Dergiler gündemi takip etmeye devam ediyor. Birçok derginin ağustos sayısının kapağında Kudüs vardı. Elbette içeriklerde de Kudüs vurgusu dergilerde kendine yer buldu.
Şehir ve Kültür: Kudüs Ah Kudüs
Şehir ve Kültür dergisi ağustos sayısına Kudüs kapağı ile girdi. Bu hassasiyet önemli. Dergilerin ülke ve dünya gündemine dair hassasiyet göstermeleri dergileri daha canlı tutuyor.
Prof. Dr. Enbiya Yıldırım’ın “Kudüs Ah Kudüs” adlı yazısı bir gezi yazısı tadında, yazarın izlenimlerini aktardığı bir yazı. On yıl önce yaptığı gezi ile yeni yaptığı geziyi karşılaştırıyor Yıldırım. Sonuç göz yaşartacak cinsten; mazlumların acısı dinmeden büyüyerek devam ediyor.
O coğrafyada yaşayan herkesin mümin duyarlılığına ihtiyacı olduğunu anlatıyor Yıldırım. Bir ses, bir dua, zalimin karşısında duran bir yürek Kudüs için de umut oluyor. Sadece Kudüs’te değil zulüm altında ezilen dünyanın her köşesindeki mazlumların ortak sorununu bir tespitle dile getiriyor yazar: “Kendilerini iktidarda tutan güçlere duyulan minnet borcu ile koltukta oturmanın bedelinin sonucunu Müslüman halklar ödüyor. Her türlü nimete sahip olunan Ortadoğu’daki büyük karmaşanın temel nedeni de bu değil mi?”
Sadece iki İstanbul değil, iki Türkiye var
Şehir ve Kültür dergisi, adına yakışan işler yapan bir dergi. Şehirlerin nabzını tutarak, kültür harmanında edebiyat dünyasının soluğu olmaya devam ediyor. Muhsin İlyas Subaşı’nın “İki İstanbul” yazısı tespitleriyle içimizde çırpınıp duran metropol sızılarını ele alıyor.
İki İstanbul var aslında herkesin gördüğü ama görmezden geldiği. Subaşı yazısında; bir yüzünde aydınlık, kalkınmış, muasır medeniyet seviyesine ulaşmada mesafe almış İstanbul’u; öbür yüzünde varoşların her türlü kötülüğe bulaştırmaya müsait yoksulluğunu, yürek burkan garipliğini taşıyan İstanbul’u anlatıyor.
İstanbul’un görünen bu iki yüzünün Türkiye’ye yansımasını da ele alıyor Subaşı. Aslında sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin yaşadığı tezatı gören Avrupa’nın da düşüncesi aynı. Sadece iki İstanbul değil, iki Türkiye var.
Her şeye rağmen İstanbul sevgisini dile getiriyor Subaşı Yahya Kemal şiirinin eşliğinde. “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
Mustafa Yazgan da Şehir ve Kültür’de yazan isimlerden. Bu bir dergi için paha biçilmez değerde bir katkı. “Lozan” başlıklı yazısında Yazgan, günümüz diplomatik gelişmeleri ile Lozan’ın imzalandığı zamanların karşılaştırmasını yapıyor. Yaşananlar, gelişmeler, ülkenin ve dünyanın Türkiye’ye bakış açısı yer alıyor yazıda. Devamı gelecek olan yazı dizisinde Yazgan, Lozan’a giden yolda yıllardır dillendirilen bir gerçeği açıklığa kavuşturmak istiyor: “Lozan zafer mi hezimet mi?” Resmi tarih ile gerçek tarihi karşılaştırmanın olayların doğru anlaşılmasında faydalı olacağını söylüyor Yazgan.
