Merakla takip ettiğimiz Nihayet dergisi, birinci yılını tamamlamış. Nice güzel sayılara efendim... Birinci yıl ‘kutlamalarını’ da Mevlid-i Şerif’le yapmışlar. Bunu duyduğumda ilk aklıma gelen “ancak Nihayet ekibi böyle bir kutlama yapabilirdi” oldu ve orada, yanlarında olmak istedim. Bu samimiyetlerini kaybetmemeleri dileğiyle…
Kaç zamandır aklımda, eli kalem tutan vicdan sahipleri mülteci meselesine bir el atsa diye. Mevzu hiç konuşulmuyor değil, aksine çok konuşuluyor. Çok konuşunca da haliyle çok hata yapılıyor. Tüm bu kelime yığınının içinde Nihayet dergisinin Ocak sayısı sadra şifa gibi geldi.
Fatma Barbarosoğlu’nun “Editörden” yazısı, konuya duyarlı ve itinalı bir çerçeve çiziyor: “Nihayet’in bu sayısını hazırlarken dengeli ve itinalı bir dil üzerinden yol almaya gayret ettik. Mülteci bahsinin sadece içinde yaşadığımız dönem ile sınırlı kalmaması için, bu toprakların mültecilere kucak açan halini hatırlamak için geçmişi de dâhil ettik.”
Dergi tam da vaat ettiği gibi ilerliyor. Gerek dengeli diliyle, gerek zamansal çizgisiyle, bizi çok çok yakından alakadar eden mülteci meselesini hiç alışkın olmadığımız bir yerden sunuyor. Alışkın olmadığımız diyorum çünkü biz, mülteciler mevzu ise ya acıklı bir dile ya da aşağılayıcı bir üsluba aşinayız. Nihayet dergisi bu çemberin dışında kalmayı başaran bir dil tutturmuş.
Sosyal hayatta mülteciler
Ben ilk defa Suriyeli vatandaşları, sosyal hayatlarında okuma fırsatı buldum. Şeyma Kaya’nın röportaj yaptığı Suriyeli genç Hakam’ın endişelerini anladım, Şerife Slocum’un röportajındaki Hacer Hanım’ım teslimiyetine hayran kaldım, Süveyda Aktürk’ün röportaj yaptığı Rana Hanım’ın tavsiyelerini can kulağıyla dinledim. Betül Şatır’ın röportajındaki Kevser Hanım’ın çabalarına şahit oldum. Onların hayatlarına standart bir Türk olarak ilk defa dâhil oldum. Onlarla aynı duyguları paylaştım, bu açıdan röportajlar çok başarılıydı. Bu röportajlar içimizdeki Suriyelilerin göremediğimiz yüzleriydi.
Ama bir de içimizde olmayan Suriyeliler var. Kamplardakiler... Onların izini dergide pek süremiyoruz. Onlara da bir bölüm ayrılsın isterdim Nihayet’te. Şehirli Suriyelileri anlamamız çok önemli ve özeldi ama kamplı Suriyelilerden bihaberiz.
Can yeleği bahsi
Derginin ilk sayısından beri, merakla beklediğim ve keyifle okuduğum eşyaların hikâyesi yazıları, bu ay benim için çok sarsıcıydı. Aykut Ertuğrul’un eşya olarak seçtiği ve anlattığı can yeleği, dramın ne derece büyük olduğunu anlamamı sağladı. Can yeleği boğazıma düğümlendi, dergiyi elimden bırakıp uzun bir süre bu ‘umut’ nesnesini düşündüm. Yazının görsellerini aşmam biraz zaman aldı. Boğazımdaki düğüm şefkat ve merhamete, selam ile yakınlaşmaya vesile olur inşallah.
“1 film, 3 kelime”, dergide çok iyi düşünülmüş bölümlerden biri fikrimce. Filmi daha önce izlediğim için, editoryal kadronun kelimelerini keyifle ve dikkatle takip ettim ama eğer filmi izlemeyen varsa yazılanları daha iyi anlama açısından önce filmi izlemesini tavsiye ederim. O zaman yazımı dergiden bana kalan bir kelime ile bitirmek istiyorum. Benim kelimem sorumluluk. Sorumluyuz efendim, gördüklerimizden, duyduklarımızdan sorumluyuz. Hele ki bu kadar içimizdeyse, içimizden sorumluyuz. Nihayet’e bize sorumluluklarımızı hatırlattığı için şahsım adına teşekkür ediyorum.
Semanur Özkan sorumluluğun ağırlığıyla yazdı