Ekim 2018 dergilerine genel bir bakış-1

Ketebe Piyan, Şehir ve Hece dergilerinin Ekim 2018 sayıları hakkında Mustafa Uçurum yazdı.

Ekim 2018 dergilerine genel bir bakış-1

Vaziyet alın! Çiçekleniyoruz…

Her yerde tarifi imkânsız bir toz bulutu var. Göz gözü görmüyor. Suni bir fırtına alıp savuruyor bizim olan her şeyi. Sıkı durmamız gereken zamanlarda olduğumuzu bize hatırlatan ayak oyunlarının farkındayız.

İşte bu kadar toz bulutunun ortasında çiçekli şarkılar eşliğinde, bir tören alayı edasıyla çıkageldi Ketebe Piyan. Bir yanımız yaprak dökerken Ketebe Piyan çiçek açıyor; ne güzel. 11. sayısını coşku ile karşılayan bu arkadaşları can-ı gönülden kutluyorum.

Derginin selamlama yazısında Abdurrahman Ali Öncel bir sonbahar güzellemesi ile içten selamlar gönderiyor okuyuculara. Savrulan, giden, bir acı bırakarak sona eren şarkılara inat ayakta kalabilmenin azmiyle sesleniyor okuyuculara; “Bir türkünün sonu geldiğinde ne yaparlar? Dinleyenler beğendiyse alkışlar, söyleyenler ise boynunu büker ya sahneden çekilir ya da yeni bir türküye başlar. Bu satırı okuyanlar derginin son sayısı zannedip hüzünlenmesin. Epeyce buralarda olmaya niyetliyiz.”

Sonbahara güzelleme

“Nedir bu çektiği sonbaharın edebiyattan?” desek yeridir. Ne zaman kapımızı çalsa güz, bütün sözler dökülüyor dillerden bir yaprak ahengiyle. Güz için ne yazılırsa yazılsın kıyısında, köşesinde bir hüzün vardır.

Feyza Bengül bir güzelleme ile katılıyor Ketebe Piyan’a. Beğenerek okudum bu yazıyı. Gücünü sonbahardan alıyor cümleler. Bengül bizlere bir “son” ile sesleniyor.

“Üç… İki.. Bir...

Afili fincanlarda kahveleriniz, pencere önünde yağmurlu hikâyeler paylaşmak için yeriniz, ‘Throwback Thursday’ yapmalık yaz fotoğraflarınız hazırsa sonbahara girebiliriz. Ancak bugün mevzumuz sonbahar değil. Mevzumuz son.”

 Ve sonlardan bahsediyor Bengül. Beklenen, beklenmeyen, kıran, kırılan sonlar. Son cümlesi özetliyor yazıyı. “Beklediğim sonların gelmesi için yazıyorum.”

Gün gelir günler de karışır

Onur Kovacı yaşadığımız karmaşanın yazısını yazmış. Günleri bile unuttuğumuz anları, mevsimlerin geçişindeki hızı ve yiten vakitlerimizi savrulan takvim yaprakları hüznüyle ifade etmiş.

“Takvim, günler, aylar, hepsi doğadan alınan ilhamın, oradaki döngünün ve ritmin eseri. Bizden önceki insanlar, bu ritmi anlayabilmek için böyle bir işe girişti. Fakat biz, referansımızı, artık doğa yerine akıllı telefonlarımızdan almaya başladık. Saatli maarif takvimi olanlar el kaldırabilir mi acaba?”

Ketebe Piyan dergisi içeriği ile göz dolduran bir sayı hazırlamış. Nice güzel sayılara ulaşsınlar inşallah.

Ateşiyle yanan dede; Yaman Dede

Şehir dergisinin en sevdiğim yönü Kayseri’yi merkeze alarak Türkiye’nin kültür-sanat ortamına sesleniyor olması. 22. sayısına ulaşan dergi yine göz dolduran, gönül okşayan bir sayı ile karşımızda.

