündüz Alp’in Hafik’te doğma ihtimalinin büyük olduğunu ifade ediyor. Bu tezini ispatlamak için de somut bir örnek veriyor: “Sivas Valisi ve pek değerli bir devlet adamı Muammer Bey, durup dururken bir Osman Bey büstü yaptırmaz.”
Kötü adam Erol Taş
Şiar’ın sinema sayfasında Oğuzhan Ceylan bir Erol Taş biyografisi ile okuyucunun karşısına çıkıyor. Keyifle okunacak bir yazı olmuş. Erol Taş’ın “Sinemada kötü adam olmak kolay bir iş değil, ben zoru başardım.” sözünü yazının başına alıp bizlere kötü adamın iyi kalbini göstermek istiyor Ceylan.
Sinemada Erol Taş ve gerçek hayattaki Erol Taş var yazıda. İlk başrol oynadığı “Susuz Yaz”, iyi rollerde oynadığı “Ana” ve “Sürgün” filmlerine dair notlar da yazıda yer alıyor. Kötü karakterleri oynamasından dolayı kendisine ve ailesine yapılan saldırılar da anlatılıyor yazıda. Bir filmin galasında kendisine taş atan izleyicilere verdiği cevap da manidardır: “Siz bana taş atmıyorsunuz aslında, ekmek atıyorsunuz.”
Erol Taş’a dair daha birçok ayrıntı Şiar dergisindeki Oğuzhan Ceylan’ın yazısında okuyucuları bekliyor.
Hüseyin Akın’dan “Bana Bak Sait” şiiri
Bir Hüseyin Akın şiiri karşılıyor bizi Şiar’da; “Bana Bak Sait”. Bir dergi için bu iyi bir haberdir. Hüseyin Akın şiiri okumak ruha şifa bir seyahat gibidir.
Hizaya girmeyi, hayatın gürültüsünden bir anlık da olsa uzak kalmayı salık veren bir şiir bu. Şair Sait’e seslenir ama sesi bütün insanlara dokunur: “Ben kendim yazar kendim okurum / Durup durup kendimi okurum / Boş ver gururu kırık aynaların ardından bakmayı / Bana bak Sait!”
Mustafa Uçurum