Bursa Emir Buhari Kültür Merkezi, bereketli sohbetlerin mekânı olmaya devam ediyor. Üç aylık bir zaman dilimi “Artık klasik oldu” cümlesini söylemek için çok erken olsa da, itiraf etmeli ki, bu mekânın sohbetleri insanda öyle bir algı bırakıyor. Prof. Sadettin Ökten’in “Bir Medeniyet Tasavvuru” ile başlayan bu güzel yolculuğun son halkası, Ersin Nazif Gürdoğan’ın dilinden anlatılan “Görünmeyen Üniversite”ydi.

Konukların, dinleyicileri tasavvufî bir yolculuğa çıkardığı güzel bir geceydi. Bu sohbetlerin güzel bir tarafı da, çeşitli sebeplerle birbirlerinden uzak kalan dostların bir araya gelmesine vesile olmaktı. O gece yine böyle oldu, birbirlerini uzun süreden beri görmeyenlerin hasret gidermelerine tanık olduk.

Dergâhlar, görünmeyen üniversitelerdir

Ersin Nazif Gürdoğan’ın gerçekten de güzel bir adam olduğuna şehadet ettik o gece. Sıcaktı, muhabbetliydi ve muhabbetini taşıyordu beraberinde. Söz, hedefine ulaşan bir ok oluyordu onun ağzında. Bir deprem gibi sarsıcı ama bir o kadar da doğaldı anlattıkları. Bir ayağı Emir Buhari Kültür Merkezi’nde, diğer ayağı kah ABD’de, kah Buhara’da idi. Şunları anlattı Gürdoğan: “Harvard’da bir hocanın öğüdü şu: ‘Başarılı olmak için iki şeye ihtiyacınız var: 1. Etkili kişilerin yer aldığı bir ajanda, 2. Bu ajandadakilerle irtibatı sürdürmek.’ Evet, çevre işte bu kadar önemli. İşte bu çevre aslında görünmeyen üniversitedir. Sizi eğitir, size başarıyı getirir. Bu çevrenin bir de mekânı vardır. O mekân da dergâhlardır, tekkelerdir. Bu yüzden dergâhlar, görünmeyen üniversitelerdir. Tasavvuf, insanların iç dünyasını güçlendirir, bunun eğitimini verir. İçi güçlü olanın, dışı da güçlüdür. İç dünyası güçlü olan bu insanlar dünyanın her tarafına giderler ve dünyayı fethederler.”Ersin Nazif Gürdoğan

Yahya Kemal Viyana önüne gidişimizi nasıl açıkladı?

Ersin Gürdoğan, öyle bir perspektif sunuyordu ki zihnimiz bir Asya’da, bir Avrupa’da; kah tasavvufta, kah edebiyatta bir yolculuğa çıkıyordu. Sarsıcı ama güzel bir yolculuktu bu. Sohbetini şöyle sürdürdü Gürdoğan: “Yahya Kemal’e ‘Biz Viyana önlerine nasıl gittik?’ diye sormuşlar. Verdiği cevap, gerçeğin ta kendisidir: ‘Biz Viyana önlerine Mesnevi okuyarak gittik.’ Gerçekten de bizi Viyana önlerine iç dünyamızın gücü götürdü. Çünkü insan hep cihat halindedir. İki cihat var: Biri dış dünyada, diğeri de iç dünyada tecelli ediyor. Nefsini eğitenin iç güzelliği, dış güzelliğine de yansır.”

Ersin Gürdoğan, güzel insan olmanın yolunun bizim kültürümüzde var olduğunu söyleyerek konuyla ilgili şunları anlattı: “Güzel insan olmanın ilk şartı, yalın olmaktır. Bunun şartları da bellidir: Az ye, az konuş, az uyu. Tasavvuf da insana bunu öğütler. Tasavvuf insana yoksul olmayı değil, yoksul gibi yaşamayı öğretir. Bir lokma bir hırkayla yaşamayı öğretir. Ama veren el, alan elden üstündür bizim kültürümüzde. O yüzden bir lokma almalı, bin lokma üretmeliyiz. Bir lokma bir hırkayla yaşamak, yoksul kalmak değildir, miskinlik değildir. Tasavvuf bize bin lokmaya sahip olmayı ama bir lokmayla yetinmeyi öğretir.”

AVM’ler bize tüketimi dayatıyor

Ersin Gürdoğan, tasavvufun mistik bir heyecan olmadığını, modern hayata bir çözüm de önerdiğini şöyle anlattı: “Günümüz sorunlarına karşı tasavvuf nasıl bir fonksiyon üstlenir? Baktığımızda, günümüz AVM kültürü, ‘kullan-at’ fikrini empoze eder. Mesela eskiden bizde giysiyi yamama kültürü vardı ama artık yok. Şimdi kullanıp atıyoruz, atmayanı yadırgıyoruz. Bu tüketim kültürüne karşı ne yapmak gerek? Gözleri değil, gönülleri doyurmak gerek. Çünkü göz, gördüğünü ister. O yüzden gönülleri doyurmak gerek ve gönülleri doyuracak olan da tasavvuftur. Tasavvuf, isteklerimizin burnuna halka takabilme mesleğidir aynı zamanda.