Şehir ve Kültür dergisi birçok şehrin kulağını çınlatmaya, şehirleri ihya etmeye devam ediyor. Ali Bal da şehir yazıları ile derginin yazarları arasında. Şehirlere yürekten bakan bir yazar Ali Bal. Bu tutum sadece memleketi Tokat’ı yazarken değil, gönlünün dokunduğu her yer için geçerli. Bu sayıda Aydın’ı yazmış; “dağından yağ, ovasından bal akan şehir” diyerek.
Hece Öykü: Öyküde 90 Kuşağı
Hece Öykü dergisi 82. sayısında “Öyküde 90 Kuşağı” dosyasına devam ediyor.
Derginin öyküleri, öykü üzerine yazıları kadar Rasim Özdenören’in önyazısı da arşivlenecek bir yazı. “Geleceğimizin 15 Temmuz Edebiyatı” adlı yazısında Özdenören, Fransız Devrimi ile 15 Temmuz darbe girişiminin ayrıntılı bir karşılaştırmasını yapıyor. 15 Temmuz’un dünya tarihindeki birçok olaydan daha önemli olduğu, böylesine bir hadisenin edebiyatının da zamanla daha nitelikli çalışmalarla geleceğe aktarılacağını söylüyor Özdenören. Bunun sebebini de şöyle açıklıyor: “Geniş tarihî ve sosyolojik açıdan baktığımızda olayın vahametini henüz tam anlamıyla görebildiğimizi sanmıyorum. Bunun idraki zaman içinde gerçekleşecek.”
Handan Acar Yıldız’ın ilk romanı “Kaybolmuş Kaderler Müzesi” edebiyat çevrelerinden olumlu tepkiler almaya devam ediyor. Birçok dergide Yıldız ile söyleşi ve Kaybolmuş Kaderler Müzesi hakkında yazılara rastlıyoruz. Öyküleriyle hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Yıldız’ın romanda da başarılı olacağı, ilk romana gelen olumlu yaklaşımlardan anlaşılıyor. Hece Öykü 82’de Dürdane Çınar Yakın Plan’a almış Handan Acar Yıldız’ı ve romanını. Ben Yıldız’ın öyküleri ve romanı kadar söyleşilerini de ilgiyle takip ediyorum. Çünkü onun sözlerinde yazıya dair ufuk açıcı notlar var. Romanın yazılış sürecini, yaşadığı aşamaları, kullandığı teknikleri açık yüreklilikle anlatıyor Yıldız. Aslında anlattığı her şey yazar adayları için birer ipucu. Romandaki karakterlerin romanda yer alış şekilleri, gerçek dünyayla bağları da söyleşide ele alınan konular arasında.
Bu söyleşiden sonra Dürdane Çınar’ın roman değerlendirme yazısı da mutlaka okunmalı ki tüm taşlar yerine otursun. “Kader, karakter ve kurmaca üçgeninde” romanının kodlarını okuyucuya sunuyor Çınar.
Hece Öykü’nün öykülerini okuyunca günümüz öyküsü adına umutla bakmak için ne kadar çok sebep var dedim. Dergi dopdolu bir içerik sunuyor bizlere. Güçlü öyküler Hece Öykü’ye de güç veriyor.
“Seni uzak ve gürültülü bir yüzün ortasında buldum”
Ali Karaçalı günlüklerine devam ediyor. 1984’ün Şubat ayına dair notlar var bu sayıda. Gezdiği, gördüğü yerler, okuduğu kitaplar, tanıştığı, yazıştığı kişiler tarihin sayfasından sıyrılıp bizlere konuk oluyor. Ali Karaçalı gibi geçmişi bize taşıyan isimlerin yazdığı satırlar rehberlik ediyor bizlere. Karaçalı Sevim Burak’ın Afrika Dansı kitabını okuyor ve kitabın kendisinde kalan yanlarını paylaşıyor günlüğünde. Dünyanın başka bir ucunda yaşanıp yazılan öykülerle kendi hayatı arasında kurmaya çalıştığı bir bağ var. Yazmak ve yaşamak ne de olsa evrensel bir süreç: “Bu öyküler kimin öyküleri dedim, hangi dünyanın öyküleri ve nasıl öyküler? Ben bu öykülerin neresindeyim?”
