Halikarnas Balıkçısı ve deniz
Deniz, edebiyatçılar için sonsuz ilhamlar sunan bir şifa kaynağıdır. Adı denizlerle özdeşleşmiş birçok edebiyatçımız var. Hayatını denize adamış, denizin güzelliklerini yazdığı her satıra yansıtmış edebiyatçılarımız dendiğinde akla gelen isimler arasında Halikarnas Balıkçısı ilk sıralarda yer alır.
İzdiham dergisi 42. sayıda Zeynep Kahraman Füzün “Deniz deyince aklımıza gelen şeydir bizim denizle olan ilişkimiz” diye başlayarak Halikarnas Balıkçısı’nı anlatıyor deniz serinliğinde. “Deniz tutkunu ve Bodrum aşığı bir edebiyatçı” olarak tanımlanıyor Cevat Şakir Kabaağaçlı.
Anı tadında detaylar da var yazıda. Daha sonra denizlerin, okyanusların halinden bahsediyor Füzün. Yazarlara, şairlere ilham olan denizlerden şimdilerde insanların büyük bir hızla kirlettiği deniz ve okyanuslara nasıl geldiğimiz anlatılıyor. Denizlerimiz kaybolup giderken içinden deniz serinliği geçen edebiyatımızda ne yazık ki, kaybolup gidecek. Belki yazılan birkaç dize, birkaç cümle bizi denizi sımsıkı bağlayacak, kim bilir.
Zeynep Kahraman Füzün’ü tebrik ediyorum. Çok ince bir yaklaşım ile vücuda getirmiş yazısını. Edebiyattan tabiata anlamlı bir geçiş yaparak yüreklere bir nebze olsun hassasiyet aşılamak istemiş.
“Denizlerimizi atıkların bırakılabileceği bir su birikintisi gibi görmeye devam edersek eğer içindeki güzellikler ile beraber kaybedebiliriz.”
Laiklik elden gider mi?
Seçim döneminin akıllarda kalan en meşhur sözü Süleyman amcanın röportajda söylediği “Laiklik elden gideyeah” sözüydü. Aradan yıllar geçse de unutulmaz bir röportaj ortaya koydu Süleyman amca. İbrahim Varelci; seçimler, algılar, propagandalar, seçim röportajları üzerinden Süleyman amcaya getiriyor sözü. Bir yanda “Laiklik elden gideyeah” diyen Süleyman amca var diğer yanda ona laf atan ve “Sen önce dişlerini fırçalamayı öğren” diyerek yoldan geçen “laik teyze.” Yerinde bir karşılaştırma yapmış Varelci.
“Bu ülkede Anadolu ruhunun olduğunu ve zamanı gelince vatan için kendi hayatlarından bile vaz geçebilecek insanların olduğunu hepimiz biliyoruz… Asıl yapılması gereken şey Anadolu ruhunun bilimle ve sanatla buluşturulmasıdır. O zaman daha gerçekçi sağlıklı adımlar atabilir ve medeniyetimizi inşa edebiliriz.”
İzdiham’dan üç şiir
ben mars’a gitmek istemiyorum
uyandırmayın olur mu
yürüyen merdivenlere ilk kez binen köylüler
tedirgin olmasın ve basamakların tam ortasına
basmasınlar diye
ellerinden tutacağım
heyecan anne
heyecan
anlık da olsa hepimizi Parkinson yapıyor
Bülent Parlak
zaten bulutlar da aşağıdan olur da bakarlar diye
bembeyazmış, göstermek için
dünyanın dışında çok daha ferah yerlerin olduğunu aslında.
Eyüp Can Şimay
Şimdi beni daha derine, ateşlerden geçerek
Ölü yüzüme dokunmadan bir bayrak gibi burçlara
Ölümün sarı siyah rengiyle, döne dolaşa
Bir zerre olsun geri durmadan
Terziler henüz gelmeden
Makasın iki yüzüne doğru
Eyvallah!