şToplumun refahı ve zenginleşmesi için kişi, aldığından daha fazlasını topluma vermeli. Bir lokma alıyorsa, bin lokma vermeli. Tüketen değil, üreten olmalıyız. Dünya, bu kadar tüketime dayanamaz. Onun için kanaat ekonomisine sahip olmalıyız. Eskiden toplumumuzda yoksul olmak değil ama yoksul gibi yaşamak bir erdemdi. İşte bu anlayışı bize veren tasavvuftu. İnsan, yalın olup yalın yaşamalı. Üç doktorun tedavisini ihmal etmemeli: Doktor az ye, doktor az uyu, doktor az iç.”

Durmadan tüketimin körüklendiğine dikkat çeken Ersin Gürdoğan, dünyanın sınırlı olduğunu ve bu sınırsızca tüketme isteğine dünyanın yetmeyeceğini söyleyerek konuyla ilgili şunları aktardı: “Türkiye’nin de, dünyanın da barışını sağlayacak olan, tasavvufun verdiği bu yalın yaşama anlayışıdır. Yeni bir dünya kuruluyor ve bu yeni dünyada artık ordular değil, üniversiteler ve tüccarlar savaşıyor. Biz de bu dünyada Sarı Saltuk gibi sınırları aşıp gönülleri fethetmeli, bir lokma bir hırka kültürünü yeniden keşfetmeliyiz.”

Hırka-i Şerif ve Ayasofya’nın ezanları

Ersin Gürdoğan, Osmanlı’nın kurduğu büyük medeniyetin arkasında nasıl bir ruh olduğunu ilmek ilmek dokuyordu sözleriyle. Yine Yahya Kemal üzerinden bir mesaj verdi Gürdoğan Hoca: “1920’i yıllar, işgal yılları. Yahya Kemal, Topkapı Sarayı’nı gezer. Yanında bir refakatçi vardır, saray görevlisi… Sarayı gezerken bir Kur’an tilavetini işitir Yahya Kemal. Bunun ne olduğunu sorar ve görevli, Yavuz Sultan Selim zamanından beri Kur’an tilavetinin hiç susmadığını anlatır. Saray’dan çıkan Yahya Kemal, ilerlerken Ayasofya’dan yükselen ezanları işitir. Ve bu olayı şöyle anlatır sonra: ‘Bizi ayakta tutan gücü bugün öğrendim. Biz Hırka-i Şerif dairesindeki Kur’an tilaveti ve Ayasofya’dan yükselen ezanlarla ayakta duruyoruz.  Bunlar susmadıkça bize bir şey olmaz.’ der.”Darendeli Osman Hulusi Efendi

Darendeli Osman Hulusi Efendi

Gürdoğan’dan başka, konuklar arasında bulunan Mehmet Kamil Berse de etkinlikte söz aldı. Kamil Berse’nin sohbetinin odağında, Darendeli bir gönül ehli vardı: Darendeli Osman Hulusi Efendi. Kamil Berse, gönül ehli olan kişilerle ilgili şunları anlattı: “Bursa ve İstanbul, hak ehlinin kavşak noktaları olan beldelerdendir. Semerkant’tan, Buhara’dan yola çıkıp gönülleri fethetmek isteyenlerin yolu bir şekilde Bursa veya İstanbul’la kesişmektedir. Darendeli Osman Hulusi Efendi de bunlardan biridir. Osman Hulusi Efendi, 1920’lerde doğup 1990 yılında vefat etmiştir. Hem anne hem de baba tarafından seyyidtir. Daha çocukluğundan itibaren edebiyle ve olgun davranışlarıyla dikkat çeken Osman Hulusi Efendi’nin evi ve çevresindeki ismi, ‘Efendi’dir. Hem ailesi hem de çevresi ona böyle seslenmektedir.”

Kamil Berse, yaşadığı zor zamanlardan dolayı Darendeli Osman Hulusi Efendi’nin yılgınlığa düşmediğini, çözüm üreten girişimci bir yanı olduğunu şu sözlerle anlattı: “Darendeli Osman Hulusi Efendi, bundan kırk elli sene önce toplumun inancını öğrenebileceği okulların açılması için durmadan didindi. Önce İHL, sonra da İlahiyat açılması için çok uğraştı. Darende’nin kalkınması için bir çimento fabrikası kurulmasına öncülük etti.

Darendeli Osman Hulusi Efendi, aynı zamanda divan sahibi bir edebiyatçıdır. Osman Hulusi Efendi, 1990 yılında vefat etmiş olup adına kurulmuş olan vakıf, onun ideallerini gerçekleştirmek için çalışmalara devam etmektedir.”

Gece, bir tatlı huzur vererek sona erdi.

 

Ahmet Serin notlarını paylaştı