Aralık 2018 dergilerine genel bir bakış-2

Türk Edebiyatı, Karabatak ve Hece Öykü dergilerinin Aralık 2018 sayıları hakkında Mustafa Uçurum yazdı.

Aralık 2018 dergilerine genel bir bakış-2

Tarık Buğra 100 yaşında

Türk Edebiyatı dergisi 542. sayısında Tarık Buğra’nın 100. yaşına armağan olacak bir dosya hazırladı. Dosyada yer alan isimler: Beyhan Kanter, Muhammed Hüküm, Namık Açıkgöz, Sabahattin Çağan, M. Fatih Kanter, Abdullah Harmancı İbrahim Tüzer, Mustafa Uçurum.

Dosya Erhan Genç’in Prof. Dr. Mehmet Tekin ile gerçekleştirdiği söyleşi ile başlıyor. Söyleşinin merkezinde Tekin’in “İtaatsiz bir Taşralının Entelektüel Portresi Tarık Buğra” kitabı var. Hem kitap hakkında hem de Tarık Buğra hakkında detaylı bilgi var söyleşide.

“Tarık Buğra’nın ilginç bir yazarlık serüveni vardır. Çileli, yorucu, hatta yıldırıcı, bir serüvendir bu. Ancak içinde direnmeyi, gelişip olgunlaşmayı da barındıran bir serüvendir. Maraton menziline koşulmuş bir yarışmacı gibidir Buğra ve finale ulaşmak için birçok engeli aşmak zorundadır.”

“Tarık Buğra’nın eğilip bükülen biri olmadığı, aksine dik başlı, itaatsiz biri olduğu konusunun biyografi genelinde öne çıktığı doğrudur.”

“O, bir bahiste, önce sanat der; çünkü sanat güçlü olmayınca, sözüm ona “tebliğ” de zayıf olacaktır. Sonuç olarak sanatçının eğilip bükülmemesinin sanatı üzerine etkisi, katkısı, öteden beri hep izaha, yoruma açık kalmıştır.”

Dosyada yer alan yazılardan:

“Tarık Buğra’nın hikâyelerinde gündelik hayat, daha çok “boş vakit” ve “özel yaşam” pratikleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplum sahnesinde yaşayan insanı gündelik koşuşturmacaları içerisinde ele alan Buğra, özellikle diyaloglar ve iç monologlar üzerinden gündelik hayat dökümleri sunar.”

Beyhan Kanter

“Firavun İmanı romanını sadece tarihi şartları çerçevesinde politik yönleri ile kavramak roman türünün evrensel düşünceye açılan okur ve yazar penceresini kapattığını tekrar vurgulamak gerek. Tarık Buğra’nın Firavun İmanı ile her dem tekrar eden evrensel ahlaki meselelerdeki sınanmamızda katkısını bugünkü toplumsal sorunlarımızda da aynen yaşarken fark ediyoruz.”

Muhammed Hüküm

“Tarık Buğra’nın bazı hikâyelerinde yaşanan kahır başkasına yöneliktir ama şiddetli ve öfkeli bir duygu olarak değil, daha çok şefkatten beslenen bir duygu olarak tezahür eden bir kahırdır bu.”

Nâmık Açıkgöz

“Eğer Tarık Buğra’yı seviyorsanız, onun hikâyelerini sevenlerinden mahrum etmeyiniz. Nasıl bir çare bulursanız bulun bu hikâyeleri önümüze koyun.”

Sabahattin Çağın

“Tarık Buğra, sanat için sanat görüşünde olmakla birlikte eserlerinde bireyden topluma, yerelden evrensele uzanan bir çizgide eserlerini kaleme alır.”

M. Fatih Kanter

“Tarık Buğra’nın bütün yazı serüveni neredeyse tamamen soğuk savaş döneminde geçer. Gerek şahsiyetinin şekillenmesinde gerekse eserlerinin ve fikirlerinin oluşumunda soğuk savaş dönemi kutupluluğunun etkisi büyüktür. Nitekim edebiyat ve sanat ortamlarının eleştirisini sık sık yapan yazarın, daha çok bu ideolojik kutuplaşmalardan yakındığı ve sol sağ çatışmasında sağ düşünceye sahip kişilerin kültür ve sanata gereken önemi vermeyişlerinden yakınır.”

