İlim ve İrfan dergisi, Şubat ayında çıkan 30. sayısında günümüzde hiç dikkat etmediğimiz bir konuya, gıybete değiniyor. Bizlerin bugünlerde en az dikkat ettikleri bir çok husustan biri gıybet. Gıybet, kısaca üçüncü bir şahıs hakkında gıyabında konuşmaktır. Bu tanımın ardından gıybet edenler tarafından 'ama' ile başlayan bir sürü kendini savunma ve temize çıkarma ameliyesi örneğine rastlıyoruz. En bilindik cümle ise "ben yüzüne karşı da söylüyorum / söylerim". Biz de bir 'ama' ile başlarsak cümleye şöyle deriz: "Ama yüzüne karşı söyleyebildiğin şeyi gıyabında konuşmazsın." Zira üçüncü bir şahıs hakkında konuşulurken kullanılan ifadeler en temizinden bir eksiği üzerine odaklanılan sözler oluyor. Bunu elini vicdanına koyan herkes anlar.
Gıybetin en büyük tahribi
Gıybet, malâyani sözler içinde değerlendirilir. Malâyani kelimesini Türkçemize tam çevirelim: Faydası olmayan. Fakat bu kadarla kalmaz; faydasız, aynı zamanda zararlı bir eylemdir gıybet. Kendisine yaptığı bir hareket yüzünden kalbi kırılan kişi, bunu bir başkasına anlatıyor; "Falan bana böyle böyle etti" diye. Bu anlatışta hep kendi zaviyesinden olayı değerlendirdiği için, hakkında konuşulan kişinin üçüncü şahıs nezdinde itibarı zedeleniyor. Hatta bazı kereler rastgeldiğimiz gibi 'Dostumun düşmanı, düşmanımdır'ı andıran saçma bir düşünceyle üçüncü şahısta, gıybeti edilen kişiye karşı bir nefret kuşanıyor. Gıybetin yaptığı en büyük tahrip bu. Bu yüzden gıybet Müslümanın çokca dikkat etmesi gereken bir husus.
Birbiriyle dost ailelerden oluşan bir mahallede geçen televizyon dizisinde bir bölüm alttan alta gıybeti işliyordu. Herkes birileri hakkında başka birisine bir şeyler söylüyordu. Mahalle yaşanmaz bir hal alıyordu ve çeşitli musibetlere maruz kalınıyordu. Bu biraz absürt bir biçimde olsa da gıybete dikkat çekmesi açısından gayet yerinde bir uygulamaydı.
Öyle bir söz söyledin ki...
Gıybet hususunda Asr-ı Saadet'ten bugünümüze ulaşan bazı rivayetler bulunuyor. Bu rivayetlerden gıybetin ne olduğu ve ashab-ı güzinin gıybeti öğrenişleri görülebiliyor. Hz. Aişe validemiz gıybet hakkında şöyle buyuruyor: “Sakın biriniz diğerinin gıybetini yapmasın. Çünkü ben bir zaman Rasul-i Ekrem’in yanında ‘Falanca kadının eteği uzundur’ deyince, Rasulullah bana ‘Tükür, tükür!’ dedi. Ben de bir et parçası tükürdüm." Bir gün Hz. Aişe annemiz Sevgili Peygamberimiz'e Hz. Safiye annemizin boyunun kısalığından söz edince, Rasulullah Efendimiz, "Öyle bir söz söyledin ki" der, "denize karıştırılsa tadını bozar." Yine bir gün Hz. Aişe annemiz birinin taklidini yapınca Peygamber Efendimiz hiçbir insanın taklidini yapmaması yönünde validemize uyarı ve nasihatlerde bulunur.