Mustafa Söğüt, Yaman Dede’yi anlattığı bir yazı ile dergide yer alıyor. Kayseri’de doğan Yaman Dede hakkında yazılan kitaplardan da bahseden Söğüt bizleri bir gönül yangınının tutuşmasına şahit tutuyor. Kayseri’de doğan, Kastamonu’da yaşayan, Ermeni bir ailede dünyaya gelmesine rağmen bunu aleni olarak söylemese de Müslümanca bir hayat yaşayan bir Yaman Dede var karşımızda.

“Kendi yangınını şöyle anlatır Yaman Dede: “30 Mart 1941 Pazar sabahı erken uyandım. Ortalık henüz ağarmaya başlamamıştı. İçimde şiddetli bir teessür, fakat sebebi meçhul… Kalbimden kan damlıyor, bütün benliğimi tatlı bir alev yakıyordu. Sabaha kadar ağlamış gibiydim… Gözlerimi tekrar yumdum. İç âlemime gömülmek, hiçbir şey düşünmeden saatlerce hareketsiz kalmak istiyordum… Sanki kalbim durmuştu, sanki nefes almıyordum!.. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Gözlerimden yakıcı damlalar fırlamaya, ruhuma şu mısralar damlamaya başladı. Anladım ki benim ulu cananım geceden gelmiş, ruhumu neşterlemişti. Ruhum kanıyordu. Ve bu kanama neticesinde şu manzume doğuyordu:

Yıllardır arar dîdelerim gelmez o cânân
Yıllarca uzaklarda yanan dîde-i giryân
Bir dem görün Allah için üftâdene bir an
Göster bana dîdârını gel ey ulu sultan

Senden gelen âvâze-i kudsîye vuruldum
Bir lâhzada yüz bin kere coştum da duruldum
Hasretle döndüm, ne yazık, işte yoruldum
Göster bana dîdârını gel ey ulu sultan”

Bir ırmağa yakışan en güzel isim; Zamantı

Dursun Çiçek görsel bir şölen eşliğinde Zamantı ırmağını anlatıyor yazısında. Çiçek’in gönlüne dokunan bir serinlik var yazıda.

“Zamantı, Seyhan Nehri’nin en önemli kolu. Seyhan’a ulaşıncaya kadar Torosların bütün ara kollarını kendinde toplayarak yoluna devam ediyor. Zamantı, Pınarbaşı ilçesine bağlı Uzunyayla’nın Şerefiye köyünden doğuyor. Pınarbaşı, Tomarza, Develi, Yahyalı ilçelerinden geçerek Adana’ya 80 km. mesafedeki Aladağ ilçesinin Akinek Dağı yamaçlarında Göksu Irmağı ile birleşerek Seyhan Nehri’ni oluşturuyor. Başta da belirttiğim gibi Kapuzbaşı Şelaleleri, Zamantı Nehri’nin en önemli kaynaklarından biri. Yolculuğunda Zamantı’ya Aladağlar’dan, Toroslardan, Tahtalı Dağları’ndan karışan pek çok küçük dereler de var. Boran, Çermişek, Kuş, Tahtacık, Bercan, Tahtalımezar, Kuru ve Alagöz bunlardan bazıları. Kimi zaman dağların yücelerinden, kimi zaman vadilerin gizeminden, kimi zaman ormanın sessizliğinden akan Zamantı, içinden geçtiği bütün mekânların hikâyelerini, türkülerini, ağıtlarını, şiirlerini de akışında taşır yıllardır. Özellikle yörede yerleşen Avşarların ağıtları, bozlakları, türküleri Zamantı’nın sesine karışmış, dağlarda yankılanır.

Duman duman başın görünmez pusdan
Ak sayalı gelinlerin çekilir hasdan
Bir yanın Avşar, bir yanın Elbistan
Zamantı’dan gelir kışın Binboğa; diyen Dadaloğlu’nun sesini duyarsınız sanki.”

Mustafa İbakorkmaz’ı tanıyalım

Ben 90'lı yılların sonlarına doğru tanışmıştım Mustafa İbakorkmaz ismi ile. Susku dergisi vesile olmuştu bu tanışıklığa. Daha da net bilgi; Selçuk Küpçük’ün yönlendirmesiyle tanımıştım dergiyi ve İbakorkmaz’ı. Sadece gıyabi bir tanışıklık idi bu. Hâlâ da öyle ya, değişen bir şey yok tanışıklık mevzusunda. Birçok kez Kayseri’ye gittim, aynı yayınevinden (İncir Yayınları) kitabımız çıktı ama tanışmak mümkün olmadı. Vardır bunda da bir hikmet derim ben böyle zamanlarda.

