Karabatak dergisinde “Dil, Sanat ve İktidar”
Eylül-Ekim 2017 tarihli sayısıyla 34. kez havalandı Karabatak dergisi. Yine dopdolu bir içerikle, aynı samimiyetle. Şiirle araladığı sayfalarında kültür, sanat, edebiyat şöleni okuyucuyu hiç yalnız bırakmıyor.
Şiirimizin yüzünü ağartan çalışmalar sunuyor okuyucuya Karabatak. Ali Ural’ın “Teşbih” şiiri derginin ilk şiiri. Ali Ural’ın şair, öykücü, deneme yazarı ve genç yeteneklere yol yordam öğreten bir hoca olduğu düşünülünce derginin ruha şifa ürünler yayınlaması da şaşırtmıyor beni.
“ben bu şehri / tekmelenen konserve kutusuna benzetiyorum” diye başlıyor Teşbih şiiri. Ali Ural benzetme sanatından imgeler geçidi ile devam ettiriyor şiirini. Tezat sanatına göndermeler de yapıyor, gönle hoş gelecek sözlerle de beziyor şiirini: “ben bu uçakları / kuşlara benzetenlere hayret ederim hayret ettiğim kadar kuşlara” “ben bu gelinleri / beyaz şemsiyelere benzeten bir şaire rastlasam yaz günü / başına güneş geçtiğini düşünürüm”
Ali Ural şiiri, okuyucuyu yormayan ama anlam yoğunluğunu kendi içinde büyüten bir şiir. Giriş, gelişme, sonuç bölümleriyle adeta bir şiir dokuyor Ural. Sonuç bölümü gönül ferahlığı niyetine; “ben bu çocukları / ölü yapraklar gibi yüzen ırmaklarda / ölü yapraklara benzetemem dilim kurur”
Hüseyin Akın’dan “Kenar”
Bir Hüseyin Akın şiiri okumak isterseniz Karabatak dergisi okumanız yeterli. Akın, Karabatak’ı önemseyen ve orada şiir yayınlamayı seven şairlerden. Kenar şiiri var Eylül sayısında. Klâsik Hüseyin Akın şiiri karşılıyor bizi. Sanki hece ile bir ritim tutturacaksınız da serbest bir söyleyiş sizi alıp dizelerin rüzgârına katıyor: “sırtımı sıyırdı ok ve yandım kendi ellerime / mermiler yalayıp geçti sırlı parmak uçlarımdan” “Erkenden ölecekler yetişmek için acılara / Rabbim diyecekler, sen lütfet kenarında durmayı”
Hüseyin Akın hem şiirinde hem de nesrinde kıvrak bir zekânın ürünü olduğunu apaçık ortaya koyan cümleler kuruyor. Akın’ın cümleleriyle dünyası birbiriyle örtüşüyor. İşlenmiş bir ustalık size yol arkadaşı oluyor: “Ayıp savar gibiyiz orda dünyanın en dibinde / Binde bir ihtimal yürür uykunun en tünelleri”
Dil, sanat ve iktidar
Karabatak, dosya konularını isabetli konulardan seçen ve dosyaya iyi çalışan dergilerden. “Dil, sanat ve iktidar” dosyası zengin bir içerikle işlenmiş. Necip Fazıl, Mehmet Akif, Orhan Kemal gibi edebiyat adamlarının şahsında sanatın iktidarla olan münasebeti ve mesafesi üzerine yazılar yer alıyor dosyada.
Dosyadaki en dikkat çekici yazılardan biri Mehmet Samsakçı’yaait. Orhan Veli ve Garip Akımı’nın iktidarla olan mesafesini ele alıyor Samsakçı. Orhan Veli ve iktidar kavramları birbiriyle çok da yan yana durmasa da yazının içeriği bizlere ufuk açıyor. Orhan Veli’nin kaleme aldığı Garip Önsözü’nün muhalif duruşuna dikkat çekiyor yazar. Sadeliğin, sivil şiirin, basit insanın yanında olan Orhan Veli’nin iktidarın yanında olması da beklenemez. Sade yaşayan, sadeliğin savunucusu Orhan Veli’nin sade bir dili savunması da gayet doğaldır.
“Onun makro ve mikro planda her türlü iktidarı, düzeni, geleneği reddeden, ilk bakışta bir şaka, espri gibi görünen fakat aslında bir gelenek reddiyesi olan mısraları söz konusudur.” derken Samsakçı; Orhan Veli’nin iktidara ve geleneği karşı tutumunu da belirtmiş oluyor.