Abdullah Harmancı

“Tarık Buğra ( 1918-1994) 1978 yılında kaleme almış olduğu Dönemeçte (Ötüken Yayınları, 7. b., İst., 2001) adlı romanında Türkiye’nin 1946 seçimleri öncesinde, çok partili sisteme geçiş dönemini konu almaktadır. Yazar bu demokratikleşme hareketini, kurguya dayalı diğer metinlerinde de olduğu gibi Orta Anadolu’nun küçük bir kasabasına açmış olduğu pencereden bakarak dikkatlere sunar.”

İbrahim Tüzer

“Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine uzanan bir çizgiyi Tarık Buğra’nın bakış açısıyla okumakta fayda var. Anadolu’yu ve Anadolu insanını ön planda tutan bir inanç ile eserlerini kaleme alan Buğra, bu toprağın sesi olmayı başarmış ender şahsiyetlerden biri olarak edebiyat tarihimizdeki yerini almış ve her eseriyle yerini sağlamlaştırmış bir değerdir.”

Mustafa Uçurum

Sanat ve özgürlük üstüne

Bir maşallahı hak edecek sayıya ulaştı Karabatak dergisi. Çizgisini her sayı yükselterek, yeni isimleri edebiyat dünyamıza kazandırarak mektep dergi olma özelliğinin günümüzde de capcanlı bir şekilde devam ettiğini gösteren Karabatak dergisine ve nice yeni sayılar dilerken Ali Ural hocamızı da gayretlerinden dolayı kutluyorum.

Karabatak dergisinde Hüseyin Su “Sanat ve Özgürlük Üzerine” yazısı ile yer alıyor. Özgürlük kavramına sanat yönünden bakıyor Hüseyin Su. Arzuladığımız özgür alanların nasıl oluşacağından, sansürün sanatçı üzerindeki etkisinden, tiyatroda, sinemada engellenen özgürlüklerin nelere mal olduğuna kadar geniş bir yelpaze var yazıda.

“Sanat ve sansür konusunda düşünürken ve tartışırken, insanın fiillerinin diğer insanlarca denetlenmesinin, ‘nereden itibaren sansür olduğu’ sorusu kadar, sansürün insan fiilleri kadar eski bir geleneğinin olduğu da mutlaka dikkat edilmesi gereken ve adeta birbirini tanımlayan bir husustur.”

“Sorun sadece görsel veya seyirlik sanat alanlarına özgü bir sorun değil şüphesiz. Şiir, öykü, roman gibi edebiyatın diğer türlerinde de tiyatro ve sinemada olduğu gibi benzer özgürlük sorunları var. Bu da en temelde ve bir anlamda insanın hem kendisine dönük hem de karşısındaki insana dönük, yaratma fiiliyle kurduğu ilişkinin ne derece sağlıklı olup olmadığıyla ilgili. İster sanatçı olsun ister başka bir güç sahibi, bu ilişkiyi doğru anlayıp doğru kurduğunda, sorun, en azından görülebilir derecede çözülebilecektir.”

“Ne yazık ki kendi ikliminin, ülkesinin ve tarihinin kültür, sanat ve edebiyat duyarlığına, birikimine yabancılaşan her söz ve her eylem, eninde sonunda marjinalleşmek zorunda kalıyor.”

Edebiyat ve mitoloji

Karabatak dergisinin dosya konusu; edebiyat ve mitoloji. Yazılarla ve Aydın Afacan söyleşisi ile derinlemesine işlenmiş konu. Dosyadan paylaşımlar yapmak istiyorum.

“Mitler hiçbir zaman edebiyatı terk etmedi. Bunu her dönemin, kendi ruhuna uygun mitler doğurması açısından söylemiyorum yalnızca. İmgesel düşünmenin, her iki alanın temelini oluşturması ve doğal yakınlık bir yana, antik kültürlere ait mitoslar, çeşitli sanat etkinlikleri içinde doğrudan ya da dolaylı olarak var olmuşlardır.”

