“Tüm Bildikleriniz Tarih Olacak” sloganıyla 23. sayısına ulaşan Derin Tarih Dergisi’nin Şubat-2014 sayısında “Bilinmeyen Yönleriyle Alevilik ve Bektaşilik” dosya konusuydu vealtı yazı ve bir söyleşi dikkatimizi çekti. Malum ve mel’un bir ilan olan Tanzimat Fermanı’ndan sonra kaderimizin değişen renklerinden biri de ocakları kapanan Bektaşiler ya da onların Cumhuriyet’e yansımaları olan Aleviler olmuştur. Cumhuriyet öncesinde birlikte anılan Alevilik-Bektaşilik ikilisi, Cumhuriyet’in tevarüsünden sonra bambaşka bir hal almış; Bektaşilik, Balkanlar’daki tekkelere sığınarak korunmaya çalışırken, Alevilik manevi ikliminden boşanarak “sol eylem”in pelesengi haline gelmiş. Bu günlerde cami-cemevi tartışması ile gündeme gelen Alevilik-Bektaşilik bahsi, İran’ın meseleye dâhil olması ve Anadolu Alevilerini kendisine akraba ilan etmesiyle yeni bir boyut daha kazanacak gibi duruyor. Önümüzdeki günlerde meselenin hangi kulvarda, nasıl gelişeceği ise bizce meçhul.
Dosyanın moderatörü Müfid Yüksel, Alevi-Bektaşi geleneğinin tarihi serüveninden bahsettiği yazısının sonunda “(…) [D]indar Sünnilerin, Alevi-Bektaşi kimliğine olumsuz bakış ve yaklaşımları önemli oranda değişecek” diyerek, 677 sayılı kanuna yeni bir madde eklenmesini gerektiğini belirtir.
Kendi Aleviliğimiz yok
İsmail Kara, meseleye “Türkiye Kendi Aleviliğini mi Tartışıyor?” başlığını taşıyan yazısında, bu konuda yerli bir tavrın ortaya konmasını gerektiğini söylüyor. Kendi tecrübesinden yola çıkarak, akademik dildeki “teşeyyü’” kavramı üzerinde duruyor yazısında Kara Hoca. 'Teşeyyü’, tarikatların “Alevileşmesi” ya da “Şiileşmesi” demek. Şehirleşen Alevilerin bir şekilde, kendi doğal mecrası içinde Sünnileştiğinden bahsetmekte İsmail Kara. Bu Sünnileşme ameliyesinin, 1960’larda masum olmayan iki durumla karşı karşıya kaldığını vurgulayan Kara, biri silahlı sol hareketler içinde yer alan Aleviler ile diğeri genç ve tahsilli Aleviler arasında ateizm yaygınlaşmasının, meselenin uluslararası bir mecraya taşınmasına sebep olduğunu söylüyor. Bir de bunlara eklenen radikal ve entelektüel İslamcılık ile imam-hatip okullarının Anadolu Müslümanlığını, tasavvuf ve tarikatları önemsemeyen tavırları da hesaba katmak gerektiğini de sözlerine ekliyor Kara Hoca. İsmail Kara’ya göre, cami karşısına cemevi koyma fikri yepyeni bir hadise. Meseleye insan hakları (!) ve vicdan özgürlüğü (!) bağlamında da yaklaşan Kara sözlerini şöyle tamamlar: “(…) Herkesin hakkını ve hürriyetini savunmakta hiçbir problem yok, olmamalı. Problem Türkiye’ye, Türk insanına, Türkiye’deki İslam meselesine, Sünnilere, Alevilere müdahale etmenin hak ve hürriyet edebiyatı üzerinden yürütülmesindendir (…) Suret-i Hak’dan görünmeye karşı çıkılmalıdır.”
Hz. Peygamber elinde kılıç Hz. Ayşe’yi görseydi…
Tarih profesörü Mehmet Çelik’in “1400 yıldır Fitne Üreten Yara: Cemel ve Sıffin” başlıklı yazısı da, meseleye geçmişten yola çıkarak çözümler aramak bağlamında farklı sorgulamalar getiriyor. Bu savaşları “(…) [S]iyasi ihtirasların dini argümanlarla sarmalanarak sebebiyet verdiği ve on binlerce Müslüman’ın kanının döküldüğü fitne üreten” olaylar olarak tanımlayan Mehmet Çelik, Hz. Osman’ın şehit edildiği zaman, cenazesinin ancak 6-7 kişi tarafından kılındığını ve korkudan kabristan dışına defnedildiğini söyler. Mehmet Çelik’in verdiği rakamlara göre Cemel’de 10 bin, Sıffin’de ise 70 bin Müslüman kanı dökülmüştür ve şu soru, olaylara bakışımızı belirleyen önemli sorulardan biri oluyor bu durumda: “Cemel Vakası sırasında, Hz. Peygamber dirilip yerde yatan 10 bin Müslüman’ın cesedinin ve bir devenin üstünde sevgili eşi Hz. Aişe’yi (belki de elinde kılıcı vardı) görse ona ne derdi?”
İlk dönem Alevi-Osmanlı padişahları
Dosyanın son yazısı heteredoks hareketler üzerine çalışmaları ile tanınan Ahmet Yaşar Ocak’a ait. Ahmet Yaşar Ocak, meşhur söylemlerden olan, “İlk Osmanlı padişahları Alevi miydi?” sorusunda cevap vermektedir. Rum abdallarını ve Geyikli Baba, Abdal Musa ve Kumral Abdal gibi isimlerin Alevi olarak nitelendirilemeyeceğini belirtmekte. Bu dervişler arasında “On İki İmam” kültünün bulunmadığını da sözlerine eklemekte Ahmet Yaşar Ocak. Hatta bu durumun böyle olmadığına popüler iki örnek de veriyor. Ahmet Yaşar Ocak’a göre, Orhan Gazi’nin İznik medreselerinin başına Kübrevi şeyhi Davud el-Kayseri’yi atanması ve Yıldırım Beyazıt’ın damadının Buharalı Emir Sultan olması bu iddiayı çürüten popüler delillerdir.
Türkiye hâlâ hayati problemleri ile yüzleşebilmiş değil. Din meselesi etrafında hayati meseleler olduğu gibi duruyor, tartışmayı belirleyenler dışında Türkiyelilerin net bir projeleri yok zihinlerinde. Alevilik meselesi de her meselede olduğu gibi bir gruba ait bir mesele değildir. Ama ortada yanlışlar, saplantılar, bilgi yetersizlikleri meseleyi mecrasından çıkarıyor. Bu bağlamda, “Derin Tarih Dergisi”nde bu sayı yeni bir bakış için belki küçük bir ümid nüvesi olarak okunmak için bizleri bekliyor.
Zeki Dursun yazdı