Adem Turan
Vicdanın sesidir Gazze
İtibar dergisi 83. sayısına dopdolu bir içerikle ulaştı. Kendini okutturan bir dergi İtibar. İçeriğinde her okuyucuya hitap edecek türde eserler mevcut.
İtibar’dan yapacağım birinci paylaşım Kemal Sayar’dan. “Vicdan Bir Çağrıdır” diyor Sayar yazısında. Gazze semalarında eksik olmayan duman da eksik olmuyor yazının üstünde. Bir vicdan sınavıdır Gazze. Hem de tüm İslam âlemi için bir vicdan sınavı. Gazze’nin görünen ve görünmeyen yüzü var yazıda. Her fırsatta vicdanların titrediği bir acı dokunuyor Gazze semalarına.
“Gazze modern batının günbatımı olarak görünüyor bana, vicdanı yok sayan bir uygarlığın insanlığa söyleyecek daha nesi olabilir?”
Gazze’nin neden hedef olduğuna dair tarihe dayanan tespitlerde bulunuyor Sayar.
“Saygınlık ve vakarından taviz vermediği için, topraklarını işgal eden barbarın önünde eğilmediği için, onun tarafından asimile edilmeyi kabullenmediği için.”
Umut olmadan ayakta durmak da imkânsız. Gazze için tüm mazlum halklar için ve Türkiye için umutlu olmak gerek. Bu iyi niyetleri bir dua samimiyetiyle sıralayarak bitiriyor yazısını Sayar:
“Dünyada yeni bir vicdan ekseni oluşuyor. Zalimin karşısında saf tutabilen yürekler yeni bir vicdan ittifakının da habercisi olabilir. Kalbi çürümemişlerin ittifakı. Batı rüyasından batı riyasına uyandığımız şu günlerde, ahlakın ver adaletin yanında saf tutalım. Gazze için. Türkiye için, daha güzel bir dünya için.”
Unuttum Yalnız, sakın unutma
Senem Gezeroğlu’nun son kitabının adını ilk duyduğumda aklımdan geçen cümle tam da buydu: “Unuttum yalnız, sakın unutma.” Unuttuğumu bile unutma gibi bir ironi cümlesi gelip takılmıştı dilime.
İtibar dergisinde Hüseyin Ahmet Çelik daha çok son kitabı Unuttum Yalnız merkezli olmak üzere uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirmiş Senem Gezeroğlu ile. “Tam okumalık” dediğim cinsten bir söyleşi olmuş. Soran da cevaplayan da işini iyi yapan isimler olunca ortaya keyifle okunan ve okuyucuyu uçsuz bucaksız mecralara davet eden bir iş çıkıyor ortaya. Çelik’in açılımı kuvvetli soruları Gezeroğlu tarafından harfiyen denecek bir incelikle cevaplanmış.
Peki, bu söyleşiyi okuyanlar nelerle karşılaşacak? Gezeroğlu’nun yazma serüvenini, yazmaya nasıl başladığını, yaptığı ve yapmayı düşündüğü çalışmaları öğrenmiş olacaklar. Dergilere bakış açısını görecek okuyucu Gezeroğlu’nun. Bunlar ve daha fazlası İtibar dergisinin Ağustos 2018 sayısında. Ben söyleşiden birkaç paylaşım yapmak istiyorum.
“Sanat, hatırlanmak ya da unutulmamak için güzel bir yol. Sanatçıların çoğu da bu kavramlar üzerine kafa yormuş; eserlerinde zihnin ve hafızanın kıyılarında gezinmiş ki edebi eserin esas yuvası da bellektir zaten. Ben de kitabımda sık sık onların sözlerine başvurdum.”
“Günümüz şair ve yazarlarını, onların kitaplarını, kısaca sadece geçmişi değil günümüz edebiyatını yakından takip ediyordum ama dergi çalışmaları buna bir düzen, disiplin ve süreklilik kazandırdı.”