Kamil Yeşil’den Lahanalar ve Soğanlar
Karabatak dergisi öyküye önem veren dergilerden. Kâmil Yeşil bir öykü ile Karabatak 34’te. Kâmil Yeşil öyküsü hayatın içinden ve canlı bir öykü. Görüp de geçtiğimiz, unuttuğumuz ne varsa Kâmil Yeşil öyküsünde ete kemiğe bürünüyor. Lahanalar ve Soğanlar, günübirlik bir telaşın öyküsü. Bakış açısı ve yaşananlar bizi öykünün içine çağırıyor. “Zeynep’ten kadınlık öğren biraz, kadınlık!” sözü öykünün içinde yankılanıp duruyor. İnceden inceye nükteli ve bol kıyaslı bir öykü bu, gizli ya da açık yaşanan.
Şehir ve Kültür’de Malazgirt rüzgârı
Gündemi takip edip kapağına taşıyan bir dergi Şehir ve Kültür. 38. sayının kapağında Malazgirt vurgusu var: “Malazgirt Anadolu’nun Başlangıç Kapısı.”
Doç. Dr. Abdulhamid Avşar Malazgirt Zaferi’ni işliyor yazısında. 1071’den günümüze uzanan bir yazı bu. Hem Malazgirt Zaferi’nin önemini anlatıyor Avşar hem de Malazgirt’in coğrafi konumuna dair bilgiler veriyor: “Savaşa yakından tanıklık eden Malazgirt’te Selçuklu döneminde yapılan az sayıda eser günümüze gelebilmiş. Malazgirt-Bulanık yolundaki Şekerik Deresi üzerinde bulunan Hatun Köprüsü bu nadir eserlerden biri.”
Malazgirt’teki yer adlarının tarihçesi, günümüze kadar ulaşan tarihi eserler yazıda kendine yer buluyor. Oğuzhan köyü, Tatargazi, Akören, Okçuhan, Karakoç çevrede bulunan yer adları. Bu yerleşim yerlerinde tarihi mezarlıklar bulunduğunun notunu da düşüyor yazar.
Rumeli’nin mücevher kutusu Mostar
Bosna dendiğinde akla ilk gelecek çağrışımların başında gelir Mostar. Görkemiyle, tarihten aldığı haşmetiyle sadece Bosna’nın değil Rumeli’nin bir incisi, Fahri Tuna’nın deyimiyle mücevher kutusudur.
Portre yazılarıyla zihnimizde ve gönlümüzde yer tutan Fahri Tuna’nın şehir yazıları da keyifle okunacak seyahatnamelerdendir. Bir seyyah titizliği ile sınırları belli olmayan zamansız bir gezgindir Tuna. Şehir ve Kültür’ün 38. sayısında Mostar’ı anlatıyor bizlere. Mostar şehrini ve köprüsünü tarihi süreç içerinde bir Osmanlı ezgisi kulağımızda adım adım geziyoruz: “Her Mostarlı Türk’tür.” “Beş yüz altmış sene sonra bile mistik hava devam ediyor Mostar’da.” “Mostar Köprüsü iki dünyayı birleştiren bir unsurdur bugün.”
Fahri Tuna’nın yazısını okuyunca içimizdeki Bosna’yı görme arzusu depreşiyor. Bizim gibi, bizden olan bir şehre girer gibi gitmek istiyoruz Bosna’ya.
Bilal Can da Mostar üzerine yazmış bu sayıda. “Avrupa’nın Ortasında Bir Mühür” dediği Mostar’ı Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin zamanından günümüze taşıyarak anlatmış Can. Mostar Köprüsü’nün tarihçesi var yazıda. Köklerimizi sağlamlaştıran, bizi alıp tarihin ortasına bırakan bir yazı bu. Mostar yaşadığı müddetçe tarih de aramızda var olmaya devam edecek. “Küllerinden tekrardan doğan Anka misali” diyor Bilal Can Mostar Köprüsü için. 1993’te yıkılan, daha sonra 2004’te bir Türk firması tarafından yapılan köprü, yeniden doğarak içindeki ruhun diri olduğunu göstermiş oldu tüm dünyaya.
Yediiklim, sayı 330
330. kez selamladı Yediiklim okuyucularını. Dile kolay. İstikrarlı, okunan, aranan bir dergi olma özelliğini muhafaza ederek, yeni isimleri aralarına katmayı ihmal etmeden yolunda yürüyen bir dergi.