Aydın Afacan

“Bir değişiklik yapıp İlahi Komedya’ya karanlık ormandan değil de Cennet’in kapısından giriş yaparsak Dante’nin çocukluğuyla karşılaşırız. Yolunu kesen vahşi bir kurt yoktur orada. Yakıcı ateş ve dondurucu buz da dinmiştir. Floransa sokakları ve Beatrice dışında San John kilisesinin duvarlarını süsleyen Kıyamet Günü tasviri kalmıştır. Dante’nin Cennet’i, düşsel bir kavuşma töreni olduğu gibi samimi bir hasreti dile getirir.”

Güzide Ertürk

“Şiirdeki değişmeyen özün retorik tarafı, hiç kuşkusuz şiirsel öznenin tutumudur. Mitolojideki idealleştirilmiş nitelikler öne çıkmakta ve öznenin imgelem dünyasını şekillendirmektedir. Öte yandan öznenin merkeziliği, yine bu değişmeyen özellikler arasındadır.”

Hayrettin Orhanoğlu

“Şamanlar, ruhlarla ve Tanrısal-kutsal bağlarla başka bir alemle ilişkide bulunduklarından, toplumda özel bir konuma sahip olmuşlardır. Vecd halindeyken kazandıkları bilgilerle kabilenin hastalık, açlık ya da savaş gibi sıkıntılarını giderecek mitolojik hikâyeler anlatmışlar ve kabiledeki bireylerin kişisel ya da kolektif olarak ortak bir geçmişte toplanmalarını sağlamışlardır.”

Tuğba Eroğlu

Karabatak’tan 3 şiir

ben anlamaya çalışırım
yalnız. abanıyor gözlerime gün
öyle ki dağlarından süzülen sular
kızıla çalar ülkemde
ve tuz tadı akar sularında
anlayamam sarıdır toprak
sarı ve ince
çocukları benzer toprağına
savrulur rüzgârla
ve her şehirde mecburiyet caddesi
piyasaya çıkar temiz tenli çipil çocuklar
hevaya kapılmış. eti aç
akrobat annesinin fotoğraflarına bakar
umarak müreffeh bir aydınlık

Şafak Çelik

bir gün döneceğim bu çelimsiz halimle
bildiğim çok şeyin hatrına
sorumluluklarımı bilerek
inanıp ince bacaklı böceklerin gücüne
bir çentik attım annemin yorgun yüzüne
beni kevenler arasında doğurdu diye

Âdem Yazıcı

Yağmur meleğin elinden tutmayı unutmuş yere düşerken
ve karşıdan karşıya geçerken unutulmuş çocukların elleri
kadınlar boşluğa astıkları düşlerin kurumasını bekliyorlar
şairler de bekliyor elbet, kâğıtta hafif ve kalpte ağır şiiri

Mustafa Könecoğlu

Handan Acar Yıldız’dan “Kanyon Halkı”

Hece Öykü dergisi 90. sayısına ulaştı. Merakla beklenen ve dopdolu içeriğiyle Hece Öykü günümüz edebiyatının nabzını tutmaya devam ediyor. Hece Öykü’ye nice doksan sayılar diliyorum.

Öyküler, öykü üzerine yazılar, söyleşiler, kitap yazıları derken Hece Öykü okuyucularını öykü dolu günler bekliyor. Ben de Hüzzam’ın hikâyesi ile bu sayı Hece Öykü’deyim.

Handan Acar Yıldız da Hece Öykü’nün 90. sayısında. “Kanyon Halkı” öyküsü ile yer alıyor dergide Yıldız. Farklı bir havası ve sesi var bu öykünün. İyi bir Handan Acar Yıldız okuyucusu olarak şunu söylemek isterim ki Kanyon Halkı mutlaka okunacak öyküler listesine alınmayı hak eden masalsı bir anlatıma sahip. Daha da güzeli şu ki bir şiirin mısraları çağırıyor bizi ayaklarına yere vura vura yürüyen bir kavmin ardında.

Öyküden tadımlık paylaşımlar yapmak istiyorum. Gerisi için Hece Öykü’yü mutlaka almanız gerekiyor.  

“Hepimizi annelerimiz yürürken doğurmuştu. Onları da anneleri yürürken.”

“Yosun tutmuş insanlar sayesinde insanın kirlenebilen bir varlık olduğunu hatırlıyorduk.”

“Sonra her şeyi ütüleyen bir adam gördüm. Elinde fişe takılmamış bir ütü vardı. Gördüğümüz her şeye önceden aşina gibiydik. İlk kez ütü görsem de adını ve ne işe yaradığını biliyordum.”