“İyinin ve güzelin sesi ise her yerde, her devirde, er ya da geç duyulur, gerçek sanat eseri de budur. Tüm bu karmaşa içinde elenenler olduğu gibi geleceğe kalacak olan gerçek sanat eserlerimiz ve öykülerimiz de olacaktır.”
Ses ver Siri, acı var mı?
Yıldız Ramazanoğlu öyküsü okuyorsanız büyük bir coğrafyaya şahitlik ediyorsunuz demektir. Anlatımındaki akıcılık ve örtülü anlamla vermek istediği mesajı öyküye sindirmesi onun öykülerinin en karakteristik özelliği.
İtibar dergisinde “Kırmızı Küçük ve Bıçkın” öyküsü yer alıyor Ramazanoğlu’nun. Yine ironi yüklü bir anlatımla başlıyor öykü. Karşımızda “Siri” var. Bilen bilir. Siri ile süren bir sohbet var. Siri belki birçok şeye cevap veriyor ama onun da nutkunun tutulduğu anlar var. Mülteciler, mazlumlar, büyük şehrin içinde küçücük bir nokta gibi duranlar ve Siri’nin cevaplayamadığı sorular sürüklenip duruyor öyküde.
“Suriyeli çocuklarla ilgili filmleri bulabildin mi Siri. Gösterim için anons edeyim çocuklara dedim masanın altında tuttuğum telefonuma. Robotlarla bir yere kadar.”
Durum böyle iken Siri doğduğu topraklara yakışan bir duyarsızlık ile cevap veriyor öyküde:
“Üzgünüm, ne dediğinizi gerçekten anlamıyorum.”
Ömer Seyfettin‘de Meşrutiyet ve Balkan Savaşları
Tarihe şahitlik eden bir yazar olarak az ama öz yaşamış bir isimdi Ömer Seyfettin. Ardında bıraktığı iz bugün bile hayretle takip edilecek bir yoğunluğa ve seviyeye sahip. Yunus Emre Özsaray, İtibar’da Ömer Seyfettin hikâyelerindeki ve yazılarındaki Meşrutiyet ve Balkan Savaşları üzerine bir yazı ile yer alıyor. Hem asker olarak hem de yazar olarak hem meşrutiyeti hem de Balkan Savaşları’nı yaşayan Ömer Seyfettin’in bir hikâye ile anlattıkları o günleri bugünün şartlarında anlamamız için bir belge hassasiyetinde kaleme alınmış metinler.
Özsaray, hikâyelerden örnekler vererek konuyu derinlemesine işliyor. Dönemin şartları, Ömer Seyfettin’in olaylara yaklaşımı yer alıyor yazıda.
“Ömer Seyfettin’in Balkan Savaşı’na giden günleri anlattığı bir diğer hikâye Nakarat milli bilincin karşılaştırılması ve Bulgarların Balkan Savaşları’na kadar kazandığı milli bilinç ve ideale karşı, Osmanlı subayının takındığı tavrı koyması açısından manidardır.”
Ve yüzyıllar öncesinden bugünlere ışık olacak Ömer Seyfettin tespitini de yazısına alıyor Özsaray:
“Ömer Seyfettin, Vatan Yalnız Vatan isimli makalesinde diyalogculuk, milliyetsizlik ve sözde sulhçuluk fikriyatını en büyük maraz olarak nitelerken milliyetsizlik ve diyalogculuk yayılırsa vatan aşkının kalmayacağını ve netice olarak da milliyeti, vatanı olmayan bir halkın Batı’nın iktisadi yağmalarına duçar olacağını söylemiştir.”
İyi sanat insanı yükseldiği yerde başıboş bırakmaz
Dergâh dergisi 342. sayının söyleşisini Ayşegül Genç ile gerçekleştirmiş. Mustafa Zahid Ergün’ün sorularını cevaplandıran Genç’in; edebiyata nasıl başladığını, eserler ortaya koyduğu türleri, eserlerinde kullandığı anlatım tekniklerini, edebiyat dünyamıza bakış açısını ve daha birçok ayrıntıyı öğreniyoruz.