Şiirin yeri çok özel Yediiklim’de. Oldukça geniş yer ayrılıyor şiire. Özcan Ünlü’den de bir şiir var dergide. Edebiyatın içinde bir isim Ünlü. Birçok alanda kalem oynatıyor, edebiyatı yaşayıp yazanlardan. Uzun yıllardır severek okurum Özcan Ünlü şiirlerini. Son yıllarda daha bir severek okuyorum şiirlerini. Sorgulayıcı bir dil yakaladı Ünlü. Bu da ona ve şiirine çok yakıştı.
Biz Kinibütün Dostlar şiiri de sarsıcı bir şiir. Gidişattan hoşnut olmayan şairin ruh halleri var bu şiirde. Şiir ağır darbeler indiren dizelerden kurulu. İnsanları kendine gelmeye çağıran bir gizli ses var dizelerde: “Pörsümüş haritalar üzerine yaydık gıybet sofrasını” Hiciv şiirinin iyi bir örneği olarak kaydedelim bu şiiri bir kenara: “El öptük ağam dedik çevirmeden yüzümüzü”
Nuhan Nebi Çam’dan bir öykü
Yeni kitap heyecanını yaşıyor Nuhan Nebi Çam. Öyküye ara vermeden, seyyahlığının molalarını ertelemeden doludizgin yaşamaya devam ediyor.
“Çocuklar Öğrenmesin” adlı öyküyle yer alıyor dergide Çam. Olay örgüsü ve metin kurgusu daha ilk cümleden okuyucuyu içine çeker Nuhan Nebi Çam’ın öykülerinin.
“Ölmüş mü?” Bu cümle okuyucunun merakını öykü boyunca diri tutmaya yeten bir ipucudur. Bir çocuğun ölümle tanışmasının öyküsünü anlatıyor yazar bize. Ölümün sessiz ve soğuk yüzü var tüm cümlelerde. “Ölüm ne demek” diye soran bir küçük kızın zihninden geçerek ölümü anlatıyor yazar. Yaşanmışlıkları da içine katarak. Ölüm biraz da bizden gidenlerden diyoruz bu öyküyü okurken.
Ali Haydar Haksal’ın varlığı
Dergi editörlerinin kendi uğraşları dergilerinin de iskeletini oluşturur çoğu zaman. Ali Haydar Haksal’ın bir öykücü olmasının dergi adına ne anlama geldiğini dergideki öyküleri okudukça daha iyi anlıyoruz. Her zaman söylüyorum. Dergilerimizi düşününce çok iyi zamanlar yaşıyoruz. Birçok usta isim edebiyat dergilerinin başında, dergiler çıkarıyor, şiirler ve öyküler yazıyor.
Ali Haydar Haksal “Yolun Yarısı” adlı öykü ile Yediiklim’deki yerini almış. Bir de Voltaire üzerine değerlendirme yazısı var Haksal’ın. Yolun Yarısı, Haksal’ın öykülerinin bildik havasında bir öykü. Doğanın sesi var, sessizliği var. Kendinizi bir sessizliğe kaptırdığınız anda karşınıza bir ses çıkıyor: “Sular akar gider, asla başa dönmez.”
Haksal’ın sorgulayıcı anlatımı bu öyküde de kendini gösteriyor. İnsanı kendine çağıran bir nefeslenme bu: “Acılarımı biriktirerek yeniden yola koyuldum. Yol beni nereye götürecekse oraya gidecektim.”
Bûtimar, Sonbahar
Bûtimar sonbahar sayısı ile ulaştı okuyucularına. Sayı:5. Yıllar sonra Bûtimar dergisinin adı anıldığında “Şeyma Subaşı’nın edebiyat dünyamıza bir armağanı” denecek bu dergi için. Çünkü Subaşı’nın gayretiyle çıkmaya devam ediyor dergi.
Mustafa Özçelik’ten şair ve hayal
Aynı dergide yer almaktan, aynı ortamları paylaşmaktan mutluluk duyacağım kişiler listesinin hatırı sayılır bir yerindedir Mustafa Özçelik. Yunus Emre, Mevlana, Nasredddin Hoca, Mehmet Âkif başta olmak üzere gönül ve ruh mimarımız birçok ismin sesiyle konuşan ender isimlerdendir Mustafa Özçelik.
Bir de şiir ve şair üzerine yazıları var Özçelik’in. Yol gösteren, ışık tutan, şiirin ruhunu aydınlatan yazılar bunlar. Hayatını öğretmeye adadığı için Özçelik, şiirin de kapısını aralayarak özellikle gençlere yol göstermek istiyor yazdığı metinler ile.