Ali Karaçalı’nın Tokatlı yılları da var günlüklerde. İlgiyle bekliyoruz günlükleri.
Dergideki öyküler arasında seçim yapmak çok zor.Hassas bir teraziden geçerek okuyucuya ulaştığı anlaşılıyor öykülerin. Emin Gürdamur’un “Boşluk” öyküsü dergide yer alan öykülerden. Gürdamur, bir şair hassasiyetiyle öykü yazan isimlerden. Sıradan cümleler, ifadeler yer alsın istemiyor öyküsünde. “Seni uzak ve gürültülü bir yüzün ortasında buldum.” diye başlıyor öykü. Böylesine esaslı bir başlangıcı olan öykünün varın gerisini siz düşünün. Devamı Hece Öykü 82’de.
Hece Öykü’nün dosya konusundan da bahsetmek gerek. “Öyküde 90 Kuşağı” dosyasında Cihan Aktaş, Ramazan Dikmen, Cemal Şakar öykücülüğü başta olmak üzere 90 Kuşağı ayrıntılı olarak ele alınmış. Senem Gezeroğlu, arşivlik bir Cemal Şakar yazısı hazırlamış dosya için. Genel hatlarıyla Cemal Şakar’ın öykücülüğünün hikâyesini anlatan Gezeroğlu, daha sonra madde madde ele almış Şakar’ın öykü dünyasını. Konu, tema, kurgu, teknik özgünlük, görsellerle örülmüş kurgular, üstkurmaca gibi birçok başlık var Gezeroğlu’nun yazısında.
Türk Dili: 788
Türk Dili dergisi artık kökleşmiş yapısı ile 788. sayısını sunuyor okuyucuya. Editör değişiklikleriyle inişli çıkışlı bir durumu var derginin. Bu da beklenen sonuçtur elbette. Editörler dergilere kendi heyecanlarını katarlar.
Nevzat Gözaydın’ın “Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun Sözlüğümüze Katkıları” adlı yazı ile aralıyor sayfalarını dergi. Eyüboğlu’nun Tezek ve İnsan Kokusu kitaplarındaki yazara özgü kelimeleri derlemiş Gözaydın. Türkçenin zenginliğinin bir göstergesi bu çalışma. Çoğu sözlüklerde bile yer almayan yöresel sözler, söyleyişler var bu çalışmada. Eyüboğlu, Anadolu kültürünün tanınmasında katkısı olan yazarlarımızdan. Gezip gördüğü yerlerde kullanılan sözcükleri eserlerinde kullanarak dilimizin zenginliğine yaptığı katkı kaydadeğer bir seviyededir.
Can evinden yakalamak, boş saat, bir araba, beşikle-, büyük harflerle konuş-, hendesî, içine çök-… gibi birçok sözcük, sözcük grubu var yazıda. Gözaydın sözcüklerin anlamlarını da veriyor. Türkçe Sözlük’te bulunmayan anlamlar bunlar. Kitaplarda kullanılan anlamların karşılığı verilerek yeni anlamları Türkçeye kazandırılmış oluyor.
Hazma Zülfikâr’ın “Türkçe Üzerine Birkaç Değerlendirme ve Tespit” yazısı da dil hassasiyeti bağlamda ele alınabilecek bir yazı. Türkçe üzerine yürütülen tartışmalar ve dilin kullanım özellikleri yazının ana konusu. Zamanla dilde oluşan tahribat üzerinde duruyor yazar. Dile yerleşen ve kabul edilen birçok sözcüğün dilin hassasiyetini de bozduğuna değiniyor. Türkçenin güzelliklerini göstermenin herkesin görevi olduğuna değinerek Hıncal Uluç’un şiirlerle bezediği bir yazısına gönderme yapıyor. Haberi haber olarak vermek yerine edebiyatın imkânlarından yararlanmanın inceliğinden bahsediyor. Dile karşı duyarsızlığa basından örnekler veriyor yazar. Uluslararası 8. Dil Kurultayı haberinin ne yazık ki basın organlarında görmezden gelindiğine dikkat çekiyor.