Üretken bir yazar Ayşegül Genç. Kendine has sesini yakalamasının verdiği bir güvenle eserler ortaya koyuyor. Özellikle roman türünde adı bir yere not edilmeyi çoktan hak etti. Söyleşiden birkaç paylaşım yapmak istiyorum.
“Semboller de romanın içerisine serpiştirilmiş çalılar belki de. Hızı engellemek için. Düz de anlatabiliriz. Sıradanlığa kuşku ile bakmasak evet düz de anlatabiliriz. Semboller bir yakınlık veya bir uzaklık etkisi oluştursun, hızın beraberinde getirdiği körlüğe karşı yolun varlığını kurcalasın diye de kullanılır.”
“İyi ve kötü arasındaki silinmek istenen sınırı derinleştirmek için elbette kötüden bahsetmem gerekiyor. Bunu da döke saça olduğu gibi anlatmak yerine belki sezdirerek yapmayı tercih ediyorum.”
“İyi sanat insanı yükseldiği yerde başıboş bırakmayan sanattır. Bu noktada yazarın cinsiyetinden ziyade sorumluluğu devreye girer.”
Günler gelip geçerken
Bunu her zaman söylüyorum, bir kez daha söylemekte beis yok. Mustafa Kutlu’nun çıkardığı, yazdığı bir dergiyi alıp okuyor olmak, o derginin bir yazarı olmak yaşadığımız çağ için büyük bir şans. Her ay Dergâh dergisinin arka kapağından bizlere sesleniyor Kutlu. Şifa niyetine cümleler uçuruyor göğümüze. Buna şükretmek ve Mustafa Kutlu’nun sağlıklı sıhhatli bir ömür sürmesi için bol bol dua etmek gerek.
Bu sayı “Günler Gelip Geçerken” diyor Kutlu. Aziz Mahmut Hüdai’den bir dize ile başlıyor yazısı.
Günler gelip geçmekteler
Kuşlar gibi uçmaktalar”
Her satırı mümin bir bakış açısıyla dokunmuş bir yazı bu. Okumakta ve okutmakta fayda var.
“Biz acımızı içimize atarız. Gözyaşları içimize akar. Şikâyet yiğide yaraşmaz. Ben sabah ne yediğini unutanlardanım. Ezberimde hiçbir şiirin tamamı yoktur. Geriye dönüp bakmayı, hatıralarla avunmayı, nostalji denizinde yüzmeyi sevmem. Gelecek projeler, yapmayı istemem.
Benim tavrım mutasavvıfların ‘dem bu demdir’ sözüne uyar.”
Mustafa Kara tarih düşüyor
Yakın zamanda aramızdan ayrılan üç isim için tarih düşmüş Mustafa Kara. Nazif Şahinoğlu’nu, Semavi Eyice’yi ve Fuat Sezgin’i rahmetle anarak şiirleri paylaşıyorum.
Nazif Şahinoğlu Hoca’nın Vefatına Tarih
Fânî dünya Yâ Hû
Gel aldanma Yâ Hû
Dört kutub dediler:
“ŞAHİNOĞLU YÂ HÛ” 1439
Sanat tarihçisi Semavi Eyice Hoca’nın Vefatına Tarih
Kalemiyle âsâr ma’mûr oldu
Vefâtıyla hemân mağmûn oldu
Geldi, beş melek tarih söyledi:
“SANATIN TARİHİ MAHZÛN OLDU” 2018
Kabri ve Kütübhanesi Gülhâne’de olan Âlim Fuat Sezgin’in Ufûlüne Tarih
Hayatı ibrethânedir
Cihanı hikmethânedir
Yirmi dört saat çalışan
“GÜLHÂNE KÜTÜPHANESİDİR” 2018
Mustafa Uçurum