“Yola devam etmeyi unutanlar arasında bir adama rastladım. Takım elbiseliydi. Belden yukarısına boş bir çerçeve tutuyordu. Bakan herkes boş bir çerçevenin ardından görüyordu onu.”

“Çarptıkça bir şimşeğe dönüştüm. Çarptığım insanlarla birlikte uzun uzun yandık. Yandım ve yaktım. Her şey aklıma gelirdi de bir intihar şimşeğine dönüşeceğim aklımın ucundan geçmezdi.”

Modern kısa öyküde dil

Nagihan Şahin, son zamanlarda oldukça revaçta olan kısa öykü konusuna dil yönünden katkı sunacak bir yazı ile yer alıyor dergide. Yazının merkezinde H. E. Bates’in Modern Kısa Öykü adlı kitabı var. Sadece dil konusuna değinmekle kalmıyor Şahin, kısa öykü kavramı üzerine notlar paylaşıyor yazısında.

“Kısa bir öykü, sağlam bir sınamadan geçmelidir. Gereksiz bir tümce, hatta tek bir gereksiz sözcük bile, kısa öykünün dengesini bozabilir. Bir yazarın kurgusunu parça parça yerine oturtmasını izlerken, tıpkı oyun tahtalarını üst üste koyarak bir ev yapan çocuk gibi yazarın da hangi parçanın nereye konması gerektiğini ve oluşan yapının en fazla hangi yüksekliğe çıkabileceğini, hangi taştan sonra ağırlığı kaldıramayıp yıkılacağını, önsezileriyle bildiğini görürüz.

Bu aynı zamanda, biçimsel anlamda eleştirel bir sınamadır. Bu basit sınamadan geçen kısa öykü, ister nitelikli bir kurguya, kıvrak geçişlere ve eylemlere ya da sembolizme sahip olsun, tüm sınamaları da geçecek demektir. Ortalıkta, bu sınamayı yapabilecek yazarlar var olduğu sürece, kısa öykü de hangi biçimde olursa olsun, varlığını koruyacaktır.”

Ayın söyleşisinde Mustafa Çiftci var

Hece Öykü’de son olarak Hatice Bildiri’nin Mustafa Çiftci ile yaptığı söyleşiye değinmek istiyorum. Söyleşinin her satırında Çiftci’nin samimiyetine bir kez daha şahit oluyoruz. Yazdığı gibi yaşayan, yazdıkları ile çelişmeyen bir kalem Mustafa Çiftci. Bunu da yaşadığı coğrafyanın duruluğuna bağlıyor.

“Bozkır benim ana yurdum baba ocağımdır. Merkezde olsam nasıl olurdu? İçime kapanacağım kesin. Burada da küçük bir hayatı inzivada yaşıyorum. Eserlerimde mekân farkı olurdu ama insanlardan bana kalan şeylerde bir değişiklik olmazdı herhalde.”

“Sevda bizim belimizi büker. Yoksulluğa şerbetliyiz ama sevdik mi yıkıcı oluyor. Bozkır adamını açlıkla korkutamazsın. Hele hele kızlarını fakirlik hiç korkutmaz.”

“Müslüman bir yazar olarak varlığa, zamana ve mekâna ilişkin cevap veremediğim ve beni anlam arayışına sevk eden sorularım yok. Bunu aforizma olsun diye demiyorum, benim her soruma verilmiş büyük cevaplar var. Kafam kalbim bu kadar net ise neden yazıyorum?Ben hikâye anlatıyorum. Fıtri bir şey bu. İnsan halini hikâye eder ve hikâye dinlemeyi sever. Yoksa anlam arayışımı hikâye ve roman üzerinden yapacak kadar çaresiz değilim şükür. Eğer işimiz romana, hikâyeye kaldıysa Allah yardım etsin.”

“Keder penceresizdir. Kederli olmak değil de hüzünlü olmak tercihimdir. Bir dere kenarında da hüzünlü olabilirsiniz. Hüznün bir yüzü sürur olur. Her işin hayırlısını isteyen bir millete hikâye yazıyorsanız farkında olmadan hüznün bir tarafı tevekkül oluyor herhalde.”

Mustafa Uçurum  

 

YORUM EKLE

banner36