Yarın dergisi, Ömer Lütfi Mete dosyasıyla ile “Yıl:1 Sayı:1” dedi
Yeni dergilerin çıkıyor olması edebiyat, kültür, sanat adına sevinmemiz için yeterli bir sebeptir. Beklentiyi yüksek tutmaya gerek yok. Kültürel olarak çağ atlamamız zor görünüyor. Bireysel tavırlar, duruşlar içimizi onaracak; bu kesin.
Yarın dergisi yeni bir dergi. Dergiyi elinize aldığınızda size umut ve huzur veren bir yapısı var derginin. Bu iyi. İlk sayıda bir Ömer Lütfü Mete vurgusu dikkat çekiyor. Ömer Lütfi Mete’nin oğlu Ali Buhara Mete ile bir söyleşi var dergide. “Ağabeydi, âşıktı, aydındı.”
Mete’nin eksikliği hissediliyor. Bu, bize onun yerinin doldurulamadığını da gösteriyor. Elbette her insan bir değerdir. Aramızdan ayrıldığında yokluğunu hissettiğimiz kişiler iz bırakmıştır yaşarken. Şairliği, yazarlığı ve dava adamlığıyla son dönemlerin ağabeyiydi o. Kuşatıcı kimliğinden bahsediyor babasının Ali Buhara Mete, herkesle anlaşabilen, herkesin gönlünde yer tutmayı bilen tarafından. Bunu da “İnsanlar için yaşadı. Varlık sebebi de o idi.” diyerek açıklıyor. Uzun soluklu bir söyleşi bu. Ömer Lütfi Mete hakkında yapılmış en ayrıntılı söyleşi diyebilirim. Yaşadığımız çağın aramızdan göçüp giden dervişini daha iyi tanıyıp “Uçurumun kenarındayım Hızır” diyerek dünyaya seslenmek için böyle değerleri tanımak gerek.
Dergi Ömer Lütfi Mete posteri hediye ediyor okurlarına. Derginin sonunda da Mete’nin kitaplarının kısa tanıtımı yer alıyor.
Romanlarından hareketle bir Kemal Tahir portresi
Fatih Yalçın’ın “Kemal Tahir Neden Çarmıha Gerildi?” yazısı da dergide ilgiyle okunabilecek bir çalışma. Kemal Tahir isminin romancılığımızdaki yeri çok özeldir. Türkiye’nin tarihini romanlarında anlatmış bir yazardır Kemal Tahir. Sosyalist düşüncenin içinde kendine yer bulan, bu minvalde eserler veren Tahir, yine bu düşünce sahipleri tarafından dışlanmıştır. Çünkü Kemal Tahir Anadolu gerçeğinin farkında bir yazardır. Kapitalizmin cenderesinde, sosyalizmin gölgesinde bir yaşamın açacağı en büyük yara yerlilik düşüncesinde olur. Bunun farkındadır Kemal Tahir. Bu topraklarda nefes alıyorsa bu toprakların sesine kulak vermesi gerekir söz sahibinin. İşte bunu kabul etmeyen güç, Kemal Tahir’i kendi ideolojisine hapsetmek istemiştir.
Fatih Yalçın romanlarından hareketle bir Kemal Tahir portresi sunuyor bizlere. Bizden olan, bizi anlatan bir yazarın kendi ideolojisi tarafından görmezden gelindiği yılların ardından okuyucular tarafından unutulmadığını da sözlerine ekliyor.