Bu rivayetlerin ardından gıybet edenler, "Hz. Aişe annemiz bile gıybet etmiş, biz kimiz ki gıybet etmeyelim" demesin. Zira bu ilk önce Hz. Aişe annemize hakaret olur. Zira o devirde İslam'ın ana yasaları yeni yeni koyuluyordu ve bu gibi davranışlar ve konuşmalar o devirlerde normal konuşmalar kabilindendi. Hz. Aişe annemiz Efendimiz Aleyhisselam kendilerini uyardıktan sonra bir kere dahi gıybet etmemiştir. Fakat bu gün cahiliye devrinin üzerinden asırlar geçmiş, Müslümanlık bulunduğumuz toprakların köküne sirayet etmiş ve gıybetin kötülüğü, pisliği çeşitli şekillerde bir çok kere kulağımıza sokulduğu halde hâlâ ısrarla halimizi düzeltmiyoruz.
Gıybet zinadan daha kötüdür
Rasulullah Aleyhisselam bir gün gıybet hakkında ashabını şu şekilde uyarır: “Gıybetten kaçının. Çünkü gıybet zinadan daha kötüdür.” Ashab-ı Kiram Efendilerimiz hayret ederek "Gıybet zinadan nasıl daha kötü olur?" diye sorarlar. Peygamberimiz Efendimiz Aleyhisselam da şu şekilde cevaplar arkadaşlarını: “Zina eden kişi tövbe ederse, Allah tövbesini kabul eder, onu affeder. Halbuki gıybet eden kişiyi, arkasından çekiştirdiği kişi affetmezse Allah affetmez."
Gıybet hakkında yaşanan bir diğer olaysa bu kötü amelin iğrençliğini gözler önüne seriyor. Bir gün Peygamberimiz ashabına oruç tutmalarını ve her birinin kendisinden izin alarak iftar etmelerini söyler. O gün herkes oruç tutar. Akşam olduğu vakit birisi gelir ve “Ey Allah’ın Rasulü, günü oruçlu olarak geçirdim, müsaade edin de iftar edeyim" der. Sonra biri daha gelir, biri daha... Ve bir adam daha gelerek şöyle der: “Ey Allah’ın Rasulü! Ailemden iki genç kız bu günü oruçlu geçirdiler. Onlar sana gelip izin istemekten utandılar. İzin verin de iftar etsinler.”
İnsan eti yiyen nasıl oruçlu olur?
Allah Rasulü, o kızlara iftar etmeleri için izin vermez. Adam tekrar izin ister. Rasulullah izin vermekten kaçınır. Adam istediğini tekrarlayınca, Rasulullah Efendimiz şöyle buyurur: “Onlar oruç tutmadılar. Bütün gün gıybet ederek insanların etini yiyen kimse nasıl oruç tutmuş olur? Git onlara söyle, oruçlu iseler kussunlar.”
Adam, Rasulullah Efendimiz'in emrini kızlara iletir. İkisinin de ağzından pıhtılaşmış kan parçası çıkar. Adam Peygamber Efendimiz'e gelerek hadiseyi anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Varlığım kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, o parçalar karınlarında kalsaydı, cehennem ateşi onları yakacaktı.” buyurur.
Gıybet çeşitli açılardan ele alınıyor
Gıybetin sakınılması gereken çirkin bir iş olduğunu Asr-ı Saadet'ten günümüze ulaşan bu rivayetlerle müşahede ediyoruz. İlim ve İrfan dergisi, medya kanalları ve diğer vasıtalarla her geçen gün daha da yaygınlaşan bu günahın önüne geçmek adına güzel bir işe imza atmış bulunuyor. Derginin dosya konusu üzerine beş yazarın makaleleri mevcut. Gıybeti muhtelif açılardan ele alan bu beş yazının, gıybet hastalığımıza iyi geleceğini düşünüyorum. Özellikle derginin ortasında bulunan “İrfan Kaynağı” isimli üst başlıklı bölümde Şeyh Muhammed Muta' Haznevi Efendi'nin gıybet hakkındaki uyarılarını muhabbetle tavsiye ediyorum.
Ahmed Sadreddin yazdı