Derin Tarih dergisi, yakın tarihin karanlık sayfalarını aydınlatmaya devam ediyor. Bu vesileyle, çok önemli tarihî belgeleri de gün yüzüne çıkarıyor. Dergi, Haziran sayısında, 89 yıl önce bağımsız Kürt devleti kurmak üzere bir Kürt ayaklanması organize ettiği iddiasıyla 47 arkadaşıyla birlikte idam edilen Şeyh Said'le ilgili dosyayı açıyor.
Tarihçi yazar Mahmut Akyürekli'ye göre her şey hilafetin kaldırılmasıyla başlar. Şeyh Said, hilafetin kaldırılmasının akabinde Piran'daki hutbesinde, "Türklerle bizi birbirimize bağlayan bağ İslâm’dı. Mustafa Kemal (hilafeti kaldırarak) bu bağı kesti" sözüyle, karşı tavrını ortaya koyar. Cumhuriyet ilkeleri ve devrimleri, inanç ve geleneklerine bağlı halkı zaten tedirgin ediyordu. Hilafetin kaldırılması, adeta bir şok etkisi yarattı. Şeyh Said, Piran'a (Dicle), kardeşi Şeyh İbrahim'i ziyarete gittiğinde, kendisini ziyaret etmek isteyen büyük bir kalabalığın akınına uğrar. Bu kalabalık arasında birkaç firari mahkum da vardır. Firarileri yakalamak isteyen jandarma müfrezesine Şeyh İbrahim'den müsaade çıkmayınca bir çatışma olur. Şeyh Said, burada, istemese de devletle karşı karşıya gelmiştir.
Üç gün geçmeden de nacağını, baltasını alan halk sokaklara dökülür. Planlı programlı bir hareket olmadığından, bir denetimin sağlanması da imkânsızdır. Nitekim Elazığ'da yağmalama olayları yaşanmıştır. Bu olaylar esnasında kurulan İsmet Paşa hükümetinin ilk icraatı, bu olaylar üzerine Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarıp, isyan bölgesinde İstiklal Mahkemesi kurmak olmuştur.
Şeyh Said hadisesi Hilafetin kaldırılması üzerine çıktı
Şeyh Said bir ayaklanma başlatmamıştı, dinî hassasiyetleri, halkın onun etrafında birleşmesine sebep olmuştu. Mahkemedeki şu sözü, bunu çok açık ifade diyor: "Ben bu işin ne başında, ne sonundayım. Bir kere oldu. Kader!" İslâmî bir direniş veya karşı devrim şeklinde cereyan ettiğine dair yüzlerce vesika ve evrak olmasına rağmen, Şeyh Said olayı, yıllarca, maalesef Kürtlerin sindirilip bastırılması için ihanetlerine bir delil olarak kullanılmıştır.
Dergide, Şeyh Said'in bugün hayatta olan oğlu Şeyh Ahmet Fırat'la yapılan bir söyleşi de var. Tarihçi yazar Mahmut Akyürekli'nin yaptığı söyleşide Şeyh Ahmet, 1925'ten 1964'e, Demokrat Parti iktidarına kadar, yurdun değişik illerinde sürgün hayatı yaşadıklarını söylüyor. Fırat, "Sürgün sırasında Anadolu insanının bize karşı bir tepkisi olmadı. Yıllar sonra döndüğümüzde evlerimizi yakılmış olarak bulduk. Hemşehrilerimiz bize yardım etmekten korkuyorlardı" açıklamasında bulunuyor.
21. Dönem Diyarbakır milletvekili olan Abdülbaki Erdoğmuş da, Seyh Said ayaklanmasının temel nedeninin hilafetin kaldırılması olduğunu belirtiyor. O dönemde Kürtler için Hilafetin kaldırılması demek, "din elden gidiyor" demektir. Fakat sorunun başlangıç noktası olarak Cumhuriyet’in kuruluş yılını gösteriyor; çünkü Kürtler, kimlikleriyle Cumhuriyet projesine dâhil edilmemişlerdir. Osmanlı'nın 400 yıllık tebaası olan Kürtler, 1924 Anayasası ile yok sayılmıştır. Ve Müslümanlık, inkar edilen Kürt kimliğinin en vazgeçilmez öğesidir. Şeyh Said'in, idam sehpasına götürülürken dudaklarından dökülen sözler, hareketin amacını özetlemektedir: "Değersiz dallarda beni asmanızdan pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm, Allah (cc) ve İslâm içindir."
Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri de dergiyle birlikte hediye ediliyor
Derin Tarih dergisi, Haziran sayısıyla birlikte tarihî belge niteliğinde bir kitap da hediye ediyor: Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri -Sansürsüz Tam Metin-. Gerçekten, Atatürk'ün tam 11 yıl uşaklığını yapmış Cemal Granda'nın hatıraları, Çankaya Köşkü ve Dolmabahçe Sarayı'nın mahrem mekânlarında, çoğu yakın zevatın bile giremediği arka odalarında yaşananları olanca çıplaklığı ve sadeliği içerisinde anlatması bakımından yakın tarihimiz açısından çok önemli bir belge. Sizler için kitaptan iki anekdotu buraya almak istiyorum:
"Ben de sizin gibi bir insanım”
Atatürk, birkaç yakın arkadaşını da yanına alarak, dinlenmek amacıyla Sakarya motorunu Fenerbahçe'deki Belvü Gazinosu'nun açıklarına gizlice demirlemiştir. Fakat halk kısa zamanda haberini almış, Atatürk'ü görmek için sandallarla motorun etrafını sarmıştır. Bunun üzerine Atatürk, sandallardaki davetsiz misafirlere bolca içki ve yemiş ikram edilmesini emreder. Ardından kadehini kaldırarak, onlara hitaben bir konuşma yapar: "Vatandaşlarım... Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerlerdi. Ben açık içiyorum. Siz de benimle beraber içiyorsunuz. Karşılıklı içiyoruz. Hepimiz eşitiz. Benim için rakı içer, şunu bunu yapar diyorlar. Ben bunların hepsini yaparım. Hepsi doğrudur. Neticede unutmayın ki, ben de sizin gibi insanım. Sizinkinden bir fazla değildir yaptıklarım."
Kimse onun kadar güzel "Allah" diyemez!?
Cemal Granda, Atatürk'ün dini yönlerini açıklamak adına ise şunları söylüyor: "Oruç tutmaz, Ramazan’larda içki içer, fakat Kadir Gecesi ağzına katresini koymazdı. Kadir gecesi sofra bile kurdurmazdı. Saygısı büyüktü. Bazen mevlid dinlediği de olurdu. Sofrada Hafız Yaşar Bey'in mevlidini saygıyla dinlerdi. Mevlid'in Miraç bölümünde, ‘Göklere çıktı Mustafa’ denince gözleri yaşarırdı. Herkes çekilip yapayalnız kalınca, gökyüzüne bakar, kendi kendine ‘Allah’ derdi. Böyle güzel ‘Allah’ diyen adam yoktur."
Hüseyin Kahraman yazdı