Abdurrahim Karakoç üzerine Hayrullah Eraslan’ın yazısı da dergide yer alan yazılar arasında. Mehmet Bilal Yamak’ın yazısı Yahya Kemal şiirleri eşliğinde okunabilecek bir yazı. “Eve dönmek” üzerine yazılmış bir yazı bu.
İlk sayısı ile Yarın dergisi gösterdi ki duruşu ve sözü olan bir dergi olacak. Yolu açık olsun. Takip edilecek dergiler listenize gönül rahatlığıyla Yarın’ı da ekleyebilirsiniz.
Dil ve Edebiyat’ta Kudüs Ağrısı
Dil ve Edebiyat dergisinin 104. sayısının kapak fotoğrafı Mescid-i Aksa. M. Akif İnan’ın Mescid-i Aksa şiirinden bir bölümle karşılıyor dergi okurlarını. Bu hassasiyet önemli.
Nurettin Durman, “Kudüs Ağrısı” şiiriyle dergide yer alıyor. Yeni bir şiir bu. 21 Temmuz 2017, Cuma, 02.15 notunu düşmüş Durman. Dünyanın duyarsızlığına ağır yumruklar indiriyor dizeler. İnsanlığı kendine gelmeye çağıran bir sarsıntı etkisi yaratıyor bu şiir: “Sevgili insanlık Mescid-i Aksa mahzun beklerken / Kibirle salına salına gidenin ahengini mi desem / Rüzgârın sesini mi? Kendine ağlamamış birini mi? / Bir bak bakalım kim kanıyor ortasında dünyanın”
Kudüs varsa acı vardır, ağrı vardır, zulüm vardır. Ümmeti ayakta tutansa umutlardır. Şiiri bir umutla bitiriyor Durman: “Kardeşlerim yolumun üzerindeki taşları atıp / Yüzüme bir tebessüm kondurabilir misiniz?”
Yayın yönetmenliğine Özcan Ünlü geldi
Özcan Ünlü artık Dil ve Edebiyat dergisinde. Şiiriyle, yazısıyla ve yayın yönetmeni olarak. Bu, dergi için büyük bir kazanç.
Özcan Ünlü, “Kayıp Şair” diyerek Cafer Turaç’ın şiirine duyulan özlemi dile getiriyor yazısında. Benim için Cafer Turaç, “Amasya Mektupları”dır, “Yağmur Fotoğrafları”dır. Özcan Ünlü kendisindeki Cafer Turaç’ı arıyor, Turaç’ın şiir yolculuğunun duraklarına uğrayarak. Kitapları, yazdığı dergiler, içine dokunan dizeler geliyor dilinin ucuna. Sonunda sesleniyor şaire okuyucuların da desteğini alarak: “Derviş sessizliği lazımdır eyvallah ama günümüz şiirine bir Cafer Turaç dokunuşu da… Lütfen…”
Zafer Acar, Hüseyin Akın’ın yeni şiir kitabı Yan Tesir hakkında yazmış. Şiirimizdeki coşkunun kaybolduğundan bahsederek giriyor yazıya Acar. Kaybolan bir coşku var mı o da ayrı bir mesele. Şiir dipdiri bir heyecanla aramızda yaşamaya devam ediyor.
Hüseyin Akın, üretkenliğini yazılarında, şiirlerinde, katıldığı etkinliklerde göstermeye devam ediyor. Yeni kitaplara imza atmaya da devam ediyor. Yan Tesir, Akın’ın yeni şiirlerinin yer aldığı kitabı. Hüseyin Akın şiirindeki lirizmden ve ironiden bahsediyor Acar. Şiilerinden örnekler vererek, bazen eleştirmeyi de ihmal etmeyerek yapıyor bunu. 14’lü mısralardan oluşan “Basmakalıp” şiirinin içeriğe uygun olarak serbest olması gerektiğini savunuyor Acar. Yani içerik ile biçimin uyumlu olması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu da tartışma götürecek bir düşünce elbette.
