Birinci Dünya Savaşı, insanlık tarihinin gördüğü en yıkıcı savaştır. Milyonlarca insan ölmüş, o güne kadar denenmeyen ve kullanılmayan ölümcül silahlar ilk defa bu savaşta kullanılmıştır. Avrupalıların doymak bilmeyen sömürgecilik iştihasının sonucu olan bir savaştır. İmparatorluklar yıkılmıştır. Osmanlı Devleti de bu savaşta son bulmuştur. Ortadoğu’da halen yaşanan hadiseler, bu savaşın siyasi, iktisadi ve içtimai tesirlerinin sürdüğünü ve Birinci Dünya Savaşı’nın bitmediğini, devam ettiğini göstermektedir.
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda çok farklı cephelerde savaşmıştır. Bu cephelerde nice vatan evladı şehit olmuş, esir düşmüştür. Memleketin imkanları bu savaş için seferber edilmiştir. Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nın cephelerinden birisidir. Hem de en önemli cephesi. Türklüğün ölüm-kalım savaşıdır. Yedikıta dergisinin Mart 2016 tarihli 91. sayısındaki yazısında Doç. Dr. Mustafa Selçuk, Birinci Dünya Harbi’nin genel bir değerlendirmesini yapar. Çanakkale Savaşının bu harbin bir cephesi olduğundan söz eder. Çanakkale Savaşıyla İstanbul’un savunulduğuna dikkat çeker. Çanakkale’nin İstanbul’un kapısı olduğunu belirtir. Çünkü düşmanın asıl hedefinde Boğazlar ve İstanbul vardır.
Çanakkale'de savaşın en şiddetli anlarında dahi askere alınma yaşı 18’in altına düşmedi
Mustafa Selçuk bu yazısında Çanakkale Savaşının, Destanının farklı bir yönünü ortaya koyar. “Çanakkale’de Yitirilen Bir Nesil’’ başlıklı yazısında, “İdadilerden üniversite mezunlarına tahsilli gençliğin savaş yıllarındaki durumunu gözler önüne seriyoruz” der.
Yine, “Çanakkale, toprağın altındakiler dahil bütün milletin yekvücut olduğu, dağda kuzusunu otlatan çobanın da, Darülfünun’daki hukuk talebesinin de aynı cephede buluştuğu yerdir. Çanakkale’de seferberlikle beraber silah altına alınan tahsilli gençliğin büyük bir kısmı cepheden dönememiş, mezuniyet diploması yerine şehadet rütbesi almışlardır” ifadesiyle Çanakkale’deki manzarayı resmeder.
Bu yazıda dile getirilen hususların başında seferberlik konusu gelir. Askere alınma işinin tamamen yürürlükte bulunan kanunlara uygun olarak yapıldığı önemle vurgulanır. Çanakkale Savaşına özel bir durumun söz konusu olmadığı belirtilir.
Yazarın üzerinde durduğu ve dikkat çekmek istediği diğer bir konu da Çanakkale Savaşlarında 15-16 yaşında askere alınıp cepheye sürülen çocuklarla ilgili iddialardır. Bu iddiaların doğru olmadığı, savaşın en şiddetli anlarında dahi askere alınma yaşının 18’in altına düşmediği, yazıda önemle altı çizilir. Bununla beraber o dönem eğitim sistemi içinde yer alan yüksek okullar ile lise son sınıflarda okuyan öğrencilerden yaşı tutanların neredeyse tamamı askere alınmıştır.
Çok sayıda hukuk, tıp ve diğer bölümlerden talebeler şehit olmuş
Darülfünun bünyesinde eğitim faaliyeti gösteren Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi öğrencileri ve personeli cephelerde ve çeşitli sağlık kuruluşlarında, hastanelerde sıhhiye personeli olarak istihdam edilmişler. Hatta Fakülte, öğrencilerinin ve personelinin savaşta olması sebebiyle bir dönem eğitim faaliyetine ara vermek zorunda kalmış. Hukuk Fakültesinde de durum farklı değildir. Bu fakülte öğrencisi en kalabalık olan bir okuldur. Binden fazla hukuk öğrencisi şehit olmuş, yüzlercesi de esir düşmüş. Edebiyat Fakültesi ve diğer fakültelerde de durum aynıdır. Personel ve öğrenciler cephede savaşta bulunduklarından dolayı sınıflarda öğrenci sayısı çok azdır, hatta bazı bölümlerde hiç yoktur.
Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde ne kadar zayiat verilmiştir? Özellikle tahsilli genç zayiatı ne kadardır? Bugün elimizde olan veri ve bilgilerle bu hususların aydınlatılmasının imkan dahilinde olmadığı da yazıda üzerinde durulan bir konudur. Hâlâ sayıların tam ve net olmadığı ifade edilir. Bunun sebepleri olarak arşivler gösterilir.
Mustafa Selçuk yazısında, Çanakkale’de ve Birinci Dünya Savaşı’nın diğer cephelerinde şehit olan, kaybolan, esir düşen, kısacası yitirilen eğitimli, öğretimli gençliğin sayısının tam ve net olarak tespit edilemediğini belirtir. Bunun sebeplerinden söz eder.
Müslümanlar için bilimler tarihi okumak, su içmek gibi, hava almak gibi bir zarurettir
Dergide, 2016’nın ilk günlerinde Üsküdar Bağlarbaşı Kongre Merkezi’nde düzenlenen bir programa katılan Bilimler Tarihi uzmanı Prof. Dr. Fuat Sezgin’in konuşmasından da önemli notlar yer alır. İlker Süleyman Doğan bu notları aktarır bizlere. Hoca bu konferans için kötü hava şartlarına rağmen Frankfurt’tan gelmiş. Konuşmasında bilimler tarihi okumanın önemine temasla şunları söylemiş Hoca: “Müslümanlar için bilimler tarihi okumak, su içmek gibi, hava almak gibi zarurettir. Türkiye’de ilmin müesseseler kontrolünde yürütülmesi gerekiyor. Bilimler tarihi konusunda şimdi bir uyanış var ama bu başka yönlere kayabilir. Bunun müesseseler kontrolünde yürümesi lazımdır.”
Hocanın yakındığı, şikayet ettiği, sitem ettiği konular da var. Arap-İslam Bilimleri Tarihi eserinin 16. ve 17. ciltlerini bitirdiğini, İslam Felsefe Tarihi isimli yeni eserinin de 4. cildini yazdığını bildirmiş. Bunları söylerken duygulanmış ve “kitaplarımı Türk televizyonlarında tanıtan bir kişi bile çıkmadı” demiş. “Benim çocuklarım” dediği talebelerine, öğrencilerine de şöyle sitem etmiş: “Benim çocuklarım! Kültür vakıflarını, başkanlıkları, Kültür Bakanlığı’nı sıkıştırınız, kapılarını aşındırınız, hatta kapılarını kırınız! Ne olur şu kitabımın tercümesini yaptırınız. Birkaç asırda yazılacak kitabı 60 sene yazdım. Ölmeden önce bunu görmek istiyorum!”
Öyle anlaşılıyor ki birçok problemimizi, ilme gereken değeri vermeyi öğrendiğimiz zaman, kaybettiğimiz vefa, kadirşinaslık hasletlerini yeniden kazandığımız zaman çözebileceğiz.
Metin Uygun yazdı