Şehir dergisinde söyleşiler yapan İbakorkmaz ile bu kez Hayrettin Oğuz söyleşmiş. Yazıdan, şiirden, objektifin ucundan ve hayattan yana keyifli bir söyleşi bekliyor Şehir okuyucularını.

“Türlerin benim için önceliklerine gelince. Şiir ilk göz ağrım. Epeydir yazmıyorum, ama halen kitaplaştırmadığım şiirlerim var. Allah nasip ederse iki üç tane daha şiir kitabı çıkarabilirim. Roman yazmak da hoşuma gitti. Şiirde anlatmayı asla başaramayacağım şeyleri romanla anlatmak mümkünmüş. Deneyerek öğrendim. Öyküde bir dakikalık öyküler denilen çok kısa öyküleri seviyorum. Doksan dakikalık bir futbol maçı seyretmek yerine üç rauntluk bir boks maçı izler gibi. Kısa sürüyor ama çok sarsıcı, etkili ve zevkli olabiliyor. Böyle bir öykü kitabı da dosya olarak hazırda bekliyor. Yirmi yıldan fazla günlük tuttum, bir nevi psikoterapiymiş, geriye bakınca görebiliyorum. Gazetede çalışırken yüzlerce köşe yazısı yazmışım. Seçip elediğimde otuz taneyi zor ayıkladım. Son zamanda şunu fark ettim. En keyif aldığım, kendimi en iyi ifade edebildiğim, ama çok zorlanarak yazdığım, bir türlü beğenemediğim, bu yüzden en çok üzerinde çalıştığım edebi tür deneme. Sürekli yazmayı deniyor, yanılıyor, tatmin olamıyor ve yeniden deniyorum. Zaten son kitabım Yazarlık Üzerine Notlar’da daha çok yazı ve yazar arasındaki ilişkileri tam da yazıyı deneyimlerken karşılaştığım durumları anlatmayı denedim. Belki yazarlığa heves eden gençlerin işine yarar.”

Hece taşında Kamil Aydoğan

Hece dergisinin 262. sayısında Hece Taşı bölümünün bu sayıdaki konuğu Kamil Aydoğan.  Mayıs 2018’de aramızdan ayrılan Aydoğan için bir kitap boyutunda bölüm ayrılmış dergide. Dopdolu bir vefa örneği. Yazılar, anılar, mektuplar derken Aydoğan’ı tanımayanların da yakından tanıyabileceği bir içerik var Hece Taşı’nda. Birkaç paylaşım yapmak istiyorum:

“Kamil’i aradım, bahçedeymiş, kendisi gitmiş, araba kullanabiliyormuş. Sesi iyi geliyordu; ‘Çalışıyorum,’ dedi, ‘elimde makas, gülleri buduyorum.’ Geçen hafta, Maraş’ta yaşayan ve uzun süredir hasta olan kardeşi Erdem’i kaybetmişler. Kendisi gidememiş, eşi Semiray ve oğlu Muhammet gitmişler cenazeye. Perşembeye kadar bahçede olacaklarını söyledi.”

Ali Karaçalı

“Kamil Aydoğan’ın hep zor şartlarda geçen çocukluğunun, ilk gençliğinin acılarla dolu hatıralarına bu denli bağlı kalmasının, onları yaşatmasının kendi içinde de tekrar tekrar yaşamasının belki de bir tek sırrı olmalı: hatıralar onun için bir sığınaktı. Fıtratın, saflığın eviydi bu hatıralar.”

Arif Ay

“Kamil Bey’i hazan yaprağı gibi hatırlamayacağız; o hatırımızda ve hatıramızda bir Yâsin bir Fatiha bir İhlas yâdıyla yer alacak ve öyle kalacaktır. Çünkü biz Kamil Aydoğan’ın, ‘O evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Bâtındır. O her şeyi bilendir,’ Kelâm-ı İlahisine iman edenlerden olduğuna bütün kalbimizle şehadet ederiz.”