Şair ve Hayal, şairin dünyasındaki hayali ve rüyayı merkeze alan bir yazı. Şiire meyletmenin kaynağında yatan hayal dünyasının zenginliğini anlatıyor yazar. Çocukları şiirin ve masalların dünyasına çağırıyor. Çocukların yeri hepimizi ürküten, içine çekmeye çalışan, yaşadığımız dünya. Çünkü bu dünyanın kapısında kapitalist bir cendere var.
“Çocuklarımıza masal ve şiir öğretelim. Bu, onları, sonradan karşılaşacakları çağdaş mikroplara karşı koruyacak en iyi ilaçtır.” Masalların ve şiirlerin zengin dünyasından nasiplenerek büyüsün istiyor çocuklar. Dünya her gün biraz daha güzelliğini yitirirken gönlü zengin çocukların dünyayı kurtaracağına dair umutlarını paylaşıyor Mustafa Özçelik: “Evet, hayali ve rüyayı kutlu buluyorum. Çünkü mucizelere inanıyorum. Çocukluk ve rüya, gençlik ve hayal. Şiir, aslında hep bunlar demektir.”
Emine Batar ile söyleşi
Bûtimar’ın söyleşilere ayrı bir değer ve önem verdiği artık biliniyor. Bu ilgisini Dergi Fuarı’nda aldığı röportaj dalındaki ödül ile de taçlandırmış oldu.
5. sayıda Şeyma Subaşı öykücü Emine Batar ile son kitabı Islıkla Çağrılan merkezli bir söyleşi gerçekleştirmiş. Emine Batar’ın öykü dünyasının yeni bir penceresidir Islıkla Çağrılan. Subaşı da bu farklılığa dikkat çekiyor. “Şiir ve öykü” kardeşliğinin güzel bir örneği Islıkla Çağrılan.
“Öykü ve şiir birbirine çok yakın türlerdir. Düzyazının şiiri olarak bakılabilir öyküye.” diyerek öyküsündeki şiirselliğe değiniyor Batar: “Islıkla Çağrılan’da yapmak istediğim edebiyat paydası altında, türler arasında estetik geçiş sağlamaktır, şiir yazmak değildir.”
Emine Batar öykülerinin serüvenini merak eden okuyucular için mutlaka okunması gereken bir söyleşi bu. Öykülerin oluşum süreci, soru işaretleri, okuyucu ile paylaşılan bitişler derken öykü kuramı üzerine bir atölye havasında söyleşi sunuyor Bûtimar bizlere.
Dergilerde Akif Emre
Edebiyat dergilerimiz Akif Emre’nin ardından yazılarla, değinilerle, Emre’nin unutulmayacağına dair düştükleri notlarla vefaya katkı sağlamış oldular. “Aramızdan ayrıldıktan sonra değerini bilmek” gibi bir müzmin hastalığa tutulduğumuz aşikârdır. Elbette Akif Emre yaşarken dekattığı değer ile, kişiliğiyle gönüllerde çok sağlam bir yer edinmişti. Şimdi dergilerde yayınlanan yazıların en önemli katkısı; onu tanımakta geç kalanlar için bir rehber niteliğinde olacak bu yazılar.
Bûtimar’da Hamit Kardaş, “Hep Erken mi Gider İyi İnsanlar?” adlı yazısı ile bizlere zengin bir Akif Emre portresi sunuyor. Gazeteci, yazar, mütefekkir Akif Emre var Kardaş’ın yazısında. Medyacı yönü, muhalifliği de ele alınmış yazıda. Özellikle muhalifliğe getirdiği özgün bakış açısı da dikkat çekici şekilde vurgulanmış: “Akif Emre onurlu ve dik duruşlu bir düşünceye sahipti. Konuşmalarında ve yazılarında sık sık hamaseti eleştirir ve nostaljiye değil, tarih bilincine sahip olunması gerektiğini ifade ederdi. Tarihin sadece zaferlerden ibaret olmadığını, bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, tarih bilincine oluşmaması halinde Yahya Kemal’in ifadesiyle ‘bozgunda fetih düşü’ görüleceğini söylerdi.”
Bu vesile ile bir kez daha rahmetle anıyoruz Akif Emre’yi.
Bûtimar, geç gelip kendini okuyucularına dopdolu içeriği ile affettirmesini bilen bir dergi. Uzun soluklu olmasını yürekten dilediğim Bûtimar, çayır kuşunun şarkısını eksik etmesin.
Mustafa Uçurum