Hüseyin Akın, insanları cümlelerle sarsan bir tavrın sahibi. Bunu yazılarında yaptığı gibi şiirlerinde de ön planda tutuyor. Acar, yazısının sonunda bu noktaya da dikkat çekmek istiyor. “Bildikleri tek dua yemek duası / Yetim malını, kul hakkını, kul hakkını” dizelerini örnek olarak alıyor.
Yerinde bir tespit ile bitiyor yazı: “Akın, son yıllardaki tekliğinin, yani bir açıdan da inzivasının verimlerini topluyor ve şiirde kendi üslubunu bulma yolunda ciddi adımlar atıyor.”
Tahrir: Sayı 9
Ağustosun son dergisi Tahrir. 9. sayısına ulaştı dergi. İlk sayısından bu yana takip ettiğim bir dergi Tahrir. Böyle dergileri görünce, edebiyat ve gençler adına umut dolu cümleleri sıralamak istiyorum. Kimseyle uğraşmadan, kırıp dökmeden işlerini yapan gençlerin dergisi Tahrir. Dergi takip etmek isteyeceklerin Tahrir dergisini bir köşeye not etmelerini tavsiye ederim.
Bir zamanlar taşra dergiciliği diye bir kavram vardı. Merkez-taşra ayrımı. Taşra dergilerinde bazı isimleri görmeniz mümkün değildi. Şimdi bu ayrım tamamen ortadan kalktı. Bunu Tahrir için söylemiyorum, bütün dergiler için geçerli bu. 1996 yılında çıkardığımız Martı dergisi için bir gazetenin kültür-sanat sayfası; “Taşra İstanbul’a kafa tutuyor.” demişti. Bugün görünen manzara şudur; taşra merkezle kafa kafaya gidiyor. Tahrir’e baktığımızda birçok tanıdık isim karşılıyor bizi. Bu, derginin kabul gördüğünün bir kanıtı.
Tahrir’e bir söyleşi dergisi desem yeridir. Dergide söyleşi bölümünde üç söyleşi var. Elif Nuray, Ahmet Sarı, Mustafa Kılınç söyleşi yapılan isimler. Bir de 4+1 bölümünde Aşkar dergisi ekibi ile yapılan bir söyleşi var. Bu kadar söyleşi olması bir dergi için doğru bir tavır mıdır? Söyleşi yapılan isimlere bakılınca isabetli bir karar olmuş diyebiliriz. Söyleşiler okununca bu kanaat daha da oturuyor yerine. Kişiye özel sorular, ufuk açıcı paylaşımlar var söyleşilerde. Tek tereddüdüm, her sayı bu kadar isimle söyleşi devam ederse ileriki sayılara isim bulma sıkıntısı yaşanır mı, bunu da bekleyip göreceğiz. Dergi söyleşilerinde isabetli ve okunur isimlerin tercihi önemli çünkü.
Harun Yakarer’in “Şairin Ölümü” başlıklı yazısı, içinde bolca ironi barındıran ütopik bir öykü. Şiirin, şairin hallerine, şiire karşı duruş mesafesine Eflatunlu yıllardan bir gönderme yapıyor Yakarer.
Kendini yenileyen bir dergi Tahrir. Dergiye katılan yeni isimler, yeni bölümler var. Özenle hazırlanmış dergi kapakları da derginin önemli bir artısı. Bu sayı, “Kapağımızın hikâyesini arıyoruz” bölümünde derginin 9. sayısı için hikâye yazmaları isteniyor okuyuculardan. Bunun bir yarışma havasında değil de atölye heyecanı ile yapılmasına da dikkat çekiliyor. Seçilen hikâyenin 10. sayıda yayınlanacağı ve bir hikâye kitabı ile de ödüllendirileceği duyuruluyor. Öyküler; tahrirdergisi @ gmail.com adresine bekleniyor.
Tahrir, dergisini heyecanla çıkaran gençlerin bir ürünü. Yolları açık olsun diyorum.
Mustafa Uçurum