Erdal Çakır

“Aramızda yalnızca 4 yaş olmasına rağmen o zamanlarda sanki onlarca taş varmış gibi büyük bir saygı ile karşılamış ve tanışmıştık kendisiyle. O saygıya ilk tanışmamızda eklenen ülfet ve muhabbet Kamil abinin bu dünya gurbetinden aslî vatanımıza, sılamıza yol almasına kadar devam etmişti.”

 Ali Sali

“Kamil Aydoğan bu…
Onu yazar olarak bilirsiniz.
Eğitimci olarak bilirsiniz.
Sendikacı olarak bilirsiniz.
Yönetici olarak bilirsiniz.
Yüzü sizin de aklınızdadır; iyi bilirsiniz.
Ben de iyi bilirim.”

Mehmet Aycı

Mehmet Kahraman’dan Kudüs notları

Kudüs gündemimizden hiç düşmüyor. Acılar yokladıkça Kudüs’ü içimizde bir fırtınanın patlak vermesine mani olamıyoruz. Olmayalım da. İçimizdeki Kudüs direnişi daima diri olsun.

Kudüs ziyaretinde bulunan edebiyat adamlarının izlenimlerini çok önemsiyorum. Çünkü Kudüs’e şiir gibi, öykü gibi, roman gibi bakan yüreklere çok ihtiyacımız var. Çünkü bizim direncimizi Kudüs’ün mahzunluğu kadar Kudüs adına yazılan her satır da bilemeye devam ediyor.

Mehmet Kahraman, Kudüs Notları ile yer alıyor Hece’de. Önce Sezai Karakoç’tan “ Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir. Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.” diyerek giriş yapıyor. Daha sonra da yazısına artık Kudüs için bir miheng taşı olan Nuri Pakdil şiiri ile devam ediyor. “Yürü kardeşim / Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.”

Üç günlük Kudüs ziyaretini bir öykücü hassasiyetiyle anlatıyor Kahraman. Şehrin her noktası gözümüzde canlanıyor. Arşivlik bir Kudüs yazısı olmuş. Mutlaka okunacaklar listesine almakta fayda var.

“Devletin ve devletsizliğin ne olduğunu Filistin’i görünce daha iyi anlıyoruz. Güçlü bir devletiniz yoksa haklı olmak, sahip olmak yetmiyor. Birileri gelip her şeyinizi elinizden alıyor. Elinizden alınan sadece malınız değil; inancınız, namusunuz, ümidiniz, geleceğiniz, kısacası her şeyinizi kaybediyorsunuz…”

Hece’den üç şiir

fakat ben şairim, dostlarım,
şairim, madenciyim,
kendi ruhumu kazıyorum
kendi aklımın kemiğiyle

Cahit Koytak

ne sıladan uzak ne ona yakın
kim verecek kısa yaşamında hesabını uçmanın

Burak Ş. Çelik

Yol seslenince adama üzerine alınırsın
Bir sabah gölgeni asarsın askıya
Babanın kapısı annenin duası
Saçlarını üçe vurur yol adama seslenince
Hızır’a inanırsın

Fatih Korkmaz

Mustafa Uçurum

                                  

YORUM EKLE
YORUMLAR
YUSUF ALPASLAN ÖZDEMİR
YUSUF ALPASLAN ÖZDEMİR - 5 yıl Önce

Her ay bıkmadan usanmadan titizlikle sürdürdüğünüz dergi yazılarınız için teşekkür ediyorum Mustafa Bey

Maşide dinçer
Maşide dinçer - 5 yıl Önce

Kamil aydoğan ağbimdi kısaca her şeyim di üzgünüm fakat inandık iman ettik ondan geldik yine ona dönecegiz düsturunu hiç kaybetmedik iyi bilirdik şimdi satırlar dolusu yazılar karalayıp onu ansam faydasız bir musalla taşında sessizce uğurladım onu bu dünyadan ebedi dünyasına zaten hepimiz bu hane de misafir değilmiyiz ki ?gidecegimiz yer orası değilmi ki ?Ölüm Allahın emriydi şu ayrılık olmasaydı.Bu dünyadan bir Kamil aydoğan